Translate

10 Aralık 2018 Pazartesi

Kassandra Laneti ve İktisatçılar

Yunan mitolojisinin en ilginç öykülerinden birisidir Kassandra’nın öyküsü.


Kassandra, Troya kralı Priamos ve kraliçe Hekabe’nin kızı, Hektor ve Paris’in kız kardeşidir.
Tek isteği geleceği görebilen bakire bir rahibe olmaktır.

Zeus ile Leto’nun çocukları olan Apollon, mitoloji kaynaklarında tüm sanatların, müziğin,
güneşin, şiirin ve ateşin tanrısı olarak geçer. Ayrıca kâhin özelliği taşıyan Apollon, 
geleceği görme yetisine ve bu yetiyi insanlara geçirebilme gücüne sahiptir. Homeros’un 
İlyada’sında Apollon, Troya’nın koruyucu tanrısı olarak yer alır ve Troya’da adına inşa edilmiş 
bir tapınak vardır.

Apollon, bir gün Kassandra’yı görür ve çok beğenir. Konuşurlarken kızın isteğini öğrenir
ve kendisiyle birlikte olursa ona geleceği görme yeteneğini vereceğini söyler. Kassandra
rahibe olmak istediği için bu teklifi kabul etmesi mümkün olmasa da Apollon’a bu yeteneği
ona verirse onunla birlikte olacağı yalanını söyler. Apollon, Kassandra’nın ağzına tükürür ve
geleceği görme yeteneği böylece kıza geçer. Kassandra, rahibe olmak istediği için verdiği
sözü tutamayacağını öne sürerek Apollon’la birlikte olmaz. Buna çok kızan Apollon kızı
lanetler, geleceği görse de buna kimseyi inandıramamasını ve bir kadın olarak aşağılanarak
rahibe olamamasını diler.

Troya savaşı öncesinde Kassandra bu savaşı ve savaşın varacağı sonuçları görür, babasını
ve ağabeylerini buna inandırmaya çalışır ama Apollon’un laneti buna engel olduğu için kimseyi
böyle bir şeye inandıramaz. Ve bir köşede geleceğin getireceği bütün kötülükleri bilerek,
hissederek savaşın gidişini ve sonunu izlemek durumunda kalır.

Troyalılar aslında savaşı kazanırlar, Sparta kralı ve Yunan ordusunun komutanı Agamemnon ve
Akalılar geri çekilip gözden kaybolunca Kassandra yanılmış olabileceğini ve kehanetin tutmamış
olabileceğini düşünür. Ama Achilleaus ve askerleri tahta bir atın içinde girdikleri Troya
kentinin kapılarını gece açarak Yunanlıların Troya’yı ele geçirmesini sağlar ve kehanet gerçek
olur. Aias adında bir Yunan askeri Kassandra’yı Athena tapınağında kıstırır ve tecavüz eder.
Apollon’un bütün lanetleri bir bir tutar. Troya’nın bu duruma düşeceğini görmüş ama kimseyi
inandıramamış olan Kassandra, kadın olarak aşağılanmış ve rahibe olma umudunu tamamen
kaybetmiş olur. Troya savaşında Yunan güçlerine komuta eden Sparta kralı Agamemnon,
Kassandra’yı savaş esiri olarak Sparta’ya götürür ve kendisine cariye yapar. İkisinin yakınlığını
kıskanan Agamemnon’un karısı bir süre sonra Kassandra’yı öldürür.  

Bazı gerçekler vardır ki kâhin olmayı gerektirmeyecek kadar açık ve seçik olarak ortadadır.
Mesela yapısal reformları yapmadan Türkiye’nin ve benzeri ülkelerin gelişmiş ülkeler arasına
giremeyeceği gerçeği bunlardan birisidir. Güçler ayrımına dayalı bir hukuk sistemi
kurulmadan, yargı bağımsızlığı sağlanmadan, tümüyle bilimsel bir eğitim düzeyine geçilmeden, 
teşvik sistemi siyasal amaç yerine ekonomik amaçlı kullanılmaya başlanmadan, vergi sistemi
düzeltilmeden ne orta gelir tuzağından çıkmak ne de gelişmiş ülkeler arasına girmek 
mümkün. Ben bunları söylemeye başlayalı yirmi yıldan fazla olmuş. Ben yalnız değilim bu 
konuda. Bunları söyleyen birçok iktisatçı, sosyal bilimci var. Ne söylersek söyleyelim siyasetçiler, 
yapısal reformları yapmadan durumu devam ettireceklerini ve hatta iyiye götüreceklerine 
inanmaya devam ediyorlar.

Kassandra laneti, günümüzde iktisatçıların üzerine yapışmış gibi duruyor.


Mahfi Eğilmez

5 Aralık 2018 Çarşamba

Aux origines du crash des démocraties

Demokrasilerin çöküşünün kökenleri

Donald Trump’ın Beyaz Saray’a girişinden birkaç hafta sonra, Amerikan başkentinin saygıdeğer gazetesi, 2013’ten beri mültimilyarder Jeff Bezos’un malı olan Washington Post, bir sloganla donanma kararı aldı: Democracy dies in darkness, demokrasi karanlıkta ölür. Bu çarpıcı özlü söz, yalanın, şaibeli ideolojilerin, kamufle edilmiş beceriksizliğin ve şahsî zenginleşmenin yuvası Trumpçılığa panzehir olarak tahayyül edilmişti. Fakat her ne kadar övgüyü hak etse de, bu basın formülünün maalesef eksik olduğu ortaya çıkıyor; zira, şu sıralarda, demokrasi apaydınlıkta da can veriyor.


20 Kasım 2018 Salı

Cecilia Bartoli

Mezzosoprano & Soprano Cecilia Bartoli (Roma, 4 giugno 1966)
Musiche di: Giulio Caccini, Claudio Monteverdi, Antonio Vivaldi, Riccardo Broschi, Georg Friederic Handel, Xavier Montsalvage
Ensemble "Le Musiche Nove", Claudio Osele direttore
Live recording, Schwetzingen, Rokoko Theater, 27 maggio 2002

28 Ekim 2018 Pazar

1918 Kasım Devrimi: Başka bir dünya mümkündü

Kasım 1918'de bir kitle hareketi kayzeri devirdi ve Birinci Dünya Savaşı'na son verdi. Ancak Almanya toplumu köklü bir şekilde demokratikleşemedi ve bunun sonuçları korkunç oldu.


Ekim 1918 sonları: Kiel ve Wilhelmshaven'de bulunan açık deniz filosunun tayfaları, subaylarının emirlerine itaat etmeyi reddettiler. Âmirlerinin silahlarını aldılar, rütbelerini söktüler ve sahil şehirlerinde iktidarı ele geçirdiler. Ertesi gün tersane işçileri greve çıktılar ve askerlerin yanında yer aldılar. Alman devrimi artık başlamıştı. Bütün bunlardan önce Birinci Dünya Savaşı yaşanmıştı. Bu, dünyanın o güne kadar yaşamış olduğu en kanlı ve en fazla kayıp verilen savaşıydı. Devrim başladığında, savaş dördüncü yılının içinde bulunuyordu. Bu, bombalar yağdıran savaş uçaklarının, uçak gemilerinin ve devasa miktarlarda zehirli gazların kullanıldığı ilk savaştı. Verdun, Tannenberg ve diğer savaşlarda on milyon kadar her ülkeden asker hayatını kaybetmiş, bunun iki katı kadarı yaralanmıştı. Cephe gerisinde de on milyon sivil açlıktan ya da yokluktan kaynaklanan salgın hastalıklar nedeniyle hayatını kaybetmişti. Devrimden hemen önce bilinen başka bir şey daha vardı: Almanya savaşı kaybedecekti. Buna rağmen Alman donanmasının komutanları, üstün Britanya donanmasına karşı "şerefini" kurtarmak son bir saldırı emrini vermişti. Bu bir intihar saldırısı olacaktı. Bunu tayfalar da biliyordu. Bu nedenle emre uymayı reddettiler.

Devrim, Berlin'e ulaşıyor
Kıyılarda başlayan isyan kısa sürede bütün ülkeye yayıldı ve pek az direnişle karşılaştı. Bir gördü tanığı o günleri şöyle hatırlıyordu: "Bir hafta zarfında devrim Almanya'yı kasıp kavurmuştu. (…) İşçiler toplanıyor, gösteriler yapıyordu, ancak bunlar artık tehdit amaçlı değildi, aksine sevinç gösterileriydi. Her yerde kızıl bayraklar dalgalanıyor, iliklerde kızıl şeritler ışıldıyor, yüzler gülüyordu. O kurşunî, yağmurlu Kasım günleri sanki ilkbaharı getirmişti."

9 Kasım sabahı protestolar başkente ulaşmıştı: Kenar mahallelerden başlayan devasa protesto gösterileri, Berlin'in merkezine akıyordu. Göstericilerin önünden geçtiği kışlaların birçoğundaki askerler de onlara katılıyordu. Sayıları giderek artan göstericiler, öğlen olduğunda şehir merkezine ulaşmıştı. Emniyet Müdürlüğü işgakl edildi ve polisler silahsızlandırıldı. Üniversitede ve şehir kütüphanesinde mevzilenen bazı subayların direnişi, öğleden sonrasının erken saatlerinde kırıldı.

Hareketin basıncı altında Şansölye Prens Max von Baden, hemen aynı günde – gerekli izni ve yetkiyi beklemeden – II. Wilhelm'in imparatorluk ve Prusya tahtlarından çekildiğini ilan etti. Kısa bir süre sonra da makamını SPD başkanı Friedrich Ebert'e devretti. Ebert, SPD'nin başka iki üyesi ve Bağımsız Sosyal Demokrat Parti'nin (USPD) üç üyesiyle birlikte "Halk Temsilcileri Konseyi" adı verilen yeni hükümeti kurdu.
İşçilerin ve askerlerin hareketi, yüzlerce yıllık köhnemiş monarşi sistemini tarihin çöplüğüne atmıştı. Çok kısa bir sürede sadece imparatoru değil, 22 Alman kralını ve prensini iktidardan indirmiş ve demokratik bir yeni başlangıcın temellerini atmıştı. Protestoların başlangıcından birkaç gün sonra imzalanan bir ateşkes anlaşması, Birinci Dünya Savaşı'nın dört yıllık kitle katliamlarına son verdi.

Almanya İmparatorluğu çökmüştü. Artık monarşi yoktu. Meclisin en küçük bir otoritesi kalmamıştı. Kasım başlarında belli düzeyde bir iktidar gücüne sadece işçi ve asker konseyleri sahipti. Bu konseyler, tayfaların ayaklanmasını takip eden günlerde ülkenin her yerinde kurulmuştu. Cephede bile konseyler kurulmuştu.
Konsey üyeleri, yoldaşları tarafından işyerlerinde ve kışlalarda demokratik yöntemlerle seçiliyordu. Seçilenler, kendilerini seçenlere hesap vermekle yükümlüydü ve her an geri çağrılabilirlerdi. Konseyler toplum hayatını, yiyecek dağıtımını ve askerlerin terhis işlemlerini düzenliyordu. Kısacası savaşlardan, sıkıntılardan ve kitlelerin ihtiyaçlarından yeni bir toplumsal örgütlenme modeli ortaya çıkmıştı. Bu, parlamenter demokrasinin aksine, ekonominin, devlet aygıtının ve medyaların kitlelerin kalıcı bir kontrolüne tabi kılındığı bir toplum modeliydi.

Uluslararası bir hareketin parçası
Almanya'da yaşananlar münferit bir vaka değildi. Avrupa'nın neredeyse bütün hükümdarları kitlesel protestolar, grevler ve gösterilerle boğuşmak zorunda kalıyordu. 1917 ile 1920 yılları arasında Moskova ile Berlin'de milyonlarca insan Birinci Dünya Savaşı'nın etkilerine karşı savaşa çıkmıştı. İhtiyaç maddelerinde yaşanan sıkıntıları protesto ediyor, fabrikaları işgal ediyor, işçi konseyleri, köylü konseyleri, asker konseyleri kuruyorlardı. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu parçalanmıştı, Macaristan bir konseyler cumhuriyetine dönüşmüştü, İtalya'da da 1919 ve 1920 tarihe "iki kızıl yıl" olarak geçecekti.

Dünyayı bu savaşın içine sürükleyenler, artık kendi iktidarları için endişelenmeye başlamışlardı. Britanya başbakanı Lloyd George, Mart 1919'da endişeyle şunları yazıyordu: “Avrupa'nın her yanı devrim ruhu ile dolu. İşçiler arasında, savaştan önceki koşullara karşı yalnızca derin bir hoşnutsuzluk duygusu değil, aynı zamanda öfke ve isyan da var. Mevcut düzenin siyasal, sosyal ve ekonomik yönleri Avrupa'nın bir ucundan ötekine dek halk kitlelerince sorgulanıyor".

Ağır yenilgi
İşçilerin ve askerlerin başlattığı isyan, eski seçkinlerin - ordu, imparatorluğun devlet bürokrasisi ve şirketler - nihai olarak iktidardan indirilmeleri fırsatını yaratmıştı. SPD liderliği ise bunu yapmak yerine, onlarla ittifak kurma kararını verdi. SPD liderliği ilk olarak hedeflerine daha zor yoldan ulaşmaya, yani konseylerdeki sosyal demokrat çoğunluğu kullanarak, konseyleri ele geçirmeye çalıştı. Ülke genelinde yapılan Konseyler Kongresi'nde SPD delegeleri, konseyler hareketinin sona ermesi gerektiğini anlattılar. Onların etkisiyle konseyler gerçekten de ele geçirdikleri iktidardan vazgeçtiler ve bir ulusal meclisinin seçimine, yani parlamenter demokrasiye onay verdiler. 

Ellerindeki gücü devretmek istemeyen - Bremen veya Münih gibi - konseyler, ya da  - Berlin'de olduğu gibi -  devrimin güçlenmesi için mücadele etmeye devam eden devrimciler, SPD ile "eski güçler" ittifakı tarafından kanlı bir saldırıya uğradılar. Sonraki yıllarda devrimci mücadele tekrar tekrar alevlendi. Savaşan işçiler barikatın diğer tarafında her defasında SPD'yi buldular. Ancak Mart 1920'de partinin son yıllarda oynadığı oyunun ne kadar tehlikeli olduğu ortaya çıktı: Ordu birlikleri ve Freikorps çeteleri - kısmen gamalı haçlı bayrakların altında - SPD liderliğindeki hükümete karşı darbe girişiminde bulundular ve hükümet üyeleri Berlin'den kaçmak zorunda kaldı. Sosyal demokrat liderlik, Kapp darbesi adı verilen bu girişim karşısında çaresiz kalmıştı: Sola karşı verdiği savaşta dayandığı ordu aygıtı, sağa karşı vereceği savaşta onun yanında yer almayı reddediyordu: "Reichswehr, Reichswehr'e ateş etmez!" diyordu Kurmay Başkanı Hans von Seeckt.

Cumhuriyeti kurtaranlar, bir kez daha Almanya tarihinin en büyük genel grevini yapan işçiler oldu. Bir kez daha konseyler kuruldu, silahlı işçiler monarşist ordu birliklerine saldırdılar. Grevin gücü altında ezilen darbe, birkaç gün içinde dağıldı. Ancak SPD bir kez daha durumu ordunun ve devlet aygıtının kapsamlı bir şekilde demokratikleştirilmesi için değerlendirmeyi reddetti. Bunun yerine, Ruhr Bölgesi'ndeki konsey hareketini kanlı bir şekilde bastırmak için Reichswehr'i kullandı.
Almanya'da sosyalist devrim bu şekilde başarısızlığa uğramış oldu. Bu da sosyalist Rusya'nın dünyadan yalıtılmış bir şekilde kalmasına ve yeni bir baskı aygıtının hakimiyeti ele almasına neden oldu: Stalin'in korku imparatorluğu.

Kazanımlar
Her şeye rağmen: Weimar Cumhuriyeti'nin bütün kazanımları, kitlelerin kasım 1918'deki devrimci eylemleri olmadan asla elde edilemezdi. Örneğin işveren örgütleri grevlerin baskısı altında, çalışma koşullarının toplu görüşmeler yoluyla düzenlenmesi için sendikalarla merkezi bir anlaşma imzalamak zorunda kaldı. Asgari 50 işçi çalışan işyerlerinde işyeri konseylerinin kurulmasını ve günlük çalışma saatinin tam ücret verilerek sekiz saatle sınırlandırılmasını kabul ettiler. Cumhuriyetin kendisi, kadınların seçme ve seçilme hakkı ve sosyal yasalar da devrimin bir ürünü oldu.
Almanya'yı Birinci Dünya Savaşı'na sokmuş olan kapitalistler, güçlerini muhafaza ettiler. Devlet aygıtı, yargı ve ordu kapsamlı bir şekilde demokratikleştirilemedi. Cumhuriyetin monarşist karşıtları, bulundukları etkili konumlardan uzaklaştırılamadı. Nasyonal sosyalistlerle ittifak kuran bu "seçkinler" 1933 yılında cumhuriyeti bertaraf ettiler, işçi hareketini parçaladılar, daha fazla kazanç sağlama ve büyük devlet olma hayalleri için yeni bir dünya savaşı başlattılar. Tarihin acı bir ironisidir: 1933'den sonra Yahudiler ve komünistlerle birlikte on binlerce sosyal demokratı toplama kamplarına kapatan ve katledenler, SPD'nin devrim günlerindeki eski müttefikleriydi.

Marcel Bois ve Florian Wilde
www.marx21.de/novemberrevolution-1918
(Marx21 dergisi, sayı 40i Sosyalist İşçi için çeviren: Atilla Dirim)


13 Ekim 2018 Cumartesi

Kargalar Hakkında

Sosyal medyanın hayatımızın merkezine oturmasıyla her taraf ‘minnoş’ hayvan videoları ile dolup taşmaya başladı. Dün adını bile bilmediğimiz bir çok hayvan dostumuzun, bugün tüm günlük rutinlerini biliyoruz.

Evcil hayvan kategorisine zaten hiç değinmiyorum, milyonlarca takipçisi olan internet fenomeni kediler,köpekler, kuşlar var. Peki her gün gördüğümüz, her sabah sesleriyle uyandığımız kargalar?

Kargalar, malesef ‘minnoş’ hayvanlar kategorisinde olmadıkları için, bir instagram hesabının öznesi olamıyorlar:( Ya da fatura sırasında beklerken, ‘ay bi karga videosu açayım da keyfim yerine gelsin’ ya da, ‘ayyy şu kargaya bak ne de tatlı çöp karıştırıyor’ şeklinde trendler 2017 itibari ile hala ortalıkta görünmediğinden, biz de bu özel kuşlar hakkında çok az şey biliyoruz…

Hadi o zaman başlayalım! Hanımlar, beyler buyrunuz kargalar hakkında, ihmal edilmiş fakat bilmek isteyeceğiniz 10 şey!

1-Kargalar ve İnanılmaz Zekaları


Oxford Üniversitesinde, kargaların araç-gereç kullanma kabiliyetleri üzerine bir deney yapılmıştır. deney şöyle;
İnce uzun bir tüpün içine yiyecek konulmuş ve karganın nasıl alacağı gözlenmiş.
Sonuç mu?
Karga masada bulunan ince tele uzanmış, ucunu kanca şekline getirmiş ve tüpe daldırmış. Kendine saniyeler içinde yaptığı bu olta ile yiyeceğine kolay bir şekilde ulaşmış. Bu deney kargalardan önce birçok hayvan üstünde de denenmiş. Fakat hiçbiri bu deney sonucunda tüpün içindeki yiyeceğe ulaşamamış.

5’e Kadar Sayabilirler


Kargalar üzerinde araştırmalar yapan, bir grup bilim insanına göre, doğanın en akıllı hayvanları, bilinenin aksine maymunlar değil kargalardır. 5’e kadar sayabilirler, hayatta kalmak için malzemelerini ihtiyaçlarını karşılamak için en yaratıcı biçimlerde kullanabilirler.

2- Yanlış Bilinen Bir Mit! Kargalar Bizden Uzun Yaşamazlar


Kargaların yaşam süresi ile ilgili, çok yaygın ve yanlış bilinen bir inanış var. Kargaların, 100 hatta 200 sene yaşadığı zannediliyor halk arasında. Bu tamamen yanlış bir bilgi. Kargaların ortalama ömürleri 15-20 senedir. Hadi özel bakım altında olsalar o zamanda en fazla 30-40 sene yaşayabiliyorlar. Tabi yaşam süreleri türden diğer türe farklılık gösteriyor. Sadece 6-7 sene ortalama ömrü olan karga türleri de var.

3- İnsanlar ile Yaşamaktan Oldukça Memnunlar


Bak bu baya ilginç bir bilgi!
İnsanlar onların yaşam alanlarını da diğer hayvanlar gibi kısıtlasa da, kargalar bunu kendilerine avantaja dönüştürmüşler. Mesela kabuklarını kırmakta zorlandıkları ceviz gibi yemişleri trafiğin yoğun olduğu yollara bırakıyorlar. Arabalar kabuklarını parçaladığında da yemeklerini alıp afiyetle yiyorlar!

4- Herşeyi Yiyebiliyorlar


Asla yemek seçmiyorlar. Çöp de yiyorlar, böcek de, meyve de. Ama yine halk arasında yaygın olarak konuşulan, “kargalar leş yer” oldukça yanlış bir bilgi var. Leş yiyen tek tür kuzgunlar, yani leş kargaları. Onun dışında kalan cinsler leş yemezler, ama leş dışında herşeyi yerler.

5- Tek Eşliler

Sosyal ilişkileri genel olarak insanlara çok benziyor aslında.Topluluklar halinde yaşıyorlar. Tek eşliler, hayatları boyunca eşlerine sadık kalıyorlar. Ayrıca yavruları olduğu zaman, anne ve baba karga, yavrunun bakımını ortak olarak üstleniyorlar.
Sürüden Ayrılan Karga
-SPONSOR REKLAM-
Bunlara ek olarak, sürüden ayrı yavru bir karga gördüklerinde onu sürülerine dahil edip, bakımını üstleniyorlar. Tehlikelere karşı birbirlerini uyarıyorlar ve koruyorlar.

6- Yas Tutuyorlar


Tıpkı insanlar gibi kargalarda ölüleri için yas tutarlar. Ölen karga dostlarının etrafında çember oluşturup, yüksek sesle öterler. “Ölüm farkındalığı” aslında çok az hayvan türünde bulunan bir özelliktir. Ölen akrabalarını hemen terk edip gitmemelerinin aynı zamanda, onu öldüren sebebi anlamaya çalışmalarının bir sonucu olduğu da tahmin ediliyor. Bu sayede akrabalarını öldüren tehlikeye karşı sürünün geri kalanı önlem alabiliyor.

7- Besle Kargayı, Hediyeler Getirsin


Gabi Mann, 8 yaşında ve Seattle’da yaşayan dünyalar tatlısı bir küçük hanım. Gabi 4 yaşından beri, evlerinin arka bahçesindeki kargalara bakıyor. Ve işte bu kargalar da ne bulurlarsa Gabi’ye getiriyorlar:) Getirdikleri şeyler hediye niteliğinde ve küçük bir kız çocuğunun hoşlanabileceği herşey var! ışıltılı boncuklar, küpeler, düğmeler, kalp şekilli objeler, küçük legolar hatta! Halk arasında dolanıp duran; “Besle kargayı, oysun gözünü” atasözü de, kargalar ile ilgili diğer önyargılar gibi çöpe gidiyor!

8- Mizah ile Yakından İlgililer!

Şu aşşağıdaki gibi milyonlarca fotoğraf, video, türlü görsel bulabilirsiniz! Diğer hayvanların kuyruklarıyla oynayıp, onları sinir etmek gibi bir alışkanlıkları var:)

9-  Asla Unutmazlar


Kargalar üzerinde yapılan meşhur bir deney onların hafızaları hakkında oldukça etkileyici sonuçlar ortaya koyuyor. Araştırmanın sahibi o dönem doktora öğrencisi olan Kaeli Swift.
Gönüllü insanlardan oluşan bir gruba, yüzlerine takmaları için maskeler verildi ve maskeli kişiler de ellerinde içi doldurulmuş kuş ölüleri tutarak durdular. Kargalar maskeli kişileri tehlike olarak algıladılar ve kendi sürülerini ya da komşularını haberdar etmek için, maskeli kişiler geldiğinde yüksek sesle ötmeye başladılar. İşin garip yanı şu ki; maskeli kişiler ellerinde kuş ölüleri olmadan durduklarında aynı şekilde ötmeye ve diğer kargaları uyarmaya devam ettiler.

Kinciler Mi?

Kargaların intikamlarını mutlaka aldıklarına ve kinci olduklarına dair yaygın bir düşünce var insanlar arasında. Bu deney biraz onu da kanıtlar nitelikte. Ama yine de intikamdan ziyade, hayatta kalmak ve hayatlarını korumak motivasyonu ile bazı bilgileri sakladıklarını görmüş oluyoruz bu deneyde.

10- Mitoloji ve Kargalar


Bugünün dünyasında kargalar ölümü, kötü haberi, olumsuz şeyleri temsil ediyor. Ama aslında   Yunan mitolojisinde kargalar ölümsüzlüğü temsil eder. Aynı zamanda Yunan mitolojisinde kargalara çok saygı duyulur. Mesela, karga tanrılara eşlik eden bir arkadaş ve yoldaştır. Bunun en önemli örneği Tenedos’un koruyucusu Apollo ve siyaha dönüştürdüğü kargasıdır. İskandinav kültüründe de kargaların özel bir yeri vardır, neredeyse kutsal sayılırlar. İskandinav mitlerinde kargaların saygı duyulan hayvanlar olmasının kaynağı; Tanrı Odin’in iki kargasının olmasıdır.