Translate

Sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ocak 2022 Cumartesi

“Kulüp”ten bize yansıyanlar

Netflix’te yakın zamanda vizyona giren “Kulüp” dizisi, bazı kesimlerce övgülere boğularak göklere çıkarılırken bazı kesimlerce de özellikle bahsi geçen tarihsel olaylar açısından olumsuz eleştiri yağmuruna tutularak adeta yerin dibine sokuldu. İstanbul’da geçen dizide, on yedi yıl hapiste kalan ve bir af sonucu hapisten çıkan Seferad Yahudisi Matilda ve o süreçte yetimhanede büyüyen kızı Raşel’in yolları Matilda istemese de bir şekilde kesişir. Raşel’in başı, büyük bir gece kulübünün yöneticisi Çelebi ile derde girince annesi Matilda bunun karşılığında bu kulüpte çamaşırcılığa başlar. Dizi 1942 Varlık Vergisi’nin devreye girmesi ile başlar ve 6-7 Eylül 1955 olayları ile sona erer. Kulüp sahibi Orhan, aslen Rum kökenlidir ve asıl adı da Niko’dur. Annesi Mevhibe’nin oğluna karşı korumacı yaklaşımı, oğlunun başarılı olmasını büyük bir tutkuyla istemesi ve dönemin şoven politikalarının diğer uluslarla eşitçe bir arada yaşama koşullarının önüne geçmesi, asıl kimliklerini uzun yıllar boyu gizlemelerine sebep olur. Yıllarca bu şekilde yaşarlar ancak hesaba katmadıkları bir şey ortaya çıkar: Mevhibe’de Alzheimer hastalığı. Zaman zaman Türkçeyi unutup Rumca konuşmaya, geçmişteki olayları tekrar yaşadığını zannetmeye başlar. Asıl kimliğinin ortaya çıkmasından korkan Orhan ise, annesinin bu durumunu saklamak için evlerinde çalışan herkesi gönderir, annesini ilaçlarla uyutur. Ancak annesinin durumu giderek ağırlaşır. Orhan da git gide akli dengesini yitirmeye başlar. Dizide Mevhibe ve Orhan’ın kendilerini koruma içgüdüsü ile asıl kimliklerini saklama telaşları ve bunun yarattığı gerilimler çok iyi bir şekilde izleyiciye yansıtılıyor. Dizide havada kalan yerlerden biri de Selim’in cinsel yönelimine dair. Burada çeşitli işaretler ve birkaç tartışmanın belirli belirsiz parçalarında çeşitli göndermelerde bulunulup, açıktan ifade edilmemesinin hem dikkat çektiği hem de hangi kaygıyla yapıldığına anlam vermenin zor olduğunu söylemek gerek. Dizinin kötü karakteri Çelebi ise son 2 bölümde adeta iyilik meleği kesiliyor. “Herhalde bir insan bu kadar kötü olamaz. Matilda’nın onu fark etmeyişinin hırsından ona eziyet ediyor” fikrinden hareketle Çelebi aklanmaya çalışılıyor. Ancak çalışanlarına ve Matilda’ya psikolojik ve ekonomik şiddet uygulayan, kadınları yalnızca cinsel obje olarak görüp cinsel şiddet uygulayan Çelebi’ye hemen iyi insan kılıfını giydirmek mantığa uygun değil.

AZINLIK DİLİ: LADİNO
Ayrıca dizide Ladino diline ait diyaloglara ve Ladino şarkılarına yer veriliyor. İnsanın yüreğine dokunan Ladino müzikleri, dizi sahneleri ile birleştiğinde insanın daha da içine işliyor. Ladino, sürgüne zorlanan İspanyol kökenli Yahudilerin yani “azınlıkların” dili. Ladino müziklerinde bir azınlığın sürgüne uğramışlığının çaresizliği, hüznü, naif bir şekilde dalgalanıyor, kaburgalarınızda dolaşıyor adeta. Bazı Türkçe şarkılarda da Ladino ezgileri kullanılmıştır. Bunların en bilineni “Durme querido hijico”dur. Ezgisini açıp dinlediğiniz zaman muhakkak Türkçe sözleri dökülecektir dudaklarınızdan. Dizi; dönem kıyafetlerinden şarkılarına, kostümlerinden oyuncu performanslarına adeta enfes bir görsel şölen havasında. Ancak Kulüp’ün ışıltılı dünyası bazı gerçekleri göz ardı etmemize neden olabiliyor. Mesela, tarihler arası tutarsızlık gibi. Varlık Vergisi, 1942’de kanun olarak ortaya konuluyor. Dizideki Matilda karakteri ise Varlık Vergisi’nden sonra ailesini dağıtan Mümtaz’dan intikam almak için onu öldürüyor ve on yedi yıl hapis yatıyor. Hapisten çıktığında 1959-1960’lı yıllara denk gelmesi gerekirken çıktıktan bir süre sonra 6-7 Eylül 1955 olaylarını yaşamış oluyor. Evet,verilmek istenen mesajlar gayet iyi ama bir hikâye gerçek olaylardan besleniyorsa bu tarz mantık hatalarına da dikkat edilmesi gerekir. 6-7 Eylül Olayları ya da diğer adıyla İstanbul Pogromu’nu anlatan bu dizinin yine de cesurca olduğunu söylemek gerekir. Bu yüzden takdiri hak ediyor. Bu diziden önce de 2009’da vizyona giren Tomris Giritlioğlu’nun Güz Sancısı filmi, 6-7 Eylül olaylarını, yine Tomris Giritlioğlu’nun 1999 yapımı “Salkım Hanım’ın Taneleri” filmi Varlık Vergisi’ni konu alır. Ancak her ne kadar eksiklikleri olsa da “Kulüp” dizisi meseleyi daha ileriden tartışıp gerçekleri olanca sertliği ile yüzümüze çarpıyor. Dizinin sonunda Raşel’in bebeği doğuyor ve bebeğin yetişkin halinin sesi anlatıcı konumuna geçiyor. Orada kullandığı “seçilmiş aile” kavramı ise bana göre; hikâyeye son noktayı koyan bir kavram. “Seçilmiş aile” diye bahsettiği, birbiri ile hiçbir kan bağı bulunmayan, farklı milliyetlere, dinlere mensup ancak birbirleri ile gönül bağı kuran, dayanışan, sevgi ve dostluğu büyüten “Kulüp” çalışanları.

YÜZLEŞİLMESİ GEREKEN GERÇEKLİK: 6-7 EYLÜL OLAYLARI
İstanbul Pogromu, Türkiye’nin yüzleşmesi gereken bir gerçekliktir. Çünkü yüzleşilmedikçe, derine gömüldükçe bunlara yenileri eklenecektir ki eklenmektedir de. İktidarlar kuyrukları her kapana kısıldığında yaptığı gibi halklara milliyetçilik ve şovenizm pompaladıkça ırkçı saldırılar yine artmaya başladı. Kürtlere ve mültecilere yönelik özellikle de son dönemde alevlenen bu nefreti söndürmenin tek yolu ise sorunun asıl kaynağını teşhir etmekten geçiyor. Terazinin bir ucunda ezenler diğer ucunda ezilenler var. Ezenler, ezilenleri diline, dinine, ırkına bakmadan eziyor. Bu yüzden ezilenlerin de din, dil, ırk ayrıştırmalarına kanmadan ezenlere karşı birlikte mücadele vermesi gerekiyor.
Yazıyı, dizide kullanılan, Türkçesini Zülfü Livaneli’nin, Yunancasını Maria Farantouri’nin seslendirdiği “Kardeşin Duymaz/San To Metanasti” şarkısından bir kesitle sonlandırıyorum:

Kıvılcım EFTELYA - İnönü Üniversitesi

Evrensel

8 Haziran 2021 Salı

Kala azar

  • - bir hayvan krematoryumu hakkında uzun metrajlı belgesel film
  • Hayvanları saygıyla gömmek, Yunanistan'da bir hayvan krematoryumunda çalışan genç bir çiftin işidir.
    Henüz sinemaya gidemiyoruz ama Yunan Film Festivali'ni görüyoruz. Ayrıca yarışmada etkileyici, meditatif, şehvetli ve şiirsel bir film olan "Kala azar" da yer alıyor. Yunan sinemacıların uluslararası film piyasasının içinde yer aldığını, tüm ödülleri "The Favourite" ile kazanan Giorgos Lanthimos'tan beri biliyoruz. Heyecan verici filmler yapan tek kişi o değil. Bugünden itibaren çevrimiçi Yunan Film Festivali'nde kendinizi buna ikna edebilirsiniz. Normalde Berlin sinemalarında gösterilecek olan yirmiye yakın filmi orada görebilirsiniz.

    "Kala azar" - bir hayvan krematoryumunun çalışması Genç bir çiftin kentsel Yunanistan'da bir yerde hayvan leşlerini topladığı "Kala azar"ı öneririm. Çift, bir yandan açıklanamayan nedenlerle sokakta ezilmiş ya da doğada ölmüş hayvanları topluyor. Bunlar kediler, köpekler veya güvercinler - görünüşe göre hayvanlara değer verdikleri için onları önemsiyorlar. Öte yandan, evcil hayvanları ölen insanlara evlerine gidiyorlar - bunlar da para alan klasik işler. Hayvanları krematoryuma götürmek için topluyorlar ve tabii ki açıklıyorlar: "Siz ve aileniz için zor bir zaman olduğunu anlıyoruz. Fazla zamanınızı almayacağız ve sadece buna ihtiyacımız var. Buradaki imza, "diyor kadın bir evcil hayvan sahibine, Japon balığı yakılmış. Söylendiğine göre hayvanların hepsi tek tek yakılıyor ve küller yirmi dört saat sonra geri getiriliyor. Bu doğru değil, çünkü hayvanların hepsi birlikte yakılıyor ve küller burada olduğu kadar tek tek ilan edilmiyor.

    Hayvanların külleri Ama bu daha fazla tartışılmıyor. Her neyse, arka plan hakkında pek bir şey öğrenemiyoruz - hayvan sahiplerinin küllerle ne yaptıkları, hayvanlarla nasıl bir ilişkileri var, vs. Bu filmin büyüleyici yanı da bu. Bu nedenle bir belgesel film gibidir: kamera, iş yerinizde size eşlik eder, esas olarak çifti işlerinin çeşitli adımlarında gözlemler, ancak bunun ötesinde film sessiz kalır ve kelimenin tam anlamıyla budur.

    Ama resimlerde çok daha bilinçaltı bir şekilde aktarılan çok daha fazlası var. Özellikle kadınların hayvanlara ne kadar yakın hissettikleri, her ikisinin de cesetlerle nasıl çok dikkatli bir şekilde ilgilendikleri, sanki hayvanlar hala acı hissedebiliyormuş ve çift gibi yollarına çıkan son hayvanı da yanlarına alıyorlar. Büyük ölçüde yalnızsınız, ancak bazı durumlarda, hayvanlarla aynı yakınlıkta yaşayan, hatta köpekleriyle banyo yapan veya bir yatakta uyuyan kadının ebeveynleriyle de evdeyiz.

    Bir köpeğin bakışından anlatılan uzun metrajlı belgesel film Genç film yapımcısı Janis Rafa güzel sanatlar okudu ve aslında video çalışmaları ve heykelleriyle tanınıyor. "Kala azar" ilk uzun metrajlı filmi ve burada açıkça çok sanatsal, hastalıklı-şiirsel bir eser yaratıyor. Film, filmi ilerleten, gerilim yaratan, doruk noktasına ulaşan dramatik anlarla ortak bir hikayeye sahip değil. Aslında daha çok film, sürekli resimde olan birçok köpekten birinin bakış açısından anlatıyormuş gibi.

    Bu, dünyayı tamamen farklı bir perspektiften görme şansı, muhtemelen birçoklarını da rahatsız edecek, ama kesinlikle buna değecek canlandırıcı bir bakış açısı. Kendiniz, Yunanistan hakkında kendi fikirlerinizi, iyi bir iş yapan şeyin ne olduğu ve işte hangi korku ve özlemlerin olduğu hakkında çok şey yansıtabilirsiniz. Ayrıca Rafa, bazıları müzik videolarından da gelebilecek veya resim olarak duvara asılabilecek çok güzel, tuhaf resimler sağlar.

    www1.wdr.de/radio/cosmo/