Translate

24 Aralık 2022 Cumartesi

Sivil İtaatsizlik "civil disobedience"

Bugün üzerinde çok tartışılan sivil itaatsizlik kavramının bir çok tanımı yapılmıştır. Bu tanımlardan en tipik olanı, dar tanım olarak da ifade edilen Fleish’ın tanımıdır: “Sivil İtaatsizlik devlet gücünün üçüncü kişilerce de açıkça görülebilir ve anlaşılabilir derecede, haksız olarak duyumsanan bir edimine karşı, kaba güç kullanmadan ve kamuya açık olarak gerçekleştirilen bir protesto eylemidir. Bu eylem dikkate değer bir siyasi ahlaki motivasyondan kaynaklanır, en azından bir adet suç — uygun bir hukuk ihlalini içerir ve norm ihlalinin hukuki sonuçlarına katlanmaya hazır bulunmak tutumunu taşır.” Bu tutum sivil itaatsizliğin öncüleri olarak nitelenen insanların (Socrates, Mahatma Gandhi, Martin Luther King) düşünce ve eylemlerinde de önemli bir yer tutmaktaydı.

Sivil itaatsizlik kavramı için yapılan diğer iki modern tanımlama ise şu şekilde ifade edilmektedir;

  • “Şu ya da bir ölçüde adil ilişkilerin hüküm sürdüğü demokratik bir sistemde ortaya çıkan ciddi haksızlıklara karşı, yasal imkanların tükendiği bir noktada, son bir çare olarak başvurulan, anayasa ya da toplumsal sözleşmede ifadesini bulan, ortak adalet anlayışını temel alan, şiddeti reddeden, yasa dışı politik bir edimdir.”
  • “Hukuk devleti idesinin içerdiği üstün değerler uğruna, kamuya açık ve yasaya aykırı olarak gerçekleştirilen, bu sırada üçüncü kişilerin hakkını çiğnemeyen, barışçıl bir protesto eylemidir.”

    Sivil İtaatsizliğin Unsurları

    1. Yasaya Aykırılık
    Sivil itaatsizlik haksız bir uygulamaya karşı bütün yasal yollar denendikten sonra girişilen “yasa dışı” bir eylemdir. Ancak yasa dışı eyleme girişmek ilke olarak yasa dışı örgütlenmeyi ya da eylemi savunmak anlamına gelmez. Sivil itaatsizlik toplumsal sözleşmenin çiğnenmesinden duyulan kaygıyı dile getirmek için başvurulan bir tepki türüdür. Bu anlamıyla sivil itaatsizlik yaşadışı ancak “meşru” bir eylem olarak değerlendirilir.

    Sivil itaatsizlik, doğrudan veya dolaylı olarak ortaya konulabilir. Doğrudan sivil itaatsizlikte, söz konusu pozitif hukuk normuna, bir düzenlemeyi çiğneyerek yapılan bir protesto eylemi iken; dolaylı yapılan sivil itaatsizlikte, karşı çekilen hukuk kuralı ile protesto eylemi aynı değildir. İlgili pozitif hukuk metnine aykırı davranılmaksızın bir protesto eylemi söz konusudur.

    2. Kamuya Açıklık
    Sivil İtaatsizlik kamuya açık aleni bir eylemdir; sivil itaatsizlik kavramının en önemli unsurlarından biri kamuya açıklıktır. Sivil itaatsizlik vicdanlarda yatan bir adalet, bir hakkaniyet duygusuna çağre niteliğinde olduğundan, kamuya açıklık vasfı aranmaktadır. Sadece olaydan mağdur olanın değil “her insanın böyle bir olguya karşı tepki duyması gerektiği” öngörüsünden hareket etmektedir. Kişisel çıkar arayışlarının ötesinde, aynı durumdaki herkes için adalete yönelik bir çözüm arayışı olan sivil itaatsizlik bu yönüyle kamusallığını da ortaya koymaktadır.

    Dogrudan sivil itaatsizlikte, söz konusu pozitif hukuk normuna, bu kuralın getirdigi düzenlemeyi çigneyerek yapılan bir protesto eylemi ile karsı çıkıs söz konusudur. Bu duruma örnek olarak, ülkemizde frekans ve yayın yapmaya iliskin yasal düzenleme yapılmadan önceki özel radyo ve televizyon yayınlarını gösterebiliriz.

    Dolaylı sivil itaatsizlikte ise, karsı çıkılan hukuk kuralı ile protesto eylemi aynı degildir. .İlgili pozitif hukuk metnine aykırı davranılmaksızın bir protesto eylemi söz konusudur. Örnegin, uluslararası bir askeri anlasma geregi yerlestirilen uzun menzilli füzelerin kaldırılması için girisilen bir protesto eyleminde, bu anlasma metninin çignenmesi mümkün olmadıgından, konuya kamuoyunun dikkatini çekecek, baska bir protesto yapılabilir. Gandi’nin pasif direnis tutumu da dolaylı protestonun tipik örneklerinden biridir.

    3. Hesaplanabilirlik
    Bir sivil itaatsizlik eylemi gerçekleştirilmeden önce eylemin hedefi ve nasıl gerçekleştirileceği baştan açıklanır. Eylemin gidişatının ve ortaya çıkardığı sonuçların eylemin başından söylenenlere uygun olması gerekir. Eylemcinin, eylemin başında söyledikleri ile eylem sırasında yaşananların farklı olması, gerçekleştirilen eylemin bir sivil itaatsizlik eylemi olarak sunulmasını güçleştirir.

    4. Şiddetsizlik
    Sivil itaatsizlik şiddet kullanımını dışlayan bir eylemdir; şiddet kullanımı diğer protesto biçimlerini sivil itaatsizlikten ayıran en temel özelliklerden birisidir. Sivil itaatsizlik şiddetsiz olmalıdır. Şiddet şiddeti doğurmakta ve çoğunlukla da tırmanmaktadır. Sivil itaatsiz, kendisine karşı şiddeti haklı kılacak ve çoğaltacak bir şiddet kullanımına girmekten kaçınarak, şiddete maruz kalmayı tercih eden bir bilinç düzeyine sahiptir.

    Diğer yandan, eylemin yapısı gereği, az da olsa ortaya bir hareketlilik çıkıyorsa: bunun sivil itaatsizlik eylemi olup olmadığının en önemli ölçütü, üçüncü şahısların hak ve özgürlüklerinin çiğnenip çiğnenmediğidir. Eğer üçüncü şahısların hak ve özgürlükleri ihlâl ediliyorsa eylem bir sivil itaatsizlik eylemi olmaktan çıkar. Çünkü sivil itaatsizlik çoğunluğa yapılan bir çağır, bir mesajdır.

    5. Sivil İtaatsizlik Hukuk Devleti Düşüncesine Dayalı Siyasi ve Ahlâki Bir Yönelimdir

    Sivil itaatsizlik, “Hukuk sisteminin içinde aksayan bir kurala karşı çıkmıştır.” Dolayısıyla, sistemin bütününe yönelik genel bir kabul söz konusudur. Sivil itaatsizlik, toplumsal durum karşısında, yasaya aykırı davranışa zorunlu kılacak, vicdani bir duygu-düşünce sürecidir. Bu vicdani süreç kişiyi sivil itaatsizliğe götüren süreçtir. Asıl alan, karşı çıkılan ya da istenen şeylerde ortaklıktır. Düşünsel düzeyde genel bir örtüşmenin değil, kısmi bir çakışmanın varlığı yeterlidir. İdeolojik birliktelikler sivil itaatsizlik kavramının ve eyleminin ruhuna aykırıdır.

    6. Yaptırıma Katlanma
    Sivil itaatsizlik çiğnenen pozitif hukuk normunun yaptırımına katlanma tutumunu gerektiren bir eylemdir; bu tür bir eyleme katılanlar, bu protesto eylemiyle ihlâl ettikleri yasanın yaptırımlarına katlanmayı göze almaktadırlar. Yaptırımlara katlanma “hukuksal düzene” duyulan bağlılık ve güvenin bir göstergesidir. Ancak litaratürde hukuki sorumluluk konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bazı teorisyenler hukuki sorumluluğu üstlenmenin eylemcilerin samimiyetlerinin ifadesi olarak değerlendirmekte ve eylemin çağrı etkisini güçlendireceği gerekçesiyle hukuki sorumluluğun üstlenilmesi gerektiği görüşündedir. Bazı teorisyenler ise meşru düzeyde girişilen bir eylemden dolayı cezalandırmayı kabul etmenin doğru olmadığı görüşünü savunagelmektedir. Şiddet içermeme unsurunda olduğu gibi, bu katlanmak tutumu da, sivil itaatsizliği, diğer protesto çeşitlerinden ayırmaktadır.

    Şiddetsizlik Merkezi

  • 23 Aralık 2022 Cuma

    Şebnem Korur Fincancı SAVUNMA

    Brecht: "Nasıl bir zamanda yaşıyoruz ki, suskunlukla geçiştirilen pek çok suçu içinde barındırdığı için ağaçlardan söz etmek neredeyse suç sayılıyor” Savunma Tamamı

    15 Aralık 2022 Perşembe

    Kediler bize hayatın anlamını öğretebilir mi?

    Filozof John Gray kitabında, eğer yapabilirlerse umursarlar mıydı diye soruyor. · ·

    Filozof John Gray, 'Feline Philosophy'de' öz farkındalığın evrimin özü olmadığını ve acıya yol açtığını savunur. ·

    Gray, insanların kendilerinden neden bu kadar rahatsız olduklarını anlamak için Pascal, Spinoza ve Lao Tzu'yu araştırır. ·

    İnsanlar kedi gibi olmayı isteseler de istemeseler de Gray, doğanın bize kedigillerin doğası gereği bildiği dersleri öğrettiğini söylüyor.

    Kediler bize hayatın anlamını öğretebilir mi?

    Orada yatıyor, her sabah bu saatlerde mutfak penceresinden süzülen güneş ışığı şeridinin tadını çıkarıyor. Bir pençeyi yalamak için kıvrılırken ya da sokağın aşağısında duran çöp kamyonuna kulak çevirirken kedi beyninde hangi düşünceler akmalı? Karmanın karmaşıklıkları, bekleyen ölüm oranı, Bitcoin düşüşü?

    Hepsi çöp. Zaman, karma, ölümlülük (ve kesinlikle bitcoin) bilincine girmiyor ya da İngiliz siyaset filozofu John Gray öyle iddia ediyor. Eski London School of Economics and Political Science profesörü, küresel kapitalizm (kötü) ve ateizm (iyi) üzerine etkili kitaplar yazmıştır. Şimdi gözlerini en derin öğretmenlerimiz üzerinde eğitiyor - o kadar derin ki onlardan bir şey öğrenip öğrenmememiz konusunda endişeleri yok.

    Gray, 'Kedi Felsefesi: Kediler ve Yaşamın Anlamı' adlı kitabında şöyle yazıyor:
    İnsanlar kedi olamazlar. Yine de üstün varlıklar olma fikrini bir kenara bırakırlarsa, nasıl yaşayacaklarını endişeyle sorgulamadan kedilerin nasıl gelişebileceğini anlayabilirler. '

    Gray'in fantastik kitabının büyük kısmı kedileri ilgilendirmez. Elbette arzu uyandıran bir model sunuyorlar, yine de Gray insanlığın doyumsuz (ve ağırlıklı olarak sonuçsuz) mutluluk girişimlerine ve ahlak yanılsamasını hesaba katmadaki yetersizliğimiz üzerine odaklanıyor. Acı çekmek için bir merhem olarak doğu uygulamalarının modern yeniden markalaşmasının aksine, o, özellikle Taoizmin her zaman metafiziksel olmaktan çok pragmatik olduğuna işaret ediyor.

    Lao Tzu'nun saman köpeği yorumuna atıfta bulunarak, insanların temel ilgisizliği hakkında - en iyi ihtimalle, biz özel değiliz - diye yazıyor Gray, Evrenin favorisi yoktur ve insan hayvanı onun amacı değildir. Amaçsız sonsuz bir değişim süreci, evrenin amacı yok. ' John Gray: Kediler, İnsanlar ve İyi Yaşam

    İnsanlar ve diğer tüm hayvanlar gibi kedilerin de hedefleri vardır: yemek, seks, barınak. Kesinlikle varoluşsal sıkıntı değil. Gray, trans hümanistlerin bedensiz bilinç arayışlarında hayal ettikleri teknolojik coşkunun Teosofik bir ateş rüyasından başka bir şey olmadığını not eder. Kendi kendimize tayin ettiğimiz kredimizin iddia ettiği kadar ileriye gitmedik.
    İnsanlar, evrenin karmaşıklığını, hatta kendi biyolojimizi bile anlayacak şekilde tasarlanmamıştır. Çoğu zaman dini gelenekler tarafından pazarlanan ahlak kavramı bile bir saçmadır, çünkü insanlar gerçekten sadece 'duygularını ifade ederler'. Duyguları tartışmak için sahip olduğumuz tek başvuru - homeostazı bozan ve açıklamayı gerektiren fizyolojik değişiklikler - dildir ve dil, gerçekliği tartışmak için güçlü ancak sınırlı bir mekanizmadır.

    Ve yine gerçeklik nedir?

    Karnını güneş ışığına maruz bırakmak için sırtına döner.
    Taoistlerin deyimiyle, genellikle insanları sürünün üstüne yükselten büyük ilahi bir yükseltme olarak savunulan üstbiliş (diyelim ki, karşıt başparmaklar, grup zindeliği veya anlaşılmaz bir şiddet uygulama yeteneği yerine), aslında Taoistlerin deyimiyle `` iyi bir yaşamın önündeki başlıca engeldir ''. o.

    Gray çok sayıda düşünürden (Aristoteles, Hume) dayanır, ancak Pascal ve Spinoza'nın zihinleri çoğu kediyi kanıtlar. Pascal bir odada sessizce oturmanın üzücü olduğunu biliyordu - akıllı telefon öncesi! Bizimki gibi çevresiyle uyumlu olmayan bir zihnin dikkatini dağıtmak için sonsuz eğlenceye ve eğlenceye ihtiyacımız olduğunu biliyordu.

    Spinoza, Batılı düşünürlerin en Taocusudur. Gray, Lao Tzu ile ol 'Benedict arasında dayanışmayı ikincisinin nosyonunda bulur. çaba , 'canlıların dünyadaki faaliyetlerini koruma ve geliştirme eğilimi.' Ne yazık ki, geliştirmelerimiz dünyanın ağırlığına mal oldu. İnandığımıza rağmen, diğer hayvanlar daha insan gibi olmayı hedeflemiyor, evrim sürecini bizimle sonuçlandırmadı. Diğer türler, oldukları şey haline gelme konusunda çok az sorun yaşarlar. Bu benzersiz bir insani eksiklik.

    Gray, insanlar, 'Spinozist-Taocu bir etik' uygulayarak gerçek tatmin buluyor. Biz Yapabilmek aslında kendimiz olduğumuz için mutlu olacağız.
    İyi bir hayat onların duygularıyla şekillenmez. Duyguları, doğalarını ne kadar iyi anladıklarına göre şekillenir. '

    Sonunda, kayıtsız bir dünya sayesinde kediler gibi oluruz. Sadece insanlar gerçeği yansıtmayan hikayeler icat eder. Beynimiz kronik olarak bilgi boşluklarını doldurur; bu boşluklar genellikle yanlış değerlendirmeler sunar. Varoluş, onu kendi lehimize nasıl manipüle etmeye çalıştığımıza bakılmaksızın çevremiz için şarttır. Bizim kurcalamamızdan sıkılmadan ya da öfkelenmeden önce doğayı yalnızca çok uzun süre sömürebilirsiniz - ama orada, kurallarımıza asla uymayacak bir sürece insan özellikleri atamaya gidiyoruz.
    Bunu kedi bilir - hiç bilmeyerek veya önemsemeyerek.
    Kalıcı efsaneye rağmen, kediler sevgi gösterir; insan oda arkadaşlarını sevmeyi öğrenebilirler. Üç kedimiz her gece karımla ve benimle birlikte rahat bir şekilde mi yoksa sadece ısınmak için mi yatağa mı giriyor? Alakasız. İnsanlar da şartlı hayvanlardır. En azından kediler pragmatizmi duygu ile karıştırmaz. Gelen şeyden memnunlar. Biz değiliz.

    Kediler, insanın anlam arayışını anlayabilseler, onun saçmalığına sevinçle mırıldanıyorlardı. Kedi olarak hayat onlar için yeterince anlam ifade ediyor. Öte yandan insanlar, hayatlarının ötesinde anlam aramaktan kendini alamazlar. '

    Gray, baskımız için bir reçete öneriyor. Onun on kedi emri nihayetinde bizim için; Fırsat verilirse kediler sayfaları çöp için kullanırdı. Endişeli hayvanlar olduğumuz için aşağıdaki üç uçurum notunu düşünün. İroni: Onlara ulaşmak için onları başarmaya çalışmayı bırakmanız gerekir - başka bir paradoks kedinin somutlaştırmakta hiçbir sorunu yoktur. ·

  • Istırabınıza bağlanmayın ve yapanlardan kaçının. ·
  • Mutluluğun peşinden gitmeyi unutun, onu bulabilirsiniz. ·
  • Sizi mutlu etmeyi teklif eden herkesten sakının.

    Can cats teach us the meaning of life?

  • Enerjide devrim, nükleer füzyon?

    Nükleer füzyon teknolojisi enerji ihtiyacını fosil yakıtlı kaynaklar yerine daha çevreci ve daha az riskli yollardan karşılanmasına kapı aralayabilir.
    Bilim insanları bu enerji kaynağından verimli bir şekilde faydalanmanın yollarını keşfedememişti. Fakat şimdi bu değişmek üzere olabilir.

    Nükleer füzyon nasıl çalışır?
    Nükleer füzyon reaksiyonlarına aslında her gün şahit oluyoruz. Yıldızlar ve güneşin enerji kaynağını nükleer füzyon reaksiyonları oluşturuyor.

    Bu reaksiyon iki hafif atom çekirdeğinin birleşerek daha ağır bir çekirdek oluşturmasıyla meydana geliyor. Oluşan tek bir çekirdeğin kütlesi iki orijinal çekirdeğin toplam kütlesinden daha küçük olduğu için geriye kalan kısım enerji olarak açığa çıkıyor.

    Güneş örneğinde de milyonlarca dereceye ulaşan sıcaklığı ve dev kütlesinden kaynaklanan yerçekiminin sebep olduğu basınç, normalde birbirini itmesi beklenen atomların birleşmesine sebep oluyor.

    Aslında bilim insanları uzun süredir nükleer reaksiyonların meydana gelme prensibini çözmüş durumda ve 1930'lu yıllardan beri bunu kontrollü bir şekilde taklit etmeye çalışıyor.

    Fakat bu reaksiyonu tetiklemek için harcanan enerji, reaksiyon sonucu elde edilen enerjiden daha fazla olduğu için verimli bir kaynak haline dönüştürülemedi.

    Amerikan Enerji Bakanlığı'nın açıkladığı yeni teknik, deuterium ve tritium olarak adlandırılan iki hidrojen izotopun birleştirilmesi prensibine dayanıyor ve daha az ısıyla tetiklenen reaksiyondan diğer birçok füzyondan daha fazla enerji ortaya çıkıyor.

    Yeni buluş neden çok önemli?
    Berkeley Üniversitesi profesörlerinden Daniel Kammen ticari olarak uygulanabilir bir teknoloji geliştirilmesi halinde nükleer füzyonun temelde sınırsız bir enerji kaynağı olabileceğini belirtiyor.

    Reaksiyon için gerekli maddeler deniz suyunda bulunuyor. Ayrıca bu reaksiyon sonucunda nükleer füzyon reaksiyonlarında olduğu gidi radyoaktif atıklar da oluşmuyor.

    Bilim insanları ne üzerinde çalışıyor?
    Bilim insanlarının nükleer füzyonu oluşturmak içi kullandığı yöntemlerden birinde tokamak adı verilen cihaz kullanılıyor.

    Simit şeklinde vakumlu bir odadan oluşan sistemde süper mıknatıslar kullanılarak 150 ila 300 milyon derece sıcaklığa ulaşılarak kullanılan yakıtta nükleer füzyon reaksiyonları başlatılıyor.

    Yeni bir yöntem kullanan Livermore laboratuvarı ise içi deuterium ve tritium izotopları ile dolu küçük bir kapsüle 192 lazer ışını gönderiyor.

    Laboratuar 2021 yılının ağustos ayındaki bir testte 1,35 megajul enerji ürettiğini açıklamıştı. Bu reaksiyonu başlatmak için harcanan enerjinin yüzde 70'ine denk gelen bir seviyeydi. Ama araştırmacılar kapsülün ve lazer ışınlarının kalitesini artırmanın yollarını bulduklarını açıklamışlardı.

    Kammen de nükleer füzyonun teoriden pratiğe geçirilmesinin önündeki en büyük engelin enerji çıktısının girdisinden daha fazla olamaması olduğunu belirtiyor.

    Euronews

    7 Aralık 2022 Çarşamba

    Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması

    Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruluş süreci içinde gerçekleştirilen ve “Türk İnkılabı” olarak adlandırılan büyük değişim ve dönüşüm hareketinin ana amacı, devlet yaşamında olduğu kadar sosyal yaşamda da, toplum yaşamında da “çağdaşlaşma” idi. 1924 yılı 3 Martında başlayan ve devletin laikleştirilmesi amacına yönelik çabalar, özellikle 1925 ve 1926 yıllarında toplumsal alanda gerçekleştirilen ve yine aynı amaca yönelen bir dizi köklü değişim çabaları ile devam etti.
    1925 yılında çıkartılan “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılmasına ve Türbedarlıklarla Birtakım Unvanların Yasaklanmasına ve Kaldırılmasına İlişkin Yasa” da toplumsal alanda yapılan en önemli düzenlemelerden biri idi.

    İslam dünyasında dinin ibadetlere ilişkin kurallarının farklı biçimlerde yorumlanması “tarikat” adı verilen yapıları doğurmuştu.
    Tarikat üyelerinin toplanacakları, birlikte ibadet edecekleri özel, kapalı yerlere ise “tekke” adı verilmişti. Tekkelerin küçükleri de “zaviye” (hücre, küçük oda) olarak isimlendirilmişti.
    Başlangıçta, değişiklikten yana olmayan, dinî kurallara sıkıca bağlı bulunan medreseliler karşısında tekkeler ve zaviyeler; gelişmeden yana, açık düşüncenin belirdiği yerler sayılmıştı. Buralarda bir tür “hizmet içi eğitim” yapılıyor, resim, müzik, şiir gibi sanatlarla da uğraşılıyordu. Hatta bu özelliklerinden dolayı bu kurumlar etrafında oluşan edebiyat dalına da “Tekke Edebiyatı” denilmişti. Bütün bu toplumsal işlevleri dikkate alındığında devletin merkezi otoritesini güçlü olduğu dönemlerde tekke ve zaviyeler bir tür sivil toplum yapıları olarak adeta yaygın eğitim kurumları rolünü üstlenmişlerdi.

    Selçuklu ve Osmanlı Devletleri döneminde hem Anadolu hem de Rumeli’nin Türkleşmesi ve İslamlaşması yolunda çok büyük hizmetleri bulunan tarikatlar, daha sonraki yüzyıllarda asıl işlevlerini kaybetmişlerdi.
    Osmanlı Devleti’nin duraklama devrinden itibaren tarikatlar Müslüman halkı parçalamaya, müritleri vasıtasıyla iktidar sahipleri üzerinde baskı yapmaya, dini statikleştirmeye, insanları miskinleştirmeye başlamışlardı. Tekke ve zaviyelerin bir kısmı, kendilerine tanınan ayrıcalıkları kötüye kullanan, bağlı oldukları şeyhin arzusuna, eğilimlerine göre hizmeti görev sayan, devlete vergi vermeyenlerin, askerlik yapmak istemeyenlerin toplandıkları, barındıkları yerler durumuna gelmişlerdi.
    Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde bu kurumları düzenlemek amacıyla 1918’de yeni bir tüzük hazırlanarak yürürlüğe konuldu ise de bunun yeterli olamadığı anlaşıldı.

    Kurtuluş Savaşı döneminde ılımlı tarikatlara ait tekke ve zaviyelerin bir kısmı (mesela İstanbul Üsküdar’daki Özbekler Tekkesi gibi) Millî Mücadele’ye önemli katkılarda bulunurken; bazı tarikat üyelerinin saltanat ve halifelik yanlısı davrandıkları görülmüştü.
    Cumhuriyetin ilanı ve halifeliğin kaldırılması sırasında yaşanan tartışmalarda da “Din elden gidiyor”, propagandasıyla büyük değişime karşı çıkmışlardı.
    3 Mart 1924’te Şeriye ve Evkaf Bakanlığı kaldırılırken tekkeler ve zaviyeler yeni kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlandı. Fakat, Şeyh Sait İsyanı ile ilgili yargılamalar sırasında, isyan bölgesindeki Şeyh Şemsettin ve Hanili Şeyh Adem’in tekkeleri gibi bazı tekkelerin ayaklanma hazırlıkları için birer merkez olarak kullanıldığı anlaşılınca İstiklal Mahkemesi ayaklanma bölgesindeki tekke ve zaviyelerin kapatılmasına karar verdi. 28 Haziran 1925’te alınan karar, tekke ve zaviyelerin asıl amaçlarından saparak birer siyasi dernek gibi çalıştıkları için Dernekler Yasası’nın izinsiz açılan kuruluşlara ilişkin hükmüne dayandırılmıştır.
    Bu kararın gerekçesi sonraki süreç açısından da önem taşıdığı için buraya aynen alıyoruz:
    Bir yönüyle İslam’ın anlaşılması ve yaşanması, bir diğer yönüyle de “ayrılıkçı ve bölücü” bazı isyanların kaynağı hâline gelmiş olmak bakımından tekke ve zaviyeler sorunu kesin bir çözüme kavuşturulmalıydı.
    Üniter / Ulus devlet ve Laik Demokratik Cumhuriyetin kurumsallaşması ve halka mal olabilmesi için feodal düzenin simgeleri hâline gelen tekke ve zaviyeler ile bunların etrafında oluşan “şeyh, seyit, baba, çelebi” gibi unvanlar taşıyan insanların halk üzerindeki otoritelerinin kırılması da önem taşıyordu. Bu nedenle Şeyh Sait Ayaklanması ile ilgili davalar sona erdikten ve şapka giyilmesi gibi giyim kuşamda devrim sayılan bir atılımdan sonra tekke ve zaviyeler sorunu ele alındı.
    Hükümet, sosyal hayatı düzenleyen bu adımların toplumda kabul görmesi ve korunması için, yalnız tekke ve zaviyelerin değil, ölüden yardım bekleme yerlerine dönüşmüş olan “türbelerin” de kapatılmasını zorunlu görüyordu.

    Cumhurbaşkanı Atatürk, şapkayı tanıtmak amacıyla 1925 yılı Ağustos ayı sonunda çıktığı yurt gezisinde Kastamonu’da konuşurken; tarikatlar, tekkeler, zaviyeler ve türbeler konusuna da değinmiş ve bunların kapatılmaları gerektiğini belirtmiştir. Ölüleri yardıma çağırmanın uygar bir toplum için yüz karası olduğunu, bilimin, teknolojinin uygarlık ışıkları günümüzde parlarken, şu ya da bu şeyhin yol göstermesiyle mutluluk aramanın ilkellik sayılması gerektiğini vurguladıktan sonra şunları söylemiştir: “Ey Millet! İyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, meczublar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat, uygarlık tarikatıdır… Tarikatların başları bu dediğim gerçeği bütün açıklığı ile anlayacak ve kendiliklerinden tekkelerini kapatacaklardır.”
    Yine Atatürk Çankırı’da da aynı minval üzere konuşmuş ve tarikat üyelerinin Diyanet İşleri Başkanlığı görevlileri gibi giyinmelerinin de yersiz ve haksız olduğunu vurgulamıştır.
    Fakat tekkelerin kendiliğinden kapanmalarının söz konusu olmayacağı, olsa bile uzun zaman alacağı belliydi. Bu nedenle önce Bakanlar Kurulu bir kararname yayınladı (2 Eylül 1925). Bu kararnameye yer yer tepkiler gelince Refik Koraltan ve arkadaşlarının hazırladığı bir yasa teklifi TBMM’nin 30 Kasım 1925 günkü oturumunda çok kısa süren bir görüşmeden sonra olduğu gibi kabul edildi.
    “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılmasına ve Türbedarlıklarla Birtakım Unvanların Yasaklanmasına ve Kaldırılmasına İlişkin Yasa” başlığı taşıyan 667 sayılı yasa 3 madde olarak düzenlenmişti. Bu yasa ile Türkiye Cumhuriyeti içinde vakıf ya da başka bir yolla kurulan veya mülk olarak bir şeyhin kullanımında olan tekke ve zaviyelerden, cami ve mescit olarak kullanılanlar dışında kalanlar kapatılıyordu.
    Ayrıca bütün tarikatlarla, “şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, naiplik, halifelik, büyücülük, üfürükçülük, falcılık ve gaibten haber vermek ve murada kavuşturmak amacıyla muskacılık” gibi unvan ve sıfatların kullanılması, bu unvan ve sıfatlara ait hizmetlerin görülmesi ve elbise giyilmesi yasaklanıyordu.
    Yine aynı yasa ile Türkiye Cumhuriyeti içinde Osmanlı sultanlarına ya da tarikatlara ait kazanç elde etmeye dayanan bütün türbeler kapatılıyor, türbedarlıklar kaldırılıyordu. Aynı yasa ile söz konusu yasaklara uymayanlara 3 aydan az olmamak koşuluyla hapis ve 50 liradan az olmayacak şekilde para cezası verilecekti.

    Çağdaşlaşmayı hedefleyen devletin laikleşmesi, İslam’ın Kuran ve Hadis gibi temel kaynaklarına göre öğrenilip yaşanması ve ülke içinde millî birlik ve bütünlüğün sağlanması gibi çok temel gerekçelerle yapılan bu yasal düzenleme uzun yıllar titizlikle uygulanmış; yasanın türbelere ilişkin hükmünde çok partili hayata geçildikten sonra 1 Mart 1950 gün ve 5566 sayılı yasa ile bir değişiklik yapılmıştır. Buna göre Türk büyüklerine ait olan ya da büyük sanat değeri bulunan türbelerin Millî Eğitim Bakanlığının önerisi üzerine Bakanlar Kurulu kararıyla açılabileceği kararlaştırılmıştır.
    Böylece Osmanlı padişahlarının türbeleri ile Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş, Barbaros, Mimar Sinan vs. gibi Türk büyüklerinin türbeleri ziyarete açılmıştır. “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılmasına ve Türbedarlıklarla Birtakım Unvanların Yasaklanmasına ve Kaldırılmasına İlişkin Yasa” 1961 ve 1982 Anayasalarında korunması gereken “devrim yasaları” arasına alınmıştır.

    NOT: Turgut Özal(9 Kasım 1989 - 17 Nisan 1993)döneminde 1990’da çıkan yasa ise türbelerin açılması için Bakanlar Kurulu onayının alınması şartını ortadan kaldırdı; Kültür Bakanlığı’nın onayı yeterli görüldü.
    Siyasilerin tarikat mensupları ile ilişki kurması sonucu tarikatların itibar kazanması ile yasa uygulanmaz duruma geldi. Tarikatlar, yasaklı olmalarına rağmen etkinliklerini sürdürebilmektedirler! (Vikipedi)