Translate

28 Ağustos 2019 Çarşamba

"İstanbul, İzmir, New York sular altında kalacak; açlıktan kırılacağız"



Rosa Lüksemburg'dan Greta Thunberg'e

Dünya'nın oksijeninin yüzde 20'sini üreten Amazon Ormanları yanıyor. İzmir'deki orman yangını üç gün sürdü. Avrupa, bu yaz tarihinin en sıcak gününü yaşadı.
Eriyen buzullar, yanan ormanlar, seller, iklim krizine bağlı göçler... "Asıl beka sorunu iklim krizidir" diyen Açık Radyo Genel Yayın Yönetmeni Ömer Madra, Küresel İklim Grevi'ni Şirin Payzın'a anlattı.


17 Ağustos 2019 Cumartesi

Amerikan Cennetinden bir tema

Los Angeles’ta Evsizler İçin ‘Güvenli Otoparklar’
Amerika’da Los Angeles Evsizlere Hizmet İdaresi’ne göre, California eyaletinin Los Angeles bölgesinde 15 binden fazla kişi araçlarında yaşıyor. Bu durum rahatsızlık verici olmasının da ötesinde, güvenli değil. 2016 yılında kurulan Los Angeles Güvenli Otoparklar adlı sivil toplum örgütü, bu kişilerin yaşamlarını bir nebze de olsa kolaylaştırmak amacıyla ‘Güvenli Otoparklar’ projesi başlattı.
Zachary Woodworth, son altı aydır arabasında yaşıyor.
Woodworth, “Burada kıvrılıp rahatça uyumak hiç de kolay değil. Ama en azından kaldırımlarda, beton zeminde, mukavvalar üzerinde ya da birçok evsizin kullandığı yerlerde uyumaktan daha iyi” diyor.
Woodworth devletten engelli ödeneği alıyor ve iş bulduğu zaman da teslimatçı olarak çalışıyor.
Ancak bu onun Los Angeles gibi pahalı bir kentte kalacak ev kiralamasına yetmiyor.
Woodworth arabasında yaşamaya 6 ay önce karar vermiş ve o zamandan beri aracında kalıyor.
Woodworth, “Bir süredir evsizim. Rastgele yerlere arabamla gidip park ediyordum. Gerçekten güvensizdi. Her zaman ya bir polis ya da beni soymak isteyen biriyle karşılaşmaktan korkuyordum” sözleriyle yaşadıklarını anlatıyor.
Woodworth’ın durumunda olanların hikayeleri sosyal aktivist Mel Tillekeratne’yi Los Angeles Güvenli Otoparklar birimini kurmak için harekete geçirmiş.
Tillekeratne, “Akşam 7’den sabah 7’ye kadar gelip park edebilmeleri için bu park yerlerini hizmete sunduk. Burada park edenlerin korunmasını sağlamak için bir güvenlik görevlisi var. Portatif bir tuvalet de var” diyor.
Buradaki birçok kişi araçları olmasa, Los Angeles’ın farklı noktalarını kaplayan küçük çadır kentlerde yaşamak zorunda kalır.
Los Angeles Misyonu Müdürü Antwone Sanford, “Evsizlerin sayısı yüzde 12 oranında arttı. Şu an Los Angeles’ta neredeyse 60 bin evsiz insan var. Bunları8 arasında kadınlar, çocuklar, yaşlılar, gaziler, zihinsel engelliler de var” ifadelerini kullanıyor.
Evsiz sayısı son yıllarda hızla artıyor.
Burada her türlü insan var. Kimileri Amerikalı değil. Örneğin, Paul Londra’dan gelmiş.
Paul, “Çok kötü bir kaza geçirdim ve iyileşmemi istemediler. Beni gözden çıkardılar. Çok tehlikeli bir ortam, gerçekten çok tehlikeli” diyor.
İnsanların evsiz kalmasına sadece tek birşey neden olmuyor. Ancak buradakilerin çoğunun hikayesi aynı: Inglewood gibi yıllar boyunca bütçeye uygun olan semtler daha varlıklı hale gelip kiralar arttığında, burada yaşayanların başka bir yere gitmekten başka çaresi kalmamış.
Sanford, “Acil yardım hizmetine ihtiyaç duyan müşterilerimizin çoğu Inglewood’daki futbol stadyumu nedeniyle kiraların artmasından sonra evsiz kaldı. Buraya önceden Inglewood’da yaşayan birçok kişi geliyor. Yüzde 12’lik evsiz nüfusun yüzde 3’ünü futbol stadyumu yüzünden bu duruma düşenler oluşturuyor” diyerek durumu özetliyor.
Yetkililer, Güvenli Otoparklar gibi kuruluşların geçici bir süre de olsa evsiz kalanlara yardımcı olmasını umuyor.
Bu elbette kalıcı bir çözüm değil, sadece evsizlerin geceyi güvende geçirmelerini sağlamanın bir yolu. Ve bazen sadece kendilerini güvende hissetmek bile evsizlere düştükleri bu zor durumdan kurtulmaya çalışmaları için rahat bir ortam sağlayabilir.
VOA



8 Ağustos 2019 Perşembe

Siyanürle madeni çözmek konusu

Bu siyanürle çalışan altın madenine dair birkaç kelime etmezsem kanıma dokunur. Master tez konum olduğu için de çok daha bilimsel bakış açısıyla kendi araştırmalarımı-gördüklerimi ve olası duruma dair genel bilgilendirmeyi yalın bir dille anlatmak isterim.

Siyanur aslında bir bileşiktir. C ve N elementlerinden oluşur. Uzaktan bakıldığında karbonata benzer. Deneyler için genelde toz şeklinde temin edilir.

Bir şişenin içerisinde durduğu ve temas etmediği sürece kimseye zararı yoktur. Ama temas ettiği zaman ppm (part per million) milyonda bir seviyesindeki miktarlardan itibaren yaşamı tehdit etmeye başlar. Çok hızlı şekilde etki ettiğinden dolayı çok çok şanslı iseniz çok az miktarda aldıysanız (100 ppm ve daha az) ve tam teşekküllü bir eğitim araştırma hastanesine yakınsanız ve bu alanda deneyimli bir ekibiniz varsa ellerinde amil nitrit varsa (Antidot olarak kullanılır) hayatta kalma şansınız vardır.

Eğer solunum yoluyla aldıysanız o kadar vaktiniz yoktur. Acıbadem kokusunu burnunuz algıladığı an artık siyanür zehirlenmesine maruz kaldığınızı yada kalmak üzere olduğunuzu bilin. Yukarıda bahsettiğim kapsamda bir hastaneye ulaşmak ive müdahale için 8-10 dakikanız vardır.

Şöyle bir kötü özelliği vardır siyanürün. Merkezi Sinir sistemini etkiler. Bu nedenle zehirlenmeler çok yüksek oranda ölümle sonuçlanır

Peki Altınla Siyanürü bir araya getiren şey nedir?

Altının en büyük özelliklerinden bir tanesi doğada bileşik yapmadan saf hale yakın bulunmasıdır. Filmlerde dere yataklarında ellerinde elekle altın arayanları hatırladınız değil mi? İşte o abiler altının saf olarak dere yataklarında toprağın içindeki elle tutulabilen gözle görülebilen boyutlardaki halini ararlar. Altının büyük parçalı olmayan ufak tanecikli hali ise altın yataklarının içerisinde milyonlarca ufak parça halinde geniş arazide toprağın derinlemesine bulunur. Şöyle düşünün tonla toprak var ve içinde küçük boyutlar/ağırlıklarda altın cevheri bulunuyor. Bunu tek tek elle bulabilmek imkansıza yakındır. Siyanür burada devreye girer. Ne yazık ki şöyle bir özelliği vardır siyanürün. Siyanür tıpkı kesme şekerin sıcak çayın içerisinde karıştırıldıkça kaybolması gibi içinde altın olan toprağı siyanürlü su ile yıkadığınızda toprağın içindeki altını (basit dille söylüyorum) katı halden sıvı hale getirir ve çözeltinin içine alır. Siyanürlü o çözelti çok yüksek oranda altın barındırır. Sonra o çözeltiye klor gazı verdiğinizde altın çözeltinin içinde katı halde çöker. Sonra kurutup külçe haline getirip piyasaya sürersiniz. Buraya kadar süper. Esas sorun burada başlıyor. Zira binlerce ton toprağı yıkayacak kadar çok elinizde siyanürlü suyun (çözeltinin) olması gerekir.

Bunun için çoooook geniş ve çooook derin bir siyanür havuzunun olması lazım. O nedenle altın madenine yakın bir yerde tıpkı şu an Çanakkalede olduğu gibi doğanın anasını ağlatıp benden sonra tufan deyip geniş bir havuz kazarsınız.

Madenin ve hacminizin büyüklüğüne göre değişmekle birlikte çapı 200-250 metre derinliği 60-70 metredir. Boğaz köprüsünün denizden 67 metre yüksekte bir futbol sahasının 105 metre olduğunu da belirteyim. O siyanürlü çözeltinin bulunduğu havuz mutlaka açık havada olmalıdır.

Zira bu zehiri yine doğa ana sayesinde bertaraf ederiz. Siyanürlü çözeltiyi güneş ışınlarına maruz bıraktığınızda UV ışınları CN yi parçalar ve görece daha az zararsız hale gelen bir çözeltiniz olur.

Peki sorun ne mi? Sorun şu güzel kardeşim. O kazdığınız havuzun altını o suyun yeraltına sızmaması için branda gibi (teknik tabir kullanmak istemedim) bir izolasyon malzemesi ile kaplarsınız.

O branda da toplu iğnenin ucu kadar dahi sızmanın olmaması gerekir. Hele ki FAY HATTININ HİÇ OLMAMASI GEREKİR. OLURDA DEPREM OLURSA o aşağıdaki bez hem üzerinde suyun ağırlığı hem de depremin etkisi ile yırtılabilir. O yırtığın sebep olduğu sızıntıyı en iyi ihtimalle alt yapı ile yapıyor olmanız gerekir. Birde aşırı yağış ve sel gibi riskleride unutmayalım. O baraj taşmamalı. Zira esas tehlike o havuzun (Allah muhafaza) taşması-yıkılması veya asla farkedilemeyecek boyutta sızıntı ile (her gün sadece 200 litre sızsa) yer altı sularına bitkilere hayvanlara ve toprağa karışmasıdır. Siyanür zehirlenmesi direk olmasa dahi farklı zehirlenme/ rahatsızlıklara sebep olacağı ve ana etkenin siyanür olduğu ancak otopsi vb durumlarda ortaya çıkması mümkün olacağı için çevredeki insan – doğa hayatındaki farklı sebeplerdenmiş gibi görünen ölümler uzun süre farkedilmeyebilir. Peki bu siyanürden başka yöntem var mıdır altın üretmek için? Vardır! Hem de 1 den fazla. Ama daha maliyetli ve daha uzundur. Bir başka Flood da da ondan bahsederim.

Ama özet şu değil 1 kilo 100 ton altın bile bir insanın saçının telini geri getirmez. Siyanür havuzunun çökmesi-yıkılması-aşırı yağışlarla hasar görmesi hiç oldu mu diye sorarsanız. Buyrun size canınızı izlediğinde çok yakacak arama kelimesi ‘cyanide spill disaster’.

En son Romanya da bu yazdığım risk gerçekleşti ve siyanür havuzu hasar gördü. Çernobilden beri Avrupa da yaşanan ekolojik felaket olarak tarihe geçti. 50 km çapındaki alandaki tüm doğal hayat sona erdi. Bu rakam da resmi açıklamalar.

Gerçek durumu asla bilemeyeceğiz. Altın her alanda yadsınamayacak kadar çok kullanımı olan bir emtia. AMA HAYATI KOLAYLAŞTIRIP ANLAMLANDIRIRKEN BAŞKA HAYATLARA SON VERMEMELİ HELE Kİ ALTERNATİF ÜRETİM YÖNTEMİ VARSA!

Çok yalın ve bilimsel dilden olabildiğince uzak yazmaya çalıştım. Konuya hakim değerli bilim insanlarının hoşgörüsünü rica ederim. Sevgi ve Saygılarımla

K. J Kraljulien(twitter)

2 Ağustos 2019 Cuma

Depresyon, Kaygıdan Kaçış: “Kendini Sorgulamamak”

Gazetelerin yayın politikalarında magazin haberlerin önemli bir ağırlığının olduğu aşikâr. Bu ilgi çekici haberler daha ziyade gündelik hayata ilişkindir. Kişinin etkisinin hayli düşük olduğu, sadece tanıklık edebildiği büyük diplomatik, politik ya da iktisadi haberlerden farklı olarak “sıradan insanı” ilgilendiren sudan haberlerdir bunlar: yapılan bilimsel araştırmalara göre diş etlerinizi korumak için kahve ile sigara tüketmeyin, aşk acınızı hafifletmek için doğa gezilerine çıkın, stresle baş etmek ve güne zinde başlamak için sabahları limon kabuğu kemirin, tırnaklarınızı keserken televizyon izlemeyin... 
Bu ilk bakışta “zararsızmış” gibi görünen sevecen haberlerin “dili” dışlayıcı değil, kuşatıcıdır; ayrım gözetmeksizin “herkesi” yörüngesine alır. Muhatabıyla senli benli konuşan bu dil bir tür yaşam koçluğu, kişisel gelişim taktikleri içerir. Kişinin şu ya da bu sebeple ilgilenemediği, yeteri kadar düşünemediği şeyleri, başkaları onun adına düşünüyor, üstelik ona kimi işlevsel reçeteler de sunuyordur. Ama külyutmaz sıradan insan kolay kolay “ikna” olmaz, haberler ikna problemini çoğun “uzman” görüşlerine başvurarak çözer. Kişiyi kişiden daha çok düşünen, yönlendiren, telkinlerde bulanan ses genellikle bir uzmanın sesidir. “Konuşan” fail her durumda bilgi ile donatılmış bir uzmandır, böyle olunca da akan sular durur...

***

İnternet yayıncılığı yapan Gazete Duvar’da yer alan, benzerlerine başka mecralarda da sıkça rastlanan, ağır ve yüklü politik haberlerin kıyısında geçen bir haberin ünlemli başlığı: “Tatil sonrası depresyonu önleyin!” Başlıktan da anlaşılacağı üzere, hedef kitlesi olarak öncelikle “çalışanları” ama çalışanlar arasında da tatile çıkma imkânı olanları (prekaryayı?) ilgilendiren bir haber bu. Önlem alınması gereken esasında bir değil, “iki” depresyon vardır ama “tatil sonrası depresyon” ifadesi “tatil öncesi depresyonu”, yani çalışma sürecinde vuku bulan türlü bunalımları hasıraltı eder, önemsizleştirir. Tatil öncesi depresyonun katlanarak büyümemesi için “dönüş”te zuhur edecek olası bir depresyonu önlemek çok daha elzemdir. Müşfik, halden anlar, konuşur gibi ilerleyen bir dille açılır haber:

“Bütün bir yıl çalıştınız, hem fiziksel hem zihinsel hem de ruhsal açıdan iyice yoruldunuz. Kiminiz ailece, kiminiz arkadaşlarıyla, kiminiz de tek başına çıkacak tatile. Hedef, iyice dinlenmek, sıkıntılardan, dertlerden, en başta da işyerindeki sorumluluklardan, yoğun tempodan uzaklaşmak. ‘Tatil iyi geçmez mi’ dediğinizi duyar gibiyiz, elbette ‘zihniniz iyi geçmesine hazır olunca iyi geçer şüphesiz’ ama ya dönüşü! Tatilin huzurunu, dinginliğini, o iş hayatından uzaklığını hissederek bir yandan da nasıl bir strateji uygulamalı?”[1]
Bozuk bir dil ama önemli değil, meram gayet anlaşılır: “bütün bir yıl” çalışılmıştır, çalışan özne bu zaman zarfında fiziksel, zihinsel ve ruhsal açıdan yorulmuştur. Tatilin “görünür” amacı dinlenmek, dertlerden ve sorumluluklardan kısa bir süreliğine de olsa uzaklaşmak, yorgunluktan kurtulmak; tatil öncesinde iyice yıpranmış bedeni ve ruhu toparlamak, daha enerjik bir biçimde “işin başına” dönmektir. Dipteki amaçsa aslında çalışan kişinin tatil yapması değil, daha üretken bir şekilde işe koşulmasıdır. Tatille kesintiye uğramış çalışma hayatına dönüşte daha “performanslı” olmak için, tatilin tıpkı çalışma hayatında olduğu gibi bazı “stratejilere” yaslanması gerekir, aksi takdirde tatilin bir anlamı kalmayacaktır. Okurunun sesini duyan haber, yüksek kalitede bir tatil için fedakârca kafa yorar: “nasıl bir strateji uygulamalı?”

Söz konusu sempatik haber “uzman” görüşlerini eksene alarak, bazı kilit stratejiler paylaşır müstakbel tatilci okurlarıyla. “Acıbadem Fulya Hastanesi’nden uzman psikolog” Nuray Sarp, 9 maddelik bir strateji paketi sunarak, tatilcilerin tatillerini beklenilen bir “verim”le geçirmeleri için söz alır. Bu stratejiler özetle şunlardır: Tatile çıkacak kişi tatil sırasında işyerinden “sorumluluk” almamalıdır zira oraya çalışmaya değil, dinlenmeye gidiyordur; kişi tatilde çalışma koşullarıyla alakalı “geçmiş” sıkıntıları değil, daha ziyade geleceği ve “hedefleri” düşünmeli, muhtemel yükselme hayalleri kurmalıdır; tatilci insan çalışmadığı için asla “yatak keyfini uzatmamalıdır”, uyku her zamanki uyanma saatini sadece bir iki saat geçmelidir; “bol bol su tüketilmeli”, alkole karşı kesinlikle ölçüsüz davranılmamalıdır zira “fazla tüketilecek alkol altyapıdaki sorunları, bekleyen depresyon eğilimlerini” kışkırtabilir; elbette beslenmeye, özellikle “şekerli ve karbonhidratlı yiyeceklere” dikkat edilmelidir zira tatilde alınacak “fazla kilolar depresyona” davetiye çıkarabilir; dünyadan kopmamak için tatilde “gazete” ve sair kaynakların takibi de yapılmalıdır zira dönüşteki olası “uyumsuzluk” ancak dünyadan haberdar olmayla aşılabilir...

***

Depresyonun kısacık bir tatilde bile nereden ve nasıl geleceği belli değildir, fazladan bir kadeh rakı “altyapıdaki sorunları, depresyon eğilimleri”nden birini tetikleyebilir, bu nedenle, orta boka filizlenecek depresyonu adeta şeytan kovar gibi defetmek için uyanık olmak gerek. 9 maddelik strateji ve verimlilik paketinin en ilginç ve müthiş maddesi “ Arkadaşlarınızla Telefonu Kesmeyin” başlıklı 5. madde. Dildeki şefkatli ton, bu maddede yerini hafifçe azarlayan, “bak akıllı olun yoksa” diye seslenen bir tona bırakır, maddenin tamamı:

“Tatile çıktım diye işyerindeki arkadaşlarınızla iletişimi kesmeyin, sosyal ilişkileri koparmayın. Tatilde arkadaşlık ilişkilerinden uzaklaşmak ‘hayat çemberi’ diye ifade edilen çemberin dışına çıkmak, kişinin kendini sorgulamasına neden olabilir. ‘Acaba ben bu hayatta ne yapıyorum’ diye düşüncelere kapılan kişide anksiyete [kaygı] belirebilir.”

Son derece teknik ama belli ki vaka malzemeleriyle oluşturulmuş “hayat çemberi” tabiri enfes; kapitalizm tarafından sinsice kuşatılmayı, amansızca hapsedilmeyi açıkça dile getirdiği için. Bu tabire göre, kişinin “toplumsal ilişkileri” ve “iletişim” kanalları bütünüyle iş yerindeki arkadaşlarından ibarettir: Adamın ya da kadının hayatı iştir. İş dünyası dışında herhangi bir arkadaşlık yahut başka bir toplumsal bağ söz konusu değildir, olamaz da. Tatil esnasında bu kutsal çemberin dışına asla çıkılmamalı, “telefon” bağlantılarıyla çemberin içinde olunmalıdır. Telefonla iletişim aksıya alınırsa kişi “hayat çemberi”nin dışına taşacak, yapmaması gereken bir şeyi yapacak ve kendini sorgulayacaktır: “Acaba ben bu hayatta ne yapıyorum?”

Depresyon dinamitinin fitilini ateşleme potansiyeli yüksek, insanın asla ama asla kendine sormaması icap eden; alkolden, fazla uykudan, karbonhidrattan daha tehlikeli bir soru bu... Hem tatil faslında, aslında hayatın tüm fasıllarında, durup dururken kendini sorgulamanın ne âlemi vardır. Çemberin dışına çıkmak mantıksızlıktır. Ucu günümüz kapitalist toplumunun muhakemesine, bu muhakemede öznenin kendi konumunun da fotoğrafını çekmesine varacak şekilde dünyayı sorgulamak: ilişkileri mukayese etmek, olan bitenler hakkında akıl yürütmek, ilişkilerin iç bağlantılarını düşünmek, sömürülme mekaniğini tartışmaya çalışmak... Gereksiz olmanın yanı sıra kaygı yaratacak bir süreçtir bu... Bu sancılı sorgulama sürecinden kaçışın tılsımlı kurtarıcı aracı ise “telefon”dur! İşyerinden birilerine telefon açılır, eften püften birkaç cümle sarf edilir ve bu zararlı soru daha doğmadan oracıkta boğulur. Harika!

Kişiyi “hayat çemberi”nin dışına çıkaran, olmadık kaygılara gark eden, depresyondan depresyona iten “acaba ben bu hayatta ne yapıyorum” gibi sorular, her ne şekilde olursa olsun geçiştirilmelidir. Psikoloji değil, öncelikle kapitalizm bu sorulardan hoşlanmaz. Ama sorunun kendisinden ötürü değil, verimliliği düşüreceği (kapitalizm sömürü düzeneği içinde tuttuğu bir zihnin kapitalizmden başka bir şeye odaklamasını istemez), hatta kaygılar eşliğinde de olsa olası bir muhalif damarı seğirtebileceği içindir bu haz etmeme hali...

Gerçeği tam olarak söylemese bile, Lacan’a göre “kaygı yalan söylemez.” Tatil dönüşü ya da çalışma döneminde, depresyona karşı önlem alması gereken prekaryanın (çalışan kesimin) kendi kaygıları üzerine hiçbir surette düşünmemesi, bu kaygıları oluşturan siyasi içerikleri, iktisadi dinamikleri kavramaması, yangından kaçar gibi depresyon hayaletlerinden kaçması, kaygıların üzerini örtmesi, zihinsel bir erozyon yaşaması, bu erozyonun devamlılığı için de kapitalizmin dümen suyunda yıkanmış bir örgütlü psikoloji, tüketim ve pedagoji sektörünün seferber edilmesi: yalanın sürgit kılınması değil midir bunlar?

***

Son olarak, bahis “acaba ben bu hayatta ne yapıyorum?” gibi varoluşçu bir soruya uzanmışken: keşke birileri vakti zamanında Albert Camus, Samuel Beckett gibi depresif insanları, ellerine birer akıllı cep telefonu tutuşturup da tatile yollasaymış, mümkünse de Güney’e... Bol su içip, dengeli uyuyup, düzenli beslenip “bakir” doğa güzelliklerinin tadını çıkarsalarmış. “Hayat çemberi”nin içinde kalıp şeker mi şeker mesai arkadaşlarıyla konuştukları bir tatil... Fena mı olurdu, az biraz nefes alırdı insanlık...

Derviş Aydın Akkoç - 28 Temmuz 2018

www.birikimdergisi.com/haftalik/9027/depresyon-kaygidan-kacis-kendini-sorgulamamak