Translate

31 Temmuz 2023 Pazartesi

Boşluklarda Saklı

“Kitapları yırtılan, fırlatılan, yakılan bütün kız çocuklarına ve kadınlara...” ithafıyla açılan bir öykü kitabı, bir ilk kitap. Gerçeğin gerçeküstü kesitlerinden alternatif dünyalar damıtan bir atmosfer emekçiliği. Söze indirgenmeye direnen yaşayışların anlatıları. Aralanmak bilmeyen sis katmanları içerisinde okurun algısıyla saklambaç oynayan macera çağrıları. Farklı mı farklı, deneysel ve çağrışımlı yönlere meyletmiş yapısıyla halis manada ayrıksı bir kitap.

“Ejha’nın dilini uzatıp siyah sıvı damlattığı yerler tutuştu, alevler giderek çoğaldı. Merdiven basamağında sürünürken kırmızı tüyleri büyüdü. Dişleri çıkıverdi ortaya. Boyunun uzunluğu kısaldı, kendi etrafında dönerken kuyruğuna dolandı.”

Burada “mesele ne, ana fikir nedir?” gibi sorularla yaklaşılamayacak metinlerle karşı karşıyayız. “Mesele oluşturulan yapıların kendi kapılarını içten dışa açması” denebilir belki ama gerek yok; yazar bunlarla ilgilenmiyor.

Sonsuz baskılanma hissi altında yabancılaşan isimlendirmeler, tanıdık öğelerin dönüşemeden şekilsizleşmesi, ikircikli macguffin’ler, kaybolmuşluğa gömülmek, kurumsal hegemonyanın kenarında kalmaya çabalayan yalnızlar, varolamamak ama vazgeçmemek; umut ya da umutsuzluk seçimi ötesinde umut kategorisini ortadan kaldırmış gündelik yenilgi dünyaları. Hepsi yekpareleşerek öyküden öyküye devam eden bir büyük alarm blokunun sinyalleri fakat uyarıları duyacak kimse kalmamış.

İyi atlara binip gidenlerden çok sonra, bilimkurgu geleceğinde, gitmeyenlerin gizlenir halini gösteriyor kitap. Bir şeyler illaki söyleniyor ama en çok da konuşamamak öne çıkıyor. Yazar bastırılmışlığı anlatmak için bastırılmış bir biçim oluşturuyor ve bu zorlayıcı dizgeden sapmamak için kendi ifade dürtülerini dizginleyerek son zamanların öykü gerçekliklerinin tam zıddı rotaların peşine düşüyor.

Susturulmuşluğun içinden yazmak hedeflenmiş. Bu hedefe yönelen insanüstü bir çabayla korkunç mu korkunç hal ve gidişlerin panoramasına loş ışıklar taşınıyor. Gölgeler dolanıyor bu öykülerde; sesler, fısıltılar, izahatsızlıklar.

Herkes cezalandırılmak için yaşıyor; dev bir totaliterleştirme makinesi içinde anlam da, anlatım da yok oluşa meylediyor. Yarın var mı belli değil, dünü anan da kalmamış; hafızasızlaşan toplumların kopuk figürleri hareket halinde kalmaya zorunluyken nelerden vazgeçtiklerini dahi seçemiyorlar. Parazitten izlenemez bir televizyon yayınına dönüşmüş varoluş; zevk almayı düşünmek uzun zamandır kimsenin aklına gelmiyor.

“Konuşurken konudan konuya atlıyor, ellerini şaklatarak dikkatimi dağıtıyordu. Bu kadında kesinlikle bir gariplik vardı.”

Bugüne kadar üzerine kelam ettiğim öykü kitapları arasında kişisel anlamda bana en çok hitap edeni kesinlikle Dünyanın Öteki Yüzü. Normal şartlar altında bu tamamıyla ehemmiyetsiz bir bilgi, çünkü eleştiriye uzanan değinmelerin kişisel tercihlerle ilgi alakası olamaz; bahsedilmesi gereken eserin ve ona hayat üfleyen kişinin hedefledikleriyle bunu ne ölçüde başarabildiği arasındaki mesafedir; bir de tabii bunu gerçekleştirme çabasında yararlandığı unsurların didiklenmesi, sanatkâr zekâsının planını kuşatırken açtığı irili ufaklı çığırların kayda geçirilmesi... Yalnız bu kitap benim açımdan bir istisna barındırıyor.

Nedir o istisna? Kendi öykücülüğümde de merkezî gördüğüm, az bilinen bir edebi ekolü belki derinlemesine inceledikten sonra belki de benim gibi ilkin farkında olmaksızın içselleştirmiş olması. “Dünyada dahi tam anlamıyla meşruiyetini ispat edememiş bu cereyanın ismi de neymiş?” derseniz cevap “transrealizm” ya da akışa batıp çıkma manasındaki alternatifi “slipstream”.

İyi de neyi işaret ediyor bu yeni akım? Yazarın yaşantısı içindeki yabancılığı genişleterek anlatıyı ötekileştirdiği bir çeşit meta-biyografi yaklaşımını. Dünyanın uzaylı gözüyle görüldüğü atmosferde birinci tekil deneyimlerin dışsallaştırılmasını. Uzatmayalım, çünkü bu yazıda amaç transrealizm’i tanımlamaktan çok siz okurların meraklanmasına zemin hazırlamak.

“Nasıl bir şey acep bu transrealizm” diyor olabilirsiniz, “tadı neye benziyor?” Yazarı katılsın katılmasın, bence tam da bu kitaptaki öyküler gibi tat veriyor. Öyleyse bu kitabı okuyunca yeni öyküler keşfetmenin yanı sıra yeni bir edebiyat akımına da tesadüf edeceksiniz ve okur böylesi şanslara nadir rastlar.

“Hiç mi kılçığı yok kitabın ey güzellemeci?” yakınmanızı duyar gibiyim. “Merak etme negatiften beslenen ortalama okur, var elbet” diyerek sönümlenmeye terk ediyorum yankıları. Gelin “Zehir” isimli öyküden sorunlu bir pasaja kulak verelim:

“Akşam olmamıştı henüz ama bulutlar karardığından ışığı açmak zorunda kaldım. Otuzuncu Hane’nin beri tarafından itibaren herkesin evlerinin ışıkları yanıyordu halen. Gece gece insanları uyku mu tutmadı, anlam veremedim. Gözlerimi yeniden kaparken yağmur yeniden hızlı şekilde yağmaya başladı. Tavana vuran sert damlaların sesiyle uykuya dalıverdim.”

Kakofoniye kaçan bir ses karmaşası duyuyor musunuz? İşte böyle böyle kılçıklar var.

Odak tasarının kıymetini teslim ettikten sonra amaçlananın yeterince başarılıp başarılamadığının tartıya yatırılması lazım. “Bir yandan kalemin atmosfer kurma kuvveti, öte yandan tematik seçimlerin adeta saplantılaşmışlığı öyküleri birbirlerinden ayrıştırılamayacakları bir ortak çatıya mı hapsetmiş?” sorusunu da iliştirmek gerekir. Yazar bunların muhasebesi sonrası daha da pürüzsüz metinlerle dönecektir.

“Po’da yayılan Orvis virüsü sebebiyle hastanelerde takas edilecek organlar zarar görüyor.”

Malum, yapay zekâ çağındayız; edebiyatımızın günceli yakalayıp mevcut gerçekliğin temsil ihtiyacına karşılık vermesinin vakti geldi de geçiyor. Bunu yapmaya aday bir isimle karşı karşıyayız. Potansiyelini değerlendirmek için hızlıca neyi, nasıl anlatmak istediğine dair deneylerinin zincirden boşanmasına izin vermeli ve naçizane fikrim, iz sürdüğü topraklardaki her şey çamura bulanmış olsa da şiiri artırmalı.

Ömer Altan K24

19 Temmuz 2023 Çarşamba

Spinoza'nın tanrısı

Spinoza'nın tanrısı ya da doğasına göre Tanrı şöyle derdi:
Dua etmeyi ve boşuna göğsüne yumruk atmayı bırak! Yapmanı istediğim tek şey, dünyaya çıkıp hayatının tadını çıkarmandır. Eğlenmeni, şarkı söylemeni ve senin için yaptığım her şeyin tadını çıkarmanı istiyorum.. Kendi inşa ettiğin tapınaklara gitmeyi de bırak. Oraların benim evim olduğunu söylüyorsun! Benim evim dağlarda, ormanlarda, nehirlerde, göllerde, plajlarda ve senin kalbindedir. Sefil hayatın için beni suçlamayı bırak, çünkü ben sana hiçbir zaman yanlış bir şey olduğunu ya da günahkar olduğunu ya da cinselliğinin kötü bir şey olduğunu söylemedim! O yüzden, seni inandırdıkları her şey için beni suçlama. Benimle hiçbir ilgisi olmayan ve anlamadığın halde sözde kutsal yazıları okumayı da bırak. Gün doğumunda, bir manzarada, arkadaşlarının dostluğunda, küçük bir çocuğun gözlerinde beni okuyamıyorsan, henüz yazının bilinmediği devirlerde benim adıma yazıldığı iddia edilen hiçbir kitapta beni bulamazsın! Bana güven, ama önce kendine güven ve her şeyi benden istemeyi bırak, bana işimi nasıl yapacağımı sen mi söyleyeceksin? Benden korkmayı da bırak; Çünkü ben öcü değilim ve seni yargılamıyorum, seni eleştirmiyorum, sana sinirlenmiyor, seni rahatsız etmiyorum, asla seni cezalandırmıyorum. Beni sadece sevmen yeterlidir. Benden özür dilemeyi de bırak. Çünkü affedilecek bir şey yok. Eğer seni ben yarattıysam, seni özgür iradenle donattım. Sana verdiğim akıl ve iradeni kullanarak yaşıyorsan seni nasıl suçlayabilirim? Seni sen olduğun için nasıl cezalandırabilirim? Bir yaratıcı bunu nasıl yapabilir? Her türlü emirleri unut, her türlü yasayı unut; bunlar seni manipüle etmek için, seni kontrol etmek için, senin suçluluk hissetmeni isteyenlerin kurgusudur. Bunlara inanma, sadece kendi aklını kullan. Kendine saygı göster ve kendin için istemediğin şeyi başkalarına da yapma. Senden tek istediğim hayatına dikkat etmen. Çünkü bu hayat ne bir test, ne bir basamak, ne bir adım, ne bir prova ne de cennete giden bir yoldur. Ben seni tamamen özgür kıldım; Ödül yok, ceza yok, günahlar yok, erdem yok, kimse skor taşımıyor, kimse kayıt tutmuyor. SADECE SEVGİ VAR! Ancak hayatında bir cennet veya cehennem yaratmak için kesinlikle özgürsün! Bu hayattan sonra ne olup olmadığını söyleyemem, ama sana bir tavsiye verebilirim; bu hayattan sonra bir şey yokmuş gibi yaşa. Düşün ki bu hayat senin zevk alman, sevmen ve var olman için vardır, yani hiçbir şey yoksa, sana verdiğim bu yaşama fırsatından zevk almış olacaksın. Ama eğer bir şey varsa, orada da sana iyi mi kötü mü diye sormayacağım. Sana soracağım tek şey, beğendin mi, öğrendin mi? En çok neyi beğendin? ‘Yaşamında ne öğrendin ve hangi güzel işleri yaptın’ olacaktır. Bana inanmayı bırak; inanmak tahmin etmek, hayal etmektir. Bana inanmanı istemiyorum, beni kendinde hissetmeni istiyorum. Beni sevmen yeterli. Övülmekten sıkıldım, teşekkür edilmekten bıktım. Minnettarlık hissediyor musun? Bunu kendine, sağlığına, ilişkilerine ve dünyaya göz kulak olarak ifade et. İzlendiğini mi hissediyorsun?.
Neşeni ifade et! Beni övmenin doğru yolları bunlardır.. İşleri zorlaştırmayı bırak ve benim hakkımda birilerinin öğrettiklerini papağan gibi tekrarlamaktan vazgeç.. Emin olabileceğin tek şey burada olduğun, ve yaşadığındır... Nitekim bu dünya harikalarla doludur... Etrafına baktığında beni görecek ve hissedeceksin... Neden daha fazla mucizeye ihtiyacın var ki? Beni dışarıda ararsan bulamazsın. Beni sadece kendi içinde bulursun.
Baruch Spinoza
  • Baruch de Spinoza, Fransız Descartes ile birlikte 17. yüzyıl felsefesinin üç büyük Rasyonalistinden biri olarak kabul edilir.
    (Düşünbil dergisi)
  • 14 Temmuz 2023 Cuma

    Bastille Baskını

    14 TEMMUZ 1789 BASTİLLE BASKINI (Harrison W. Mark'ın "Storming of the Bastille" makalesinden serbest çeviri.)
    Fransız Devrimi'nin sembolik olayı Bastille Baskını'dır. Aslında 1789'a gelindiğinde Paris'teki Bastille Zindanı, kağıttan bir kaplandı. Yetkililer hapishaneyi kapatmak ve yerine halka açık bir forum kurmak için görüşmelere başlamışlardı. Geçmişteki kötü ününe rağmen, Bastille artık soylu mahkumlar için tercih edilen bir hapishane olmuştu. Eskinin rezil yeraltı hücrelerinin çoğu kullanılmıyordu artık. Pek çok mahkuma yatak, masa ve soba izni verilmişti. Bastille'in en kötü şöhretli mahkumu, erotik-pornografik edebiyatın ünlü ismi Marquis de Sade, bir gardırop ve 133 ciltlik bir kütüphane lüksü için izni koparmıştı mesela. (Marki de Sade toplam 29 yılını hapishanede, 13 yılını akıl hastanesinde geçirdi. Bastille'de ise 11 yıl kaldı.)
    14 Temmuz 1789'da, dördü sahtekar, biri İrlandalı "deli", biri ailesinin emriyle hapsedilen sapkın genç aristokrat ve biri de Kral XV. Louise'ye muhalefet ettiği için 30 yıldan uzun bir süredir hapiste olan toplam yedi mahkum vardı. Marki de Sade, 10 gün önce akıl hastanesine kaldırılmıştı, yani o tarihi günde Bastille'de değildi.
    Yine de Eski Düzen'i (Ancien Régime) temsil eden Bastille'i ele geçirme ve mahkumları özgürleştirme fikri, devrimciler için çok önemliydi. Çünkü insanlar hala keyfi olarak tutuklanıyor ve Bastille'in sembolize ettiği türden hapishanelere götürülüyordu. Dolayısıyla 14 Temmuz 1789 günü, yaklaşık 1000 kadar Parisli yoksulun sefalet içinde yaşadıkları varoşlardan (faubourg) çıkarak görünüşte orada tutulan silahları ve barutu ele geçirmek için bu nefret edilesi hapishanenin duvarlarının önüne gelmesi tesadüf değildi.
    Bastille Fırtınası
    Bastille Kumandanı Bernard-René de Launay, artık savunmakla yükümlü olduğu surların içinde doğmuştu. Ama o gün emrinde çok küçük bir güç vardı. Garnizonu 82 sakat eski asker ve takviye olarak gelen 32 İsviçre askerinden oluşuyordu. Toplar duvarların üzerine yerleştirilmişti ancak kalabalığın peşinde olduğu ödül, 250 varil barut içerde korunuyordu. Birliğin yalnızca iki günlük yiyeceği vardı ve suyu yoktu. Bunlar da kuşatmaya dayanma yeteneğini sınırlıyordu.
    Sabah saat 10'da, kalabalık dışarıda toplanırken, Hotel de Ville'den (Belediye) üç delege Bastille'e girerek Launay'den topu duvarlardan kaldırmasını ve hapishanenin barutunu ve silahlarını Paris milislerinin gözetimine teslim etmesini istedi. Subayları tarafından Saray'dan emir olmaksızın teslim olmanın onursuzluk olacağına ikna edilen kumandan, Versay'dan (Versailles) izni olmadan hiçbir şey yapamayacağını söyledi. Bir çıkmaza giren delegeler, üstleriyle durumu müzakere etmek için kaleden ayrıldılar.
    Bu arada, surların dışındaki muazzam ve sabırsız kalabalık, kalenin gerçek kapısının bulunduğu iç avludan tek bir duvarla ayrılan dış avluya doğru yaklaşmıştı. İki avluyu ayıran duvarda küçük bir asma köprü vardı. Paris milisleri ayrıldıktan yarım saat sonra iki adam duvara tırmandı ve asma köprünün zincirlerini kesti. Köprü düştü ve altında duran masum bir adamı öldürdü.
    Köprünün düşüşünü Launay'ın onları içeri almaya karar vermesi olarak anlayan yüzlerce kişi içeriye akın etti. Askerlerin kalabalığa geri dönmeleri, aksi taktirde vurulacakları yönündeki çağrıları, daha yakına gelmeleri için bir teşvik olarak yanlış duyuldu. Çok geçmeden biri paniğe kapıldı ve bir silah sesi duyuldu, ardından tekrar yaylım ateşleri geldi.
    Kaosun ortasında, birkaç devrimci yere düşerken, insanlar Launay'i kalabalığı daha kolay katledilmek için iç avluya çekmekle suçlamaya başladı. Silahlı Parisliler kaleyi savunan askerlere ateş etmeye başlarken, saldırganlara bir sis perdesi sağlamak için kapının önünde gübre ve samanla dolu arabalar ateşe verildi. Çatışma yoğunlaştı ve beyaz ateşkes bayrağı sallayan bir delege görmezden gelindi.
    Öğleden sonra 15.00'e yakın kalabalık, aralarında Amerikan Devrim Savaşı gazilerinin de bulunduğu Fransız Muhafızlarının isyancı bölükleri tarafından takviye edildi. Eski bir astsubay olan Pierre-Augustin Hulin liderliğindeki asi askerler, beş top getirdiler ve Bastille'in kapısına nişan aldılar. Bu belirleyici an oldu. Hiçbir kraliyet takviyesinin gelmediğini ve kapının bir topçu saldırısına dayanamayacağını anlayan Launay, teslim olmayı teklif etti. Teslimi kabul edilmezse barut fıçılarını tutuşturararak tüm kaleyi havaya uçurmakla tehdit etti. Kalabalık herhangi bir şartı kabul etmeyince Launay geri adım attı. Bastille'in üzerine ateşkes bayrağı yerine beyaz bir mendil asıldı ve ikinci asma köprü indirildi.
    Vatandaş ordusu içeri hücum etti, derhal hücrelere yönelerek mahkumları serbest bıraktı ve bulabildikleri silah ve barutu aldı. Bunlar olurken akıllıca davranıp üniformalarını çıkaran Launay'ın İsviçreli askerleri, mahkumlarla karışarak paçayı kurtardılar. Ancak şansız olanlar da vardı. Béquard adlı bir polis memuru kalabalığa kapıyı açarken gardiyan sanıldığı için eli kesildi ve kesik el açmaya çalıştığı kapının anahtarını tutar şekilde Paris sokaklarında dolaştırıldı.
    En büyük acıyı Bastille Kumandanı Launay çekti. Katliam emrini onun verdiğine inanan devrimciler, onu Belediye Binası'na götürdüler. Yol boyunca, dövdüler, hakaret ettiler ve üzerine tükürdüler. Belediyeye vardıklarında, onu tutsak edenler, onu öldürmenin en ıstırap verici yöntemlerini tartışırken işkenceden bıkmış olan Launay tersledi ve "Bırak öleyim!" diye Desnot adlı pastacının kasıklarını tekmeledi. Böylece kaderini belirlemiş oldu. Kalabalık onu önce hançer, kılıç ve süngü darbeleriyle, sonra da tabanca atışlarıyla delik deşik etti. Cesedi bir oluğa attıktan sonra, Desnot üzerine atladı ve bir çakı ile kafasını kesti.
    Jacques de Flesselles (Belediye Başkanı), kargaşaya neyin neden olduğunu görmek için binadan çıktığında, kalabalık "hain!" diye haykırarak üzerine saldırdı. Flesselles'in kesilen kafası ile Launay'ın kafaları birer mızrağa takılarak tezahüratlar, şarkılar, marşlar söyleyen kalabalıklar tarafından Paris sokaklarında gezdirildi.
    Bastille Baskını sırasında 82 devrimci öldürüldü ve daha sonra 15 kişi yaralarından dolayı öldü. Olay, Paris'in baldırı çıplaklarının büyük ölçüde bir burjuva meselesi olan devrim üzerinde ilk kez büyük bir etkiye sahip olduğuna işaret ediyordu.
    Meşhur anekdota göre, Kral XVI Louis, Bastille'e yapılan saldırının bir isyan olup olmadığını sorduğunda, Rochefoucauld Dükü, "Hayır efendim, bu bir devrimdir" diye yanıt vermişti. Gerçekten de öyleydi. "Sans-culotte'lar" sözlerini söylemişler ve gözardı edilmeyi reddetmişlerdi.
    15 Temmuz'da Kral, Meclis'ten büyük alkış alarak askerlerin Paris bölgesinden çekildiğini duyurdu. O günün akşamı Kral ve Kraliçe Versailles'da bir balkondan kalabalığı selamladı. Lafayette Markisi kalabalığa kralın yanıltıldığına ve kötü niyetli olmadığı ve tam iyilikseverliğe geri döndüğü konusunda güvence verdiği bir konuşma yaptı. Aynı akşam, Lafayette'e Ulusal Muhafızların komutası verildi ve Jean Sylvain Bailly, Paris Belediye Başkanı oldu.
    Ertesi gün Bailly Kral'a kırmızı ve mavi bir devrimci kokartı verdi. Lafayette, kralın halkıyla uzlaşmasını sembolize etmek için daha sonra tasarıma Bourbon beyazı ekleyerek modern Fransız bayrağının üç rengini yarattı. Yine de XVI. Louis'nin güç kaybetmekte olduğu belliydi. Bunu farketen Artois Kontu, 16 Temmuz'da gece yarısı, yanında kralcılardan oluşan bir heyetle Versay'dan kaçtı. Daha sonra ülkeden de kaçan Artois ve yandaşları, Devrim nedeniyle Fransa'yı terk eden ilk siyasi göçmen dalgası olacaktı.
    Bu arada Paris'te, kraliyet birlikleri tarafından geri alınmasın diye Bastille'in yıkılmasına karar verildi. 1000 işçinin emeği ile kale, Kasım ayına kadar tamamen yıkıldı. (Kalenin taşları daha sonra Concorde Köprüsü'nün inşasında kullanıldı.) Lafayette daha sonra Bastille'in anahtarını, onu Mount Vernon'daki evinde sergileyecek olan ABD Başkanı George Washington'a hediye edecekti.
    14 Temmuz 1790'da, Bastille Baskını/Fırtınası'nın birinci yıldönümü ülke çapında Federasyon Bayramı (Fête de la Fédération) olarak ve bir zamanlar Bastille'in bulunduğu yerde kutlandı. Bugün, Fransız Ulusal Bayramı veya “Bastille Günü” olarak adlandırılan 14 Temmuz, Devrim'i, Fransız halkının birliğini ve ülkede demokrasinin doğuşunu sembolize eder.
    "Bastille Fırtınası", iktidarı sans-culotte'ların ellerine teslim etmesi ve Devrim'in ilk büyük olaylarından biri olması açısından önemliyken, aynı zamanda Devrim'de kan dökülmesi açısından da önemliydi. Bastille'in düşmesinden dokuz gün sonra Paris Valisi Sauvignay ve Bakan Foulon da öldürüldüler. Öldürülenlerin başları yine mızraklara takıldı. Ayrıca Foulon'un ağzı, halkı aç bıraktığını anlatmak için otlarla doldurulmuştu. Yani 1793'te giyotinin ve "terör"ün hükümdarlığını ilan etmesinden çok önce "devrim" kanın tadına varmıştı. Bu nedenle, Bastille Baskını, hem Fransa'da özgürlüğün doğuşuna hem de Fransız Devrimi'nin kötü şöhretini borçlu olduğu şiddetin hükümdarlığının başlangıcına işaret ediyordu.
  • Ayşe Hür (Facebook sayfasından)


    6 Temmuz 2023 Perşembe

    İklim Değişikliği Nedir?

    İklim değişikliği, sıcaklıklarda ve hava modellerinde uzun vadeli değişimleri ifade eder. Bu tür kaymalar, güneşin etkinliğindeki değişiklikler veya büyük volkanik patlamalar nedeniyle doğal olabilir. Ancak 1800'lerden bu yana, öncelikle kömür, petrol ve gaz gibi fosil yakıtların yakılması nedeniyle insan faaliyetleri iklim değişikliğinin ana itici gücü olmuştur .

    Fosil yakıtları yakmak, Dünya'nın etrafını saran bir battaniye gibi davranan, güneşin ısısını hapseden ve sıcaklıkları yükselten sera gazı emisyonları üretir.

    İklim değişikliğine neden olan başlıca sera gazları arasında karbondioksit ve metan bulunmaktadır. Bunlar, örneğin bir arabayı sürmek için benzin veya bir binayı ısıtmak için kömür kullanmaktan gelir. Araziyi temizlemek ve ormanları kesmek de karbondioksit salabilir. Tarım, petrol ve gaz operasyonları metan emisyonlarının başlıca kaynaklarıdır.  Sera gazlarına neden olan başlıca sektörler arasında enerji, sanayi, ulaşım, binalar, tarım ve arazi kullanımı yer almaktadır .

    Küresel ısınmadan insanlar sorumludur

    İklim bilimcileri , son 200 yılda neredeyse tüm küresel ısınmadan insanların sorumlu olduğunu gösterdi . Yukarıda belirtilenler gibi insan faaliyetleri, dünyayı en az son iki bin yılda hiç olmadığı kadar hızlı ısıtan sera gazlarına neden oluyor.

    Dünya yüzeyinin ortalama sıcaklığı şu anda 1800'lerin sonlarında (sanayi devriminden önce) olduğundan yaklaşık 1,1°C daha sıcak ve son 100.000 yılda herhangi bir zamandan daha sıcak. Son on yıl (2011-2020), kayıtlardaki en sıcak dönemdi ve son kırk yılın her biri, 1850'den bu yana önceki on yıllardan daha sıcak oldu.

    Pek çok insan iklim değişikliğinin esas olarak daha yüksek sıcaklıklar anlamına geldiğini düşünüyor. Ancak sıcaklık artışı, hikayenin yalnızca başlangıcı. Dünya, her şeyin birbirine bağlı olduğu bir sistem olduğundan, bir alandaki değişiklikler diğer tüm alanlardaki değişiklikleri etkileyebilir.

    İklim değişikliğinin sonuçları şimdi , diğerlerinin yanı sıra yoğun kuraklıkları, su kıtlığını, şiddetli yangınları, yükselen deniz seviyelerini, selleri, eriyen kutup buzlarını, feci fırtınaları ve azalan biyolojik çeşitliliği içeriyor.

    İnsanlar iklim değişikliğini farklı şekillerde yaşıyor

    İklim değişikliği sağlığımızı, gıda yetiştirme yeteneğimizi, barınmamızı, güvenliğimizi ve çalışmamızı etkileyebilir. Bazılarımız, örneğin küçük ada ülkelerinde ve diğer gelişmekte olan ülkelerde yaşayan insanlar gibi, iklim etkilerine karşı daha savunmasız durumdayız. Deniz seviyesinin yükselmesi ve tuzlu su girişi gibi koşullar, tüm toplulukların yer değiştirmek zorunda kalacağı bir noktaya geldi ve uzun süreli kuraklıklar insanları kıtlık riskiyle karşı karşıya getiriyor. Gelecekte, “iklim mültecilerinin” sayısının artması bekleniyor.

     

    Küresel ısınmadaki her artış önemlidir

    Bir dizi BM raporunda , binlerce bilim adamı ve hükümet eleştirmeni, küresel sıcaklık artışını 1,5°C'den fazla olmayacak şekilde sınırlamanın, en kötü iklim etkilerinden kaçınmamıza ve yaşanabilir bir iklimi korumamıza yardımcı olacağı konusunda hemfikirdi. Ancak şu anda yürürlükte olan politikalar, yüzyılın sonuna kadar 2,8°C'lik bir sıcaklık artışına işaret ediyor.

    İklim değişikliğine neden olan emisyonlar dünyanın her yerinden geliyor ve herkesi etkiliyor, ancak bazı ülkeler diğerlerinden çok daha fazlasını üretiyor . Tek başına en büyük yedi ülke (Çin, Amerika Birleşik Devletleri, Hindistan, Avrupa Birliği, Endonezya, Rusya Federasyon ve Brezilya) 2020'deki tüm küresel sera gazı emisyonlarının yaklaşık yarısını oluşturdu.

    Herkes iklim için harekete geçmeli, ancak sorunu daha fazla yaratan insanların ve ülkelerin önce harekete geçme sorumluluğu daha büyük.

    Çok büyük bir zorlukla karşı karşıyayız ancak birçok çözümü zaten biliyoruz

    Birçok iklim değişikliği çözümü, yaşamlarımızı iyileştirirken ve çevreyi korurken ekonomik faydalar sağlayabilir. Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri , BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Paris Anlaşması gibi ilerlemeye rehberlik edecek küresel çerçevelerimiz ve anlaşmalarımız da var Üç geniş eylem kategorisi şunlardır: emisyonları azaltmak, iklim etkilerine uyum sağlamak ve gerekli düzenlemeleri finanse etmek.

    Enerji sistemlerini fosil yakıtlardan güneş veya rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına geçirmek , iklim değişikliğine neden olan emisyonları azaltacaktır. Ama şimdi harekete geçmeliyiz. Artan sayıda ülke 2050 yılına kadar net sıfır emisyon taahhüdünde bulunurken , ısınmayı 1,5°C'nin altında tutmak için emisyonların 2030 yılına kadar yarıya indirilmesi gerekiyor . Bunu başarmak, kömür, petrol ve gaz kullanımında büyük düşüşler anlamına geliyor: Felakete varan iklim değişikliği düzeylerini önlemek için, bugünün kanıtlanmış fosil yakıt rezervlerinin üçte ikisinden fazlasının 2050 yılına kadar yer altında tutulması gerekiyor .

    klim sonuçlarına uyum sağlamak insanları, evleri, işletmeleri, geçim kaynaklarını, altyapıyı ve doğal ekosistemleri korur. Mevcut etkileri ve gelecekte olması muhtemel etkileri kapsar. Uyum her yerde gerekli olacak, ancak iklim tehlikeleriyle başa çıkmak için en az kaynağa sahip en savunmasız insanlar için şimdi öncelik verilmelidir. Geri dönüş oranı yüksek olabilir. Örneğin afetler için erken uyarı sistemleri can ve mal kurtarır ve ilk maliyetin 10 katına kadar fayda sağlayabilir.


    Faturayı şimdi ödeyebiliriz ya da gelecekte çok pahalıya ödeyebiliriz.

    İklim eylemi , hükümetler ve işletmeler tarafından önemli finansal yatırımlar gerektirir. Ancak iklim eylemsizliği çok daha pahalı. Sanayileşmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere yılda 100 milyar dolar sağlama taahhüdünü yerine getirmeleri kritik bir adımdır, böylece uyum sağlayabilirler ve daha yeşil ekonomilere doğru ilerleyebilirler.