Translate

16 Eylül 2018 Pazar

Fırtına yaklaşırken

Foti Benlisoy

Türkiye’de hakim siyasal rejimi mümkün kılmış sınıfsal-sosyal güç dengelerinde devasa bir sarsıntının eşiğindeyiz. Krizin siyasal iktidarın manevra alanında ciddi bir daralmayı gündeme getirmesi neredeyse kaçınılmazdır. İktidar bir yandan “yukarıda” sermaye fraksiyonları arasındaki çelişki ve muhtemel çatışmaları yönetme ve uyumlulaştırma kapasitesinde artan zorluk ve zaaflarla karşılaşacaktır. Diğer yandan ve esas önemlisiyse, “aşağıda”, emeğiyle geçinenlerin rızasını seferber etmekte giderek daha büyük güçlük yaşayacaktır. Sahip olanlarla olmayanları bir araya getirmekte şimdiye dek ciddi bir maharet sergilemiş olan alaturka Bonapartizmin sınıfla imtihanı başlamıştır.
Muhalefet saflarında iktidara bu imtihanda şimdiden “geçer not” vermek gibi bir eğilim yaygın görünüyor. Sınıf hareketinin mevcut dağınıklığı, emekçilerin eylem ve örgütlenme kapasitesindeki düşüş ya da radikal sıfatlı solun adeta yok hükmünde olması, iktidarın kriz konjonktürünü öyle pek de yara almadan atlatabileceği yorumlarına neden oluyor. Hatta bu olumsuz sınıfsal güç dengelerinde krizin ülkedeki siyasal eksenin daha da sağa kaymasına yol açmasının neredeyse kesin olduğu iddia ediliyor.
Bu sonuncusu elbette gerçekleşmesi mümkün bir ihtimaldir. Bu olasılığı yok sayarak krizin emekçileri neredeyse kendiliğinden radikalleştirerek sola çekeceği beklentisi, tehlikeli bir siyasal otomatizm örneğidir. Ancak ifrattan kaçayım derken bu sefer de tefrite sığınılmakta, krizin adeta yine otomatik olarak Erdoğanizmi güçlendirmekten başka sonuca yol açmayacağı iddia edilebilmektedir.
Oysa krizin hangi siyasal sonuçlara yol açacağı “yukarıda” ve “aşağıda” cereyan edecek yatay ve dikey sınıf savaşlarının eseri olacaktır. Emeğin direnme kapasitesinin mevcut yetersizliğinden dem vurup siyasal iktidarın bu sarsıntıyı rahatça idare edebileceğini savunmak, bu sınıf savaşlarının daha başında teslim bayrağını çekmek anlamını taşıyacaktır.
Asıl böylesi bir teslimiyet daha da sağa kayışı ve istibdadın daha koyu tonlar edinmesini garantileyecektir. Mevcut olumsuz durum nedeniyle kenara çekilmek, herkesin önündekinin üzerine basarak kurtulmaya çalıştığı bir sosyal yamyamlık durumunun oluşmasına seyirci kalmak anlamına gelecektir.
Aslında siyasal iktidar krizin müsebbibi olabileceği şiddetli bilinç sıçramalarının direnişe kaynaklık edebileceğinin daha şimdiden pekala ayırdındadır. “Ekonomik sıkıyönetim” lafları bu yüzden edilmektedir. Krizin bir harici “ekonomik savaş” olarak vaftiz edilmesi, içerideki sınıf savaşına hazırlıktır. Yerli-milli mücadele lafızları sosyal alanda verilecek “iç savaşı” perdeleme girişimidir.
Krizi dış güçlerin ekonomik müdahalesi olarak tanımlama çabası şimdilik etkili görünse de krizin sosyal ve ekonomik sonuçları açığa çıkıp hissedilir oldukça süratle ikna gücünü yitirecek, kitleleri seferber edemeyecektir. O zaman çıplak bir devletlu-polisiye söylem olarak direnişleri “vatana ihanet” diye yaftalayıp kriminalize etmek ve bastırmak için kullanılacaktır. Havalimanında inşaat işçilerine yapılan saldırı, kriz zamanında olacaklara dair yeterli karinedir.
Bu söylemi boşa çıkartmak elbette önemlidir. Ancak esas olan işçi sınıfının kolektif eylem kapasitesini artıran, örgütlülüğünü güçlendiren, özgüvenini çoğaltan, sınıfın diğer kesimlerine cesaret ve moral aşılayan küçük büyük her mücadelenin arkasında, yanında olmaktır. Bunun için birleşik mücadele zeminlerinin yaratılmasıdır. Bunun için, yani emeğiyle geçinenlerin kolektif kaderlerine sahip çıkma güçlerini artıracak sıradan zaferler için sebatla verilecek çaba, seçimlerden de ana akım muhalefetin “zihni sinir” projelerinden de daha önemlidir.
İleride gerçekleşmesi mümkün büyük atılımlara kaynaklık edebilecek küçük mevzilerin iğneyle kuyu kazarcasına inşasından yüksünmemek gerek. Her işçi direnişinden bir “Gezi” ya da yeni bir milat beklemek apolitik bir sabırsızlık örneğidir. Daha büyük hayal kırıklıklarına yol açması muhtemel bir yoldur.
Krizin yol açtığı o muazzam türbülansa hazırlıksız giriyoruz. O nedenle şimdi güçlü bir sendikal hareketin, etkili bir sosyalist solun olmayışına hayıflanma zamanı değil. Marx, her mücadeleye ideal koşullarda girilseydi tarih yazmak çocuk oyuncağı olurdu diye boşuna yazmıyordu.
Başlangıç noktamız, 3. havalimanı inşaatında çalışan işçilerin el yazısıyla alelacele kaleme alınmış talepler listesidir. O taleplerin illa kendisi değil, o taleplerin ve o talepler etrafında gelişen mücadelenin Türkiye siyasal hayatına 20 yıldır musallat olmuş o sahte kutuplaşmanın güncel bir versiyonunu (yeni havaalanının adı Abdülhamid mi Atatürk mü olsun) boşa çıkarma gücüdür. Sınıfsız demokrasi masallarını bırakıp o güce sarılmakta yarar var. Çünkü o talep listesinin işaret ettiği müstebit emek rejimi dağıtılamazsa mevcut siyasal rejim ilelebet değilse de uzun süre payidar kalacaktır.

https://baslangicdergi.org/firtina-yaklasirken/


31 Ağustos 2018 Cuma

Vatan haini kimdir?

Mehveş Evin- Her fikrini beğenmediğine “vatan haini” demek, çok sıradan birşey artık. Amaç hedef göstermekse, siyasetçisinden gazetecisine, lümpeninden trolüne, yafta hazır: Vatan haini!
Milliyetçi popülist söylemin bir parçası sayılan “vatan haini”, nefret söylemine girdiği için şahsen kullanmadığım, sevmediğim bir tamlama. Ancak “vatan haini” deyimini artık sahibine, öznesine iade etmek gerektiğini düşünüyorum.
TDK’daki tanımı şöyle: “Vatanın yüksek çıkarlarını hiçe sayarak onun aleyhine iş gören kimse.”
Vatanın yüksek çıkarlarından kasıt, onuru, itibarı, sosyal ve ekonomik gücü, özkaynakları, demokratik ve hukuk değerlerine bağlılığı; dolayısıyla vatandaşın çıkarlarıysa...
Vatan haini kimdir?

Ülkesinin öz kaynaklarını kendi çıkarları için satan, pazarlayan, peşkeş çekendir.
Denizini, ırmağını, ovasını, yaylasını, ormanını, havasını kirleten, yok eden, özel şirketlere parsel parsel satandır.
Kültürel, çevresel ve tarihi değerlerini korumayan, aksine tahrip eden, değerini bilmeyendir.

KÜÇÜK BİR ZÜMREYİ ZENGİNLEŞTİRENDİR
Vatan haini, ekonomiyi göz göre göre batıran, zamanında önlem almayan, gelir uçurumunu yaratan, küçücük bir zümrenin zenginleşmesine ve büyük kitlelerin fakirleşmesine önayak olandır.
Elindeki imkanları sonuna kadar kullanarak hırsızlık yapandır vatan haini.
İç siyasette kullanmak uğruna başka ülkelerle, komşularla sürekli itişen, gündelik çıkarlar uğruna kavga çıkaran, diplomasiyi at pazarlığına çeviren ve bu şekilde itibarı ayaklar altına alandır.
Vatan haini, vatanın ve vatandaşın yüksek çıkarlarını gözetmek, adaleti tesis etmek amacıyla geliştirilen evrensel hukuk normlarını tanımaz. Çünkü bu normlar, kendi çıkarlarına engeldir.
Bir ülkenin en önemli gücü, insan kaynakları derler... Bu durumda eğitimli, nitelikli nesiller yetiştirmek ve onlara iş imkanları sağlamak, yüksek çıkar hanesinin başında gelmeli.
Bu durumda vatan haini, eğitimi engelleyen, kötüye kullanan, gençleri dogmalara mahkum ederek ülkesinin ilerlemesine taş koyandır.
Nitelikli eğitimcilerin sistem dışı bırakılmasını, beyin göçüne neden olan politikaları destekleyendir.

VATANA DEĞİL, KENDİNE TEHDİT GÖRÜR
Bereketli topraklarını zehirleyen, betona boğan, bu şekilde bütün canlıların hayatına veya geleceğine kast eden, açıkça vatan hainidir.
İnsan eliyle yaratılan felaketlere, afetlere karşı önlem almaz, umursamaz. Aksine, daha fazla kömür santrali yaparak, kıymetli tarım arazilerini yok ederek, ekosistemin canına okuyarak ancak kendi çıkarlarını gözetir. Suçunu örtmek için “yüksek çıkar” olduğunu savunur.
Bir vatanın zenginliği sayılan farklı seslere, farklı renklere tahammülü yoktur. Aslında bunları vatana değil, kendine bir tehdit olarak gördüğünden... Her sesi susturmaya, her rengi karalamaya çalışır.
Peki işçileri ölümün kucağına teslim etmek, şirketleri denetlememek, yaptırım uygulamak hangi yüksek çıkara sığar? Vatan haini, işçinin ölümünü umarsamaz. Kader der, geçer.
Kadınları cehalete hapsetmeyi, istismar etmeyi, haklarını vermemeyi destekleyen de açıkça vatan hainidir.
Zira bir ülke ancak kadını ve erkeğiyle kalkındığı, geliştiği zaman güçlenebilir. Yüksek çıkarlardan ancak o zaman bahsedilebilir.
Bu da ancak eşitlikle mümkün.
Velhasıl vatan haini, eşitlik, adalet, çoğulculuk, liyakat, duyarlılık, özkaynak, doğa koruma, demokrasi gibi kavramların tam karşısında durandır. Bunları savunanlara “vatan haini” diyerek kendini güya kurtarmaya çalışan bir zavallıdır.

Mehveş Evin
30.8.2018
"Artı Gerçek"


https://amp.artigercek.com/yazarlar/mehves-evin/vatan-haini-kimdir?__twitter_impression=true