Translate

Deniz Gezmiş • Yusuf Aslan • Hüseyin İnan

17 Mart 1971 günü kendilerini Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) savaşçıları olarak tanıtan Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan, Kayseri-Sivas Karayolu üzerinde Şarkışla’da yakalanmıştır. Yakın arkadaşlarından Hüseyin İnan ise yaklaşık bir hafta sonra 23 Mart 1971 günü Kayseri’de yakalanır.
Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan, Hüseyin İnan ve 19 arkadaşı THKO (Türk Halk Kurtuluş Ordusu) davasından Türk Ceza Kanunu 146. Maddesinin, “Türkiye Cumhuriyeti Teşkilatı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini iskata veya vazifesini yapmaktan men’e cebren teşebbüs edenler,” muhtevası gereğince Anayasal düzeni zorla değiştirmek suçlaması ile idam cezası istemiyle yargılanırlar.

Savcılık iddianamesinde;
1- 12 Ocak 1971 tarihinde Ankara İş Bankası Emek Şubesi soygunu,
2- 5 Mart 1971 günü Ankara Balgat’taki Amerikan tesislerinden dört Amerikalı askerin kaçırılması eylemlerine dayanılarak TCK 146. Maddesine muhalefet, Anayasal düzeni zorla değiştirmek, suçlamalarıyla sanıklar hakkında Ankara Sıkıyönetim Mahkemesi’nde idam istemi ile dava açılır.
Cumhuriyet Savcısı, Hüseyin İnan’ın yakalanmasının üzerinden sadece üç gün geçmesinden sonra 26 Mart 1971 günü davayı açar. Bu derece ağır bir suçlamayla açılan davada savcı iddianamesini inanılmayacak ölçüde hızlı bir sürede hazırlamıştır. Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan, Hüseyin İnan ve 19 arkadaşı hakkında sadece bir günlük sürede hazırlanan iddianamede savcı bir kısım sanıklar hakkında idam cezası istemektedir. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ve arkadaşları 13 Nisan 1971 günü yargıç önüne çıkartılır.

Deniz Gezmiş’in hayatı
Deniz Gezmiş: 24 Şubat 1947 günü Ankara Ayaş’ta doğmuştur. Babası Cemil Gezmiş aslen Erzurumlu olup Deniz’in doğduğu yıl ilköğretim müfettişliği yapmaktadır. Ailenin Gezmiş soy ismini dedesi Mustafa Ağa’dan aldığı söylenir. Gezmiş ailesi, 1. Dünya Savaşında on altı oğlunu şehit vermiş bir ailedir. Gezmiş soy ismi muharebe meydanlarında fedakârlık ve gaziliğiyle tanınan dede Mustafa Ağa’nın lakabıdır.
Anne Mukaddes Gezmiş ilkokul öğretmenidir. Anne tarafından dedesi Balkan Savaşı’na askeri lise öğrencisi olarak katılmış, daha sonra katıldığı Kurtuluş Savaşı’nda yaralanmış, İstiklal Madalyası almıştır. Baba tarafından dedesi Sarıkamış Muharebesi’nde Rus ordularına esir düşmüş, esaretini Sibirya’da geçirmiştir.
Deniz, Liseyi İstanbul’da okuduktan sonra, 1966’da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine girer. Kısa sürede gençlik eylemlerinde öne çıkmış, Türkiye İşçi Partisinde çalışmıştır. 1968’de Devrimci Hukukçular Örgütünü kurduktan sonra, Amerikan 6. Filosu’nu protesto eylemlerine katılır ve İstanbul Üniversitesinin işgaline öncülük eder. Demokratik Öğrenciler Birliğinin kurucuları arasında yer alır.
Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal Yürüyüşü’nü tertipler. 1969’da Filistin’e gider, kısa bir süre gerilla eğitimi gördükten sonra yurda döner. Yurda dönüşünden bir süre sonra Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) örgütünü kurar.

Deniz Gezmiş ve arkadaşları Ankara 1. Numaralı Askeri Mahkemesince yargılanır. Savunma görevlerini Av. Halit Çelenk, Av. Mükerrem Erdoğan ve arkadaşları üstlenir. Av. Çelenk ve Av. Erdoğan, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını son nefeslerini verinceye kadar yalnız bırakmamışlardır. Av. Halit Çelenk, elli yılı aşan avukatlık mesleğinde yüzlerce siyasi davaya girmesine karşın Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın yargılandığı davalarda sanıkların avukatı olarak her dönem akla gelen ilk isim olmuştur.
Deniz Gezmiş ve arkadaşları davası sürerken Halit Çelenk ve on savunman arkadaşı hakkında, mahkemeye verdikleri yazılı ortak savunmada geçen “önyargı” sözcüğü nedeniyle askeri savcıya hakaret savıyla kamu davası açılır. Avukatlar sıkıyönetim askeri mahkemesi tarafından üçer ay hapis cezasıyla cezalandırılırlar. Dava dosyası, Yargıtay aşamasındayken çıkarılan 1974 yılı Af yasasıyla hapis cezası ortadan kaldırılır. Yine Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının davaları sürerken, cezaevinde Deniz Gezmiş ile görüşme yapan Avukat Halit Çelenk hakkında “Ağır Cezalık Suçu Övme” suçundan soruşturma açılır. Ankara sıkıyönetim komutanı tarafından tutuklanması istenir.
Sıkıyönetim savcısının yaptığı soruşturma aşamasında, yaptığı savunmalar doğrultusunda hakkında takipsizlik kararı verilir.

Yargılama süreci
Yargılama duruşması, Ankara 1. Numaralı Askeri Mahkemesinde 16 Temmuz 1971 günü başlar.
Sıkıyönetim Askeri Mahkeme yargıçları yer değiştirmeleri, atanmaları, görevden alınmaları, yükselmeleri ve tüm özlük hakları işlemleri yürütme organı tarafından takip edilen mahkemelerdir. Sıkıyönetim mahkemeleri yargıçlarının davalarda görevlendirmeleri, hukukun temel prensiplerinden “Doğal Yargıç” ilkesine de aykırı olarak yapılmaktadır. Sıkıyönetim askeri savcılığı tarafından sanıklar hakkında dava açılmasından sonra sanıkların hangi mahkemede yargılanacaklarına karar verilmektedir. Askeri yargı hâkimlerinin özlük haklarını 1963 yılında çıkan 357 sayılı Askeri Hâkimler Kanunu düzenlemiştir. Yasa uyarınca askeri yargıçlar idari ve mesleki hiyerarşi içerisindedirler. Tüm askeri yargıçlar mahkemenin kurulduğu askeri birliğin komutanının emrindedir. 357 sayılı Askeri Hâkimler Kanunu’nun 12. Maddesi uyarınca askeri hakimlerin 1. derece sicil amirleri askeri mahkemenin bağlı bulunduğu birlik komutanıdır.
Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının yargılanmalarında benzer olay yaşanmıştır. Sanıkların hangi mahkemede yargılanacaklarına, sıkıyönetim askeri savcılığı tarafından dava açıldıktan sonra karar verilmiştir. Sıkıyönetim komutanlığı askeri savcılık tarafından açılan davada l Numaralı Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinin yargılama yapmasına karar verir.
Yargılama devam ederken Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının savunma hakları kısıtlanmıştır. Avukatlarının hazırladıkları savunmaları müvekkilleri olan Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan ve arkadaşları inceleyememiştir. Cezaevinde hazırlanan savunmaları avukatlar müvekkillerine okuyamamışlardır.
Gezmiş, İnan ve Aslan’ın hazırladıkları savunmaları önce sıkıyönetim adli müşavirliğince incelenmiştir. Bu durum savunmanın dokunulmazlığını ihlal ettiği gibi zaman açısından avukatlar ile ortak bir savunma yapmalarına olanak tanımamıştır.
Avukatlarının 136 sayfayı bulan savunmaları, onları hukuk tarihine geçecek bir olayla karşılaştırmıştır. Avukatların uzun savunmalarında savcılığın tutumunu ortaya koymak amacıyla geçen “önyargı” sözü, askeri savcıya hakaret sayılmış, savunma görevini yapan avukatlar hakkında Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde kamu davası açılmıştır.
Avukatlar hakkında Sıkıyönetim Mahkeme savcısına hakaret suçlaması ile dava devam ederken, yargılananlardan Av. Halit Çelenk’in istemi üzerine Türkiye Barolar Birliği Başkanı ceza hukuku hocalarından Av. Prof. Dr. Faruk Erem konuya ilişkin bir mütalaa vermiştir. Mütalaasında ifadenin suç olmadığını belirtmiş ve yazılı görüşünü şu şekilde bitirmiştir:
“Savunma Hakkı Anayasadan gelen temel haklardandır. Bir hakkın kullanılmasının bazı kanıtlarla suç sayılması, özellikle yaptıkları hizmetin ‘Kamu Hizmeti’ olduğu Avukatlık Kanununun birinci maddesinde zikredilen avukatlar açısından bu hakkın kullanılmasında kuşku yaratabilir ve bundan adalet zarar görür. Av. Dr. Faruk Erem 7.6.1972”

Hukuk tarihinde müvekkilleri adına yaptıkları savunmada, sanıkları suçlayan iddia makamına önyargılı dedikleri için yargılanan ve mahkûm olan sanık vekiline ancak açık faşizmin hakim olduğu yönetim dönemlerinde rastlanılmaktadır.
Ankara 3 Numaralı Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde yapılan yargılama neticesi avukatlar adı geçen mahkemenin 1972/45 esas ve 1972/119 karar sayılı hükmü ile üçer ay hapis ve beşer yüz lira ağır para cezasına mahkûm edilirler. Bu cezaları ertelenmez. Sıkıyönetim Mahkemesi gerekçeli kararında Av. Dr. Faruk Erem’i verdiği mütalaa nedeniyle “Eyyamcılık ve Oportünistlikle” suçlar.
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın yargılandığı Ankara 1. Numaralı Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde yargılama devam ederken, Türkiye Barolar Birliği’nin Kurucu Başkanı ve Ceza Hukuku Hocası Prof. Dr. Faruk Erem’in davada TCK 146.ncı maddesinin uygulanmasının mümkün olmadığına ilişkin yazılı görüşü de nazara alınmaz.

Sanıklar ve avukatlarının yargılama boyunca yaptıkları savunmaları 300 sayfayı bulmuştur. 300 Sayfalık savunmanın 136 sayfası sanık avukatlarına aittir.

Sanıklar ve avukatları savunmalarında; Türkiye’nin ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini açıklayarak, siyasal iktidarın; temsil ettiği sınıfların çıkarlarına aykırı gördüğü Anayasayı nasıl rafa kaldırdığını, reformları nasıl bir kenara ittiğini ve giderek Anayasayı nasıl ihlal ettiğini açıklar. Gerçek suçluların bu iktidarın başında bulunanlar olduğunu kanıtları ile ortaya koymaya çalışırlar. Deniz Gezmiş mahkemede yaptığı savunma ile tarihe önemli bir not düşer.

Gezmiş savunmasında;
“Bu iddianamede 3 suç unsuru ileri sürülüyor. 1. Varlığımızı Türkiye’nin bağımsızlığına armağan etmiş olmak. 2. Kanuni ve legal bir örgütün üyesi olmak. 3. Marksist-Leninist düzen kurmak istemek.
Ayrıca iddianamede Türkiye halkının birtakım etnik gruplardan teşekkül ettiği iddialarını bizim ortaya attığımız ithamı mevcuttur. Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi kararında ve Misak-ı Milli’de şu vardır;
Misak-ı Milli sınırları içinde iki kardeş kavim, Türk ve Kürt kavmi yaşamaktadır. Birinci T.B.M.M kararı böyledir. Bölücülük olarak kabul edildiği takdirde, Birinci TBMM’yi ve Mustafa Kemal’i de bölücü olarak kabul etmek gerekir. Bu iki kardeş unsur, Birinci Kurtuluş Savaşını müştereken başarmışlardır. Güney cephesinde omuz omuza savaşmışlardır. Bu ikisine birden biz ‘Türkiye halkı’ diyoruz ve bu iki kardeş unsur, ikinci bağımsızlık savaşını da müştereken başaracaklardır. Asıl bölücüler, bu gerçeği kabul etmeyenlerdir. Ayrıca memleketin huzurunu bizim bozduğumuz iddia ediliyor. Memleketin huzurunu kimlerin bozduğu ortadadır. Kimler 30 milyon çalmıştır? Kimler devlet hazinesini kardeşlerine peşkeş çekmiştir? Anayasayı uygulamamıştır? Bunlar ortada iken, bilinirken, bunlardan bahsetmeyip memleketin huzurunu bozduğumuz iddiaları değersiz ve mesnetsizdir.
Bizim kişi güvenliğini, mülkiyet hakkını, egemenlik ilkelerini, milli bütünlüğü bozmak için harekete geçtiğimiz iddiaları vardır. Kişi güvenliğini ihlal edenler kimlerdir? Bunu evvela tespit etmek gerekir.
Karakollarda işkence gören, meydanlarda kurşunlanan, bakanların emri ile hapishanelere atılan bizler olduk. Buna rağmen kişi güvenliğini bozan olmakla itham ediliyoruz. Asıl kişi güvenliğini bozanlar ise serbestçe meydanlarda dolaşmaktadır.
Ayrıca milli bütünlüğe karşı çıkmakla da suçlanıyoruz. 101 tane Amerikan üssünün bulunduğu ülkede, 35 milyon metrekare vatan toprağı işgal altında iken, bizim milli bütünlüğü bozmak istemekle itham edilmemiz, gülünç olmaktadır.
Mustafa Kemal sağ olsaydı çok şaşırırdı.
Ben şunu iddia ediyorum ki, hareketimiz tamamen anayasal bir harekettir. Anayasanın başlangıç ilkesinde belirtilen ‘ulusun zulme karşı direnme’ hakkını kullandık.
Bu sebeple haklı olduğumuza inanıyorum. Türkiye’nin bağımsızlığından başka bir şey istemedim. Ve bu sebeple Amerikan emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı mücadele verdik. Varlığımızı hiçbir karşılık beklemeden Türkiye halklarına armağan ettik.
Bu sebeple ölümden korkmuyor, çekinmiyoruz. Onu ancak işbirlikçiler düşünsün. Ve ancak onlar, kendi canlarının telaşına düşsün. Ve ben, 24 yaşımdayken kendimi Türkiye’nin bağımsızlığına armağan etmekten onur duyuyorum. Bağımsızlık düşüncesini mezara kadar götüreceğiz.”

Ankara 1 Numaralı Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi iki ay yirmi üç günlük bir süre sonunda, 9.10.1971 günü, Türk Ceza Yasası 146/1 maddesi uyarınca davada yargılanan on sekiz kişinin “ölüm cezası ile tecziyelerine, tahfife mahal olmadığına” karar verir.
Ölüm cezasına karar verilenler; Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Mehmet Nakipoğlu, Osman Arkış, Semih Orcan, Recep Sakın, Ercan Öztürk, Mete Ertekin, Mustafa Yalçıner, Mehmet Asal, Metin Yıldırımtürk, Metin Güngörmüş, Mustafa Çubuk, Hacı Tonak, Cengiz Baltacı, Atilla Keskin, Ahmet Erdoğan’dır.

18 sanığın idamına karar veren Ankara 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi Başkanlığını hukukçu olmayan Tuğgeneral Ali Elverdi yapmıştır. Diğer üyeler Hâkim Albay Ahmet Tetik ve Hâkim Yarbay Mehmet Turhan’dır.
Askeri Yargıtay 2. Ceza Dairesi 10.01.1972 gün ve 1971/ 457- 972 esas ve 1972/1 sayılı kararı ile sanıklardan Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan’la ilgili olarak çoğunluk kararıyla; “Sanıklar vekillerince dermeyan olunan bilcümle temyiz sebeplerinin reddi ile sanıklar hakkındaki verilen hükmün onanmasına” karar verir.
Karara Hakim Tuğgeneral Kemal Gökçen ile, Hakim Albay Nahit Saçlıoğlu, Ankara 1 Numaralı Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinin kararını onayan Askeri Yargıtay 2. Ceza Dairesi kararına karşı oy kullanırlar ve muhalefet şerhi düşerler.
Hâkim Tuğgeneral Kemal Gökçen ile Hakim Albay Nahit Saçlıoğlu’nun muhalefet şerhinde;
“Davada gerçek adalete yaklaşmak için takdiri hafifletici sebepler olarak şu hususlar da kanaatimizce nazara alınabilir ve alınmalıdır.
1- Sanıkların çok genç ve büyük çoğunluğunun üniversite öğrencisi olması: Sanıklar, his, heyecan ve enerjilerinin en çok istismara müsait bulunduğu bir yaştadırlar. Üstelik iktidar da, bunları istismar edeceklere, memleket yönetiminde sayısız kötü örnekler vererek istismarcıların işini kolaylaştırmıştır. Bu sanıklar memleketin dört köşesinden üniversitelere anadan doğma anarşist veya sosyalist militan olarak gelmemişlerdir. Yüksek tahsile geldikleri zaman memleketi yönetmekten sorumlu olanlar onları her yönü ile başıboş, sahipsiz ve idealsiz bırakmış, meçhul ellerde bu boşluktan faydalanarak onları bugünkü akıbetlerine sürüklemişlerdir. Nerde o meçhul eller, nerde o bunları başıboş sahipsiz ve idealsiz bırakanlar ve üstelik kötü misalleri ile bu sanıkların kafalarının çelinmesini kolaylaştıranlar? Esas büyük sorumlu bunlarken, birer piyon durumundan olan ve onların tecrübelerine de sahip bu genç sanıkların hayatlarını daha ömürlerinin baharında ellerinden alıp onlara bir defacık ve müebbet hapis şeklinde olsun yaşamak şansı tanımamak mevcut ortam sebebiyle, herhalde gerçek adalete yaklaşmak değil, ondan biraz uzaklaşmak olur.
2- Sanıkların suçu daireler kurulunca ekseriyetle de olsa, TCK’nın 146. Maddesine uygun görülmüştür. Yargıtay üyesi Dr. Jur. A. Pulat Gözübüyük’ün (TCK Şerhi adlı eserinin 2. cildinin 107. sayfasında da) belirtildiği üzere, TCK’nın 146. Maddesindeki suç failleri hakkında (geri verme işlemi de cereyan edemeyecek olan) siyasi suçlardandır. Fiillerin siyasi suç olarak kabul edilmesi ise takdiri hafifletici sebep bakımından bize göre şu üç düşünceyi ve hatta sonucu doğurabilir. a- Çağın ulaştığı uygarlık düzeyi, bilhassa, ideolojik mahiyeti bulunan siyasi suçlardan dolayı, ölüm cezası verilmesini artık benimsememektedir. Bu husus nazara alınarak takdiri hafifletici sebebe gidebilir. b- Adi suçlardan, yerine göre sebep ve saikler, suçun işlenme şartları ve ortamı nasıl takdiri hafifletici sebep olarak nazara alınabiliyorsa, siyasi suçlardan da siyasi ortam, bu çeşit suça tayin edilecek cezanın dozunu, hem meydana getireceği içtimai fayda, hem de siyasi fayda bakımından tayinde mahkeme tarafından nazara alınabilir ve olaylara siyasi ortamın etkisi hafifletici sebep olarak kabul edilebilir. Böyle bir kabulü, vicdani bir denge meselesi olan adalete daha yaklaştırıcı bulduğumuzdan mahkemenin, ortam hakkında hüküm vermeyi (tarihe, kamu vicdanına ve parlamentoya) bırakmasında isabet görmemekteyiz. Zira sanıkların gizli cemiyet kurup eylemlere başladıkları ve sürdürdükleri tarihlerde iktidar; hukuk, idare ve siyaset açısından akıl almaz bir tutum içerisinde bulunuyordu. Bu tutum, vatanını ve milletini kişisel çıkarlarından daha çok seven ve bunun doğurabileceği sonuçları idrak eden her Türk’ün iktidara karşı çeşitli duygularla dolup taşmasına yol açıyordu. Nitekim ağırbaşlı ve sakin kimselerden meydana geldiğinde şüphe bulunmayan tüm yüksek mahkemelerimizin yaşlı-başlı hakimleri bile iktidarı protesto için yürüyüşe geç mekten kendilerini alamamıştı. Nitekim iktidarın bundan da nasibini alamadığını gören Türk Silahlı Kuvvetleri haklı olarak 211 sayılı T.Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’ndan aldığı yetkiye dayanarak verdiği 21 Mart 1971 tarihli muhtırasının 1. maddesinde (parlamento ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatı ile yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef verdiği çağdaş seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirmemiş olup Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ağır tehlike altına düşürülmüştür) demek suretiyle hükümeti, parlamentoyu suçlamış ve mevcut hükümetin yerini Atatürkçü ve reformcu bir kabinenin almasını istemek mecburiyetinde kalmıştır.
İşte sanıkların suçlarını işledikleri ortam böyle idare bir siyaset ve ruh haleti ortamındaydı. Sanıkların böyle bir ortamın etkisinde kalmadıklarını ve bu kadar çıkmalarına yol açmadığını iddia etmek herhalde çok gülünç… (sayılmalı. Ed.) Şuna inanıyoruz ki, 1961 anayasasından sonra işbaşına gelen iktidarlar onun öngördüğü reformları yapsalardı; komünizmin panzehirlerinden sayılan sosyal adaletle sosyal güvenliği, irticaın panzehiri olan çağdaş müspet bilimin egemenliğini sağlasalardı; Anayasa’nın özüne uygun bir yönetim kursalardı ve 12 Mart muhtırasında da temas edildiği gibi memleketin problemlerini çoğaltan değil her bakımdan çözebilecek güçte bir parlamento vücuda getirmek için milletin en yetenekli evlatlarının parlamentoya girmesini mümkün kılacak bir seçim sistemi, (Anayasanın 55. Maddesindeki ilkelere uygun şekilde)vücuda getirselerdi, olaylar ve eylemler masum öğrenci hareketleri seviyesini ya hiç ya da bu kadar aşmazdı. Bu sözlerle. ‘sanıklar mazurdular, suçsuzdular, iktidarın yetersizliği onları haklı kılar’ demiyoruz. Sadece ve özelikle siyasi suçlarda adalet dengesini sağlamak bakımından da siyasi ortamında sanıklar için hafifletici sebep olarak nazara alınmasını mümkün gördüğümüzü ifade etmek istiyoruz. Bu düşüncemize karşılık olarak sanıkların sadece kanunların değil anayasanın da müsaade etmedikleri bir tutumun içine girdikleri ileri sürülebilirse de buna karşı düşüncemiz şudur ki; esasen sanıkların fiilleri nihai hedef olarak, anayasanın cevaz vermediği bir ideoloji ve eylem tarzından hareketle rejimi ve anayasayı değil de, anayasaya sadık kalınarak, sırf anayasaya aykırı tutumu sebebiyle siyasi iktidarı alsaydı, bize göre, böyle bir siyasi ortam için de haklarında sadece takdiri hafifletici sebebin değil, anayasanın önsözüne ve ilkelerine dayanılarak tahrikin de varsayılması mümkün görülebilirdi…
c- Siyasi suç davalarının bu özelliği de, adli suçların davalarında hakim; adalete yaklaşmak için ceza dozunu ayarlarken nasıl adalet duygusunun çerçevelediği bir içtimai fayda mülahazasını ön planda tutmak durumunda ise, siyasi suç davalarında da, içtimai fayda ile birlikte siyasi faydayı da aynı çerçevenin içine sokmak durumundadır. Siyasi davaya bakan hakim, tayin edeceği ceza miktarının meydana getireceği siyasi fayda veya mahzurun takdirini, başka yer ve organlara bırakmadan, suçun meydana geldiği bütün şartları enine-boyuna ve derinliğine tartarak önce kendisi yapacaktır. Her hükümde gaye gerçek adalete yaklaşmak olduğuna göre, siyasi suçlara tayin edilecek cezada da bu yapılmadan gerçek adalete yaklaşılmaz. Bu itibarla işlenen siyasi suçun kanundaki cezası ölüm dahi olsa, şayet mahkeme sanığın idamında içtimai fayda ile birlikte siyasi fayda da göremiyorsa, başka sebep aramaksızın ve durumun takdirini başka yer ve organlara bırakmaksızın sırf bu sebebe dayanarak hükmettiği ölüm cezasını TCK’nın 59. Maddesini uygulamak suretiyle müebbet hapse çevrilebilir. Hakim buna hem yetkilidir hem de kendisini hukuk ve vicdanı açısından görevli sayabilir. Yasama organının takdirine gelince; esasen onun gerekli gördüğü zaman rahatça kullanabileceği affa kadar giden geniş bir yetkisi vardır. Bu itibarla mahkemenin bizzat kullanabileceği yetkiyi bu organa bırakmasına lüzum da yoktur.
Yukarıda açıklanan görüş ve sebeplerle daireler kurulu kararına, suç vasfı ve TCK’nın 59. Maddesinin uygulanmasında tek sebebe dayanılmasının yetersizliği yönlerinden muhalifiz. Üye Hak. Tuğg. Kemal GÖKÇEN - Üye Hak. Alb. Nahit SAÇLIOĞLU”

Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi çağdaş hukuk anlayışı açısından doğal yargıç ve yargıcın bağımsız olma niteliklerini taşıyan bir mahkeme olmayıp, yürütme organı tarafından oluşturulan bir kurul biçimindedir. Bu kurulların yargıç güvenceleri bulunmayıp yürütme tarafından her an görevden alınmaları söz konusudur. Savunmanlar, yargılamanın başlarında mahkemeye verdikleri gerekçeli ve ayrıntılı dilekçe ile bu hususları açıklayarak konunun Anayasa Mahkemesine götürülmesini istemişlerdir. Bu itirazlar Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi tarafından yetersiz gerekçeler ile reddedilir.
Avukatlar savunmalarında, müvekkilleri her ne kadar Türk Ceza Yasası 146. maddesine muhalefet suçlaması ile yargılanıyor olmalarına karşın, bu madde unsurlarının yargılamaya gerekçe olan olayda bulunmadığını belirtirler. Nitekim davanın Yargıtay aşamasında Hakim Albay Nahit Saçlıoğlu ile Hakim Tuğgeneral Kemal Gökçen Askeri Yargıtay’ın onama kararına karşı oy kullanmışlardır.
Askeri Yargıtay’ın her iki yargıcı karşı oy gerekçelerinde, sanıklar hakkında TCK 146. maddenin değil, 158. maddenin uygulanması gerektiğini belirtirler. TCK 158. maddenin o tarihteki uygulanabileceği ceza beş yıldan on yıla kadar ağır hapis cezasıdır.
Çarpıcı olan başkaca bir husus ise, avukatların Türk Ceza Yasası’nın hafifletici maddeleri olarak gerekçelerini de belirterek uygulanmasını istediği 51.3 ve 59.4 maddelerinin Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi tarafından reddedilmesidir. Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi sanıklar hakkında uygulanması istenilen hafifletici nedenlerin değerlendirmesini Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bırakır. Yaşanan bu olay, dünyada örneğine az rastlanan bir olaydır. Mahkeme, yetkisinde bulunan bir yasanın uygulanma ve takdir yetkisini yasama organına bırakmıştır.

Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılan oylamaya 450 milletvekilinden 323’ü katılır. Katılanların 273’ü kabul, 48’i ret, 2’si çekimser oy kullanır. Çeşitli siyasi partilerden 118 üye oylamaya katılmaz.

Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın babaları, Cemil Gezmiş, Hıdır İnan ve Beşir Aslan verilen idam cezalarının infazını önleyebilmek ümidiyle Cumhuriyet Senatosu üyelerine birer mektup yazarlar:
“Sayın Senato Üyesi Üç gencin ölüm cezaları anayasamızın son merci olarak tespit ettiği ve bir teminat unsuru olarak kabul ettiği yüce Senatomuza sunulmuş bulunmaktadır. Siyasi görüşünüz hangi istikamette olursa olsun, 24 yaşında hayata yeni başlamış üç insanın ölümüne ‘Evet’ demeden önce bir iç muhasebesi yapacağınızı ve özellikle bir baba olduğunuzu düşüneceğinizi ümit etmekteyiz”

24 Şubat 1972 Cuma günü dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam cezalarını onaylar. Türkiye Büyük Milet Meclisi tarafından kabul edilen ve Cumhurbaşkanı tarafından onaylanan karar 25 Mart 1972 Cumartesi günü Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğü girer. Cumhurbaşkanı’nın cezaları onaylamasından sonra ilginç bir gelişme yaşanmıştır. Av.Halit Çelenk ve arkadaşları Anayasa Mahkemesine başvurarak idam cezalarının infazlarının ertelenmesi talebinde bulunurlar.
Anayasa Mahkemesi; “Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam cezalarının infazlarının, davanın incelenmesi nedeniyle bekletilmesine” karar verir. Ankara I Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi ise aynı günlerde; “İnfazların geciktirilmeden infazı” kararı verir. Ankara I Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesinin kararı, bir yüksek mahkeme olan Anayasa Mahkemesinin “bekleme” kararından üstün gelmektedir!

Kararların infazı 6 Mayıs 1972
Av. Halit Çelenk, 6 Mayıs 1972 gecesini şöyle anlatır:
“6 Mayıs 1972. Saat 00.30 Beşevler’deki evimin kapısı çalınıyor. Eşim Şekibe ile birlikte kapıyı açıyoruz. Kapının önünde sivil emniyet görevlisi oldukları her hallerinden anlaşılan iki kişi duruyor. Birisi telaşlı bir sesle soruyor:
- Avukat Halit Çelenk siz misiniz?
Evet.
-Ankara Savcısı Fazıl Bey sizi bekliyor.
-Geliyorum.
İnfazda bulunmak üzere çağrıldığımı hemen anlıyorum. Şekibe ile bir an, “beklenen son geldi” der gibi bakışıyoruz... Yapılan itirazlara, yasal başvurmalara ve itirazların henüz karara bağlanmamış olmasına rağmen, içimde kuşkular var. Günlerdir, gecenin geç saatlerine kadar giysilerim üzerimde evimde bekliyorum.
Görevliler kapıya geldikleri zaman beni hazır buluyorlar. Eşimin uzattığı Bellergal’i5 yutuyor ve şişesini cebime koyuyorum. Hemen çıkıyoruz. Ankara’da gece sokağa çıkma yasağı var. Sokaklar bomboş ve sessiz. Kapının önünde siyah, 06 AA 748 plaka sayılı resmi bir araba duruyor. Nemli gecenin sessizliğini yırtarak Beşevler, Emniyet Sarayı yolu ile Ankara Merkez Cezaevine doğru yol alıyoruz. Emniyet Sarayı’nı izleyen kavşağı geçer geçmez yolun iki tarafında yaklaşık olarak onar adım aralıklarla tomsonlu askerler bekliyor.
Beş yıldan beri gözlerimin önünden gitmeyen, Ankara Merkez Cezaevinin küçük avlusundaki karakavak ve leylak ağaçları, bu gece 23- 24 yaşlarında üç devrimcinin; Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ve Deniz Gezmiş’in idamını seyredecekler.
Evet, üç genç adam, gözlerini kırpmadan, korku nedir bilmeden, yürekli adımlarla ölümü selamlayacaklar, idam sehpası altında söylevler vererek, inançlarını ve davalarını savunacaklar ve hayatlarını verecekler.
Resmi arabadaki görevli elinde telsiz, 404! 404! Neredesiniz? Sözlerini yineleyerek anonslar veriyor ve kentin öteki yörelerindeki emniyet görevlileri ile ilişki kurmaya çalışıyor. Kısa bir süre önce, 13 Mart’ta Mamak Askeri Cezaevinde yaptığımız görüşmede bu yürekli ölüm yolcularının bana söyledikleri sözler belleğimde canlanıyor:

“... Mesele hukuk ve yasa meselesi değildir. Mesele tamamen siyasi bir meseledir. İnfazlar yapılacaktır. Bizler ölüme hiç korkmadan, en küçük bir endişe duymadan, seve seve gidiyoruz.” Yusuf Aslan infazına birkaç dakika kala avukatlarına olan duygularını şöyle ifade ediyor.
Av. Halit Çelenk’in Av. Adil Giray Çelik’e yazdığı mektup: “Bu saatte bizim için sizler de yoruldunuz. Bizim için çok çalıştınız. Hepsi için teşekkür ederiz...”
İdam cezası ile yargılanan müvekkillerini kurtaramamanın verdiği çaresizlik ile kıvranan avukatlara bundan anlamlı bir teşekkür olamaz...

6 Mayıs 1972 saat 01.25 ile 03.25, arasında hiçbiri henüz otuz yaşına gelmemiş Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan Ankara Merkez Cezaevi’nde idam edilir.
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, idamın infaz edileceği bildirildiğinde, son arzularının kendilerine sorulması üzerine babasına ve akrabalarına aşağıdaki mektupları yazmışlardır:
“Baba; Mektup elinize geçmiş olduğu zaman aranızdan ayrılmış bulunuyorum. Ben ne kadar üzülmeyin dersem yine de üzüleceğinizi biliyorum. Fakat bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum, insanlar doğar, büyür, yaşar ölürler, önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir. Bu nedenle ben erken gitmeyi normal karşılıyorum. Ve kaldı ki benden evvel giden arkadaşlarım hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir. Benim de düşmeyeceğimden şüphen olmasın, oğlun, ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir, o bu yola bilerek girdi ve sonunda da bu olduğunu biliyordu. Seninle düşüncelerimiz ayrı ama beni anlayacağını tahmin ediyorum. Sadece senin değil, Türkiye’de yaşayan Kürt ve Türk halklarının da anlayacağına inanıyorum. Cenazem için avukatlarıma gerekli talimatı verdim. Ayrıca savcıya da bildireceğim. Ankara’da 1969’da ölen arkadaşım Taylan Özgür’ün yanına gömülmek istiyorum. Onun için cenazemi İstanbul’a götürmeye kalkışma, annemi teselli etmek sana düşüyor, kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum. Kendisine özellikle tembih et. Onun bilim adamı olmasını istiyorum, bilimle uğraşsın ve unutmasın ki bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir, son anda yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir seni, annemi, abimi, kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşi ile kucaklarım. Oğlun Deniz Gezmiş

“Sevgili Babacığım; Bu mektubu aldığın zaman ebediyen bu dünyadan göç etmiş olacağım. Ne kadar sarsılacağını tahmin ediyorum. Bir buçuk seneden beri benim yüzümden nasıl üzüntü içinde olduğunuz malum. Bu son olayı da metanetle karşılamanızı sadece dileyebiliyorum. Babacığım, bu olayda da annemin ve Yücel’in senin tesellilerine ve desteklerine ihtiyaçları çok. Bunun için ne kadar metin olursan, hem senin sağlığın için hem de onlar için o kadar iyi olur. Elbette ki, yıllarca emek verip yetiştirdiğin bir oğulun, bir günde öldürülmesi kolay göğüslenecek bir olay değildir. Fakat siz benim ne için kimlere karşı mücadele verdiğimi biliyorsunuz. Ben bu açıdan rahat ve vicdan huzuru içinde gidiyorum. Sizlerin de bu bakımdan rahat ve huzur içinde olduğunuzu ve olacağınızı biliyorum.
Babacığım, annemin ve Yücel’in senin desteklerine muhtaç olduklarını yukarıda söylemiştim. Onları rahat ettirmek için bütün gücünü kullanacağından zaten eminim. Babacığım, burada şunu ilave edeceğim ki, Yücel’in hastalığından kendimi sorumlu hissediyorum. Yücel için her şeyinizi ortaya koyacağınız konusunda da kuşkum yok.
Ablamlar için söyleyeceğim; fazla üzülmesinler, olayın sarsıntıları geçtikten sonra normal hayatlarına devam ettirsinler. Mehtap’a ne diyeyim... Benim için her zaman bol bol öpün. Babacığım, cezaevinde kalan arkadaşları ara sıra yoklarsan, hallerini hatırlarını sorarsan çok memnun olurum. Her birisi oğlun sayılır. Dışarıda bizler için uğraşan dostlarımı ve dostlarını unutmayacağını biliyorum. Mektubum burada biterken sizi, anemi, Yücel’i, ablamı, Aziz abiyi, Mehtap’ı hasretle kucaklarım, babacığım... Sağlıcakla kalın. Hoşçakalın. T. Yusuf Arslan

“Babama, Anneme; Kardeşlerime ve Yakın Akrabalarıma; Söyleyecek fazla söz bulamıyorum. Bir insanın sonunda karşılaşacağı tabi sonuç, bildiğiniz sebeplerden dolayı erken karşıma çıktı. Üzüntünüzü ve acınızı tahmin ediyorum. İleride durumumu daha iyi anlayacağınız inancındayım. Metin olunuz. Üzüntü ve acılarınızı unutmaya çalışınız. Bütün varlığımla hepinize kucak dolusu selamlar, sevgiler! Yazılacak çok şey var, fakat hem mümkün değil, hem de sırası değil... Candan selamlar...Hüseyin İnan

İzmirli Şair Atilla İlhan, 6 Mayıs 1972 sabahı, Karşıyaka’daki evinde, radyodan öğrenir Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edildiklerini. Sonrasını ve duygularını şöyle aktarır;
“12 Mart sonrasının kahır günleriydi. Bir sabah radyoda duyduk ağır haberi: Deniz’lere kıymışlardı. Karşıyaka’dan İzmir’e geçmek için vapura bindim. Deniz bulanıktı; simsiyah, alçalmış bir gökyüzünün altında hırçın, çalkantılı… Acı bir yel esintisinin ortasında aklıma düştü ilk mısra…Vapurda sessiz bir köşe bulup yüksek sesle tekrarladım. Vapurdan indikten sonra da rıhtım boyunca bu ilk mısraları tekrarlayarak yürüdüm.”

MAHUR BESTE
Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız/ O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız / Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız / Yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız/ O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız/ Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı/ Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı/ Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı

Gittiler akşam olmadan ortalık karardı/ Bitmez sazların özlemi daha sonra daha sonra/ Sonranın bilinmezliği bir boyut katar ki onlara/ Simsiyah bir teselli olur belki kalanlara/ Geceler uzar hazırlık sonbahara
Atilla İlhan

Ve olaydan altı gün sonra, 12 Mayıs 1972 günü genç bir demiryolu işçisi, üçer ara mezar ile yan yana yatan Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ve Deniz Gezmiş’in mezarlarına çiçek koyarken kolluk kuvvetleri tarafından yakalanıp kanıtlarla birlikte Sıkıyönetim Mahkemesi’ne sevk edilir...

*Türkiye Barolar Birliği Yayınları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder