Ama bu laikçi ihvanın (ihvan, tarikat mensupları demektir) şu sıralarda yine kabardı ayranı. Son ve en iğrendirici marifetleri de, şimdiye dek mütedeyyin
Müslümanları da dahil ederek Rejim’e karşı yazılmış en anlamlı ve ciddi
muhalefet metnini yayınlayan Aksaçlılar’a “YAEci!” diye saldırmalarıydı.
***
Bu ekip, laikçi hatim indirmeye aslında 2010’da değil, 2007’de başladı. O yıl Gül’ü
seçtirmemek için Türk hukuk tarihinin en büyük ve en komik rezaleti
olan 367 olayını düzenlediler. Sonuç, Erdoğan’ı iktidara getirerek bugünkü Rejim’e öyle bi yol açtı
ki, bir günah keçisi bulup onun sırtına yıkmak zorundaydılar. İki tane
buldular: 1) 2010’da Anayasa Referandumu reformlarına Yetmez Ama Evet diyenler; 2) 2013’te de, Kürt Barış Süreci’ne katkı yapan Akiller.
İkincisi şu anda konumuz değil. 2010 Referandumunu madde madde tanıtayım da, birilerine okutup öğrensinler.
***
1) Temel hak ve özgürlükler güçlendirildi:
Kişilerin yurt dışına çıkma özgürlüğünün, ancak suç
soruşturması/kovuşturması sebebiyle ve yargı kararına bağlı olarak
sınırlanabileceği kabul edildi.
Memurlara toplu sözleşme hakkı verildi.
Yürütme’nin her türlü işlemine karşı her yurttaşın
başvuracağı Ombudsmanlık getirildi.
AYM tarafından partisi kapatılanların milletvekilliğinin düşürülmesine
son verildi.
Dezavantajlı kişilere getirilecek pozitif ayrımcılığın eşitlik ilkesine aykırı sayılmayacağı ilan edildi.
2) Askerî vesayet zayıflatıldı:
Askerî yargının görev alanı çok daraltıldı. Askerler ağır cezalık suçlar
için sivil mahkemelerde yargılanmaya başlandı.
Savaş hali dışında sivillerin askerî mahkemelerde yargılanmalarına son
verildi; mesela askerî mahkemeye gönderilen Şemdinli davası yeniden sivile taşındı.
Kadrosuzluk hariç, Yüksek Askerî Şura’nın her türlü ilişik kesme
kararına karşı yargı yolu açıldı.
Askerî yargının kuruluş ve işleyişinin "askerlik hizmetlerinin
gereklerine göre” düzenleneceği ibaresi Anayasa’dan çıkarıldı.
12 Eylül darbe sorumlularının yargılanmasını engelleyen Geçici Md. 15 kaldırıldı. Bu sayede K. Evren ve T. Şahinkaya müebbede çarptırıldılar ve davaları ancak ölmeleri sayesinde düştü.
3) Yargı reformu getirildi:
AYM’ye bireysel başvuru yapma hakkı getirildi. Bu sayede mesela Twitter ve Youtube açıldı.
Öcalan’ın kitabına el koymak hukuk ihlali ilan edildi.
Hrant davasında etkili soruşturma yapılmadığı saptandı.
Uzun tutukluluklar ve yargılamalar yasaklandı.
Yargı’nın denetim yetkisi artırıldı.
HSYK’nin meslekten çıkarma cezalarına karşı yargı yolu açıldı.
Siyasi parti kapatmak çok zorlaştırıldı çünkü artık AYM’de 3/5 nisap yerine 2/3 nisap getirilmişti.
Adalet bakanının rolü sınırlandı; eskisi gibi HSYK başkanı olmaya devam
edecek ama daire toplantılarına katılamayacaktı. Ayrıca, hâkim ve
savcılar hakkında disiplin inceleme ve soruşturmalarını ancak ilgili
dairenin isteği üzerine başlatabilecekti. Hâkim ve savcıların disiplin
soruşturmaları Adalet Bakanlığından alınıp HSYK müfettişlerine
verildi.
Daha önce, HSYK’deki yargı kökenli üyeler Yargıtay ve Danıştay
tarafından seçilir ve cumhurbaşkanı tarafından atanırdı. 2010’da
üyelerin 10’unun bütün hâkim ve savcılarca seçilmesi sağlandı. Bunlara Yargıtay’ca 3, Danıştay’ca seçilecek 2 üye eklendiğinde, 22
üyeli Kurul’un büyük çoğunluğu hâkimler tarafından seçilir oldu.
Cumhurbaşkanının yetkisi de kalktı.
Şimdi, zurnanın zırt dediği şuraya çok dikkat:
TBMM’den geçen metne göre herkes tek adaya oy verebilecekti. Bu sayede, çoğunluğu elinde tutanlar tulum
çıkartamayacaktı. Fakat aynen 2007’deki 367 olayındaki gibi CHP burada da eline-diline
hâkim olamadı. Yaptığı başvuru üzerine AYM (anayasa değişikliklerine karışamadığı halde) bu hükmü iptal
edince, aday sayısı kadar oy verme olanağı doğdu ve Adalet Bakanlığı bürokratlarının hazırladığı
liste tulum çıkardı.
Bunun tercümesi: AKP’nin hamilik yaptığı Fethullahçılar yargıyı doldurdu, 2016’nın ardından da, onların mirasçısı
olan AKP.
Mesele bu denli basitken, o günden bugüne “YAEcileer!” diye çığrışan
laikçi ihvan, meselenin AYM faslı sonrasını bilmezden geliyor. Utanması
olmamak böyle tecelli ediyor herhalde.
***
Bunların şimdi af diletmek istemesi küstahlığı bi yana, “Biz biliyorduk, siz nasıl bilmiyordunuz!” demesi muazzam cesaret. Kendilerinin eğitim düzeyi hakkında
konuşmayayım ama, biz de bu kadar mürekkep yalamışlığımızla herhalde
bişeyler biliyorduk.
Biliyorduk ki, mesela, geniş kitlelerin siyasal hayata dahil olması
ilelebet engellenemez. Engellendikçe radikalleşip İslamcıların eline
düşerler.
Görmüştük ki AKP, ulusalcıların “Dış müdahaledir!” diye asla yapmayacağı
şeyi yapıp, 2004’te Anayasa Md. 90/5’i getirerek temel hak ve özgürlükler konusundaki uluslararası antlaşmaları, aynı konudaki ulusal yasalara
üstün ilan etmiştir. Böyle bir partiyi demokrat olduğu sürece desteklemek, bu
partinin Avrupa’daki Hristiyan Demokratlar gibi Müslüman Demokrat’a dönüşmesine yardım edebilecektir.
Nitekim 2011’e hatta 2013’e kadar tüm Batı da aynen böyle düşünmekte, AKP’yi bu sebeple desteklemekte, onu
Orta Doğu’ya model göstermekteydi.
Biliyorduk ki, AKP’yi iyi şeyler yaptığı zaman desteklememek,
Müslümanların asla iyi şeyler yapamayacağına iman etmiş olmaktan gelmektedir.
AKP Kadın Kolları Başkanı L. S. Çam’ın, Erdoğan’ın 2011’de imzalayıp
şimdi kaldırmaya soyunduğu İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkacağını ve 81 ilde Yeni Akit’in baş silahşoru A. Dilipak’a dava açacağını o zamandan bilemezdik ama, bizim için bu tür bir gelişme AKP’nin
sonunda varacağı noktalardan biriydi.
Hüda Kaya, Ö. F. Gergerlioğlu, Cemil Kılıç, İhsan Eliaçık gibi örnekler
bu ekip için hiçbir şey ifade etmezdi. Çünkü AKP’nin Kürt düşmanlığı
ortak paydasında kurduğu Mahşerin Dört Atlısı’nın dördüncü parçası olan bu tür ulusalcılarda düşüncenin
yerine ulusalcı iman geçerliydi ve şu anda da aynen öyle.
***
Bitirmeden önce:
1) Yukarıda methettiğim reformlar o zaman için bile yetersizdi. Onun
içindir ki “Yetmez…” dedik zaten.
2) 2010’daki desteğin ertesi günü dönüşmedi bugünkü korkunç durumuna
Erdoğan. Mesela 2011’de İstanbul Sözleşmesi’nin ilk imzacısı oldu. Mayıs
2013’te Türkiye’deki ilk barışçı Kürt çözümüne girişti.
Fakat aynı yılın sonundaki 17-25 Aralık “ithamları” diyelim isterseniz,
kendisine fazlasıyla yaşamsal gelmiş olmalı ki, Dr. Jekyll’i Mr. Hyde’a dönüştürüverdi. Aynen Stevenson’ın romanındaki gibi.
3) Erdoğan dönüşüverince, 2010’da nasıl desteklediysek, aynen öyle kösteklemeye başladık derhal. 1930’dan beri hiçbir şey değişmesin diye askerî darbecileri on
yıllardır desteklemiş olanların ve “Cumhuriyeti Korumak” adına dincilere
bilmeden su taşımışların aksine “laikçi iman”a değil demokratik fikre
dayandığımız için, iyi olana iyi kötü olana da kötü dedik. Demeye de devam edeceğiz.
Belki de olay böyle fazla basit olunca, böylesi “iman” sahiplerince zor
anlaşılıyor.
Baskın Oran/
Artı Gerçek