Translate

31 Ocak 2022 Pazartesi

Timus

Timüs, kemik iliği gibi birincil lenf organlarından biridir. Vücudumuzda iman tahtasının üzerinde, tiroid bezinin altında ve soluk borusunun önünde bulunur. Timüs bezi bir komuta-eğitim merkezidir. Triorid bezi tarafından salgılanan T hücreleri yani lenfositlerin; vücut hücreleri ile vücuda zararlı olabilecek yabancı hücreleri ayırt etmeyi öğrendikleri yerdir.

Timüs bezinde meydana gelecek titreşimlerin sıklığı kişinin genç ve sağlıklı yaşamasında paralellik gösterir.

Yani Timüs bezi ne kadar çok titrerse kişi o kadar genç ve sağlıklı yaşar. Atabileceğiniz güçlü bir " Kahkaha " veya gögsünüze vurabileceğiniz hafif dokunuşlarla Timüs bezinin titreşmesini sağlayarak direnç kaybını en aza indirmek mümkün olabilir.
Aşırı üzüntü anında bazı kültürlerde, özellikle de kadınların gögüslerine vurduklarını görürüz. Bu olay tamamen beyin tarafından yaratılan istemsiz yani refleks kaynaklı bir harekettir. Kişi göğsüne vururken Timüs bezini titreştirir ve bağışıklıkta üzüntü kaynaklı olası direnç kaybının önüne geçer.
Kahkaha da titreşim yaratacağından bağışıklık sistemini güçlendirir.

Timüs bezi bağ dokusundan yapılmış ince bir kapsülle çevrilmiştir. Kapsül, diğer lenfoit organlarda olduğu gibi bezin içine girerek onu bölmelere ayırır. Her bölüm (lobül) korteks ve medulla adı verilen sırasıyla koyu ve açık renkte bölgelere sahiptir.

Timüs yaşla birlikte gerileyen bir organdır.

29 Ocak 2022 Cumartesi

“Kulüp”ten bize yansıyanlar

Netflix’te yakın zamanda vizyona giren “Kulüp” dizisi, bazı kesimlerce övgülere boğularak göklere çıkarılırken bazı kesimlerce de özellikle bahsi geçen tarihsel olaylar açısından olumsuz eleştiri yağmuruna tutularak adeta yerin dibine sokuldu. İstanbul’da geçen dizide, on yedi yıl hapiste kalan ve bir af sonucu hapisten çıkan Seferad Yahudisi Matilda ve o süreçte yetimhanede büyüyen kızı Raşel’in yolları Matilda istemese de bir şekilde kesişir. Raşel’in başı, büyük bir gece kulübünün yöneticisi Çelebi ile derde girince annesi Matilda bunun karşılığında bu kulüpte çamaşırcılığa başlar. Dizi 1942 Varlık Vergisi’nin devreye girmesi ile başlar ve 6-7 Eylül 1955 olayları ile sona erer. Kulüp sahibi Orhan, aslen Rum kökenlidir ve asıl adı da Niko’dur. Annesi Mevhibe’nin oğluna karşı korumacı yaklaşımı, oğlunun başarılı olmasını büyük bir tutkuyla istemesi ve dönemin şoven politikalarının diğer uluslarla eşitçe bir arada yaşama koşullarının önüne geçmesi, asıl kimliklerini uzun yıllar boyu gizlemelerine sebep olur. Yıllarca bu şekilde yaşarlar ancak hesaba katmadıkları bir şey ortaya çıkar: Mevhibe’de Alzheimer hastalığı. Zaman zaman Türkçeyi unutup Rumca konuşmaya, geçmişteki olayları tekrar yaşadığını zannetmeye başlar. Asıl kimliğinin ortaya çıkmasından korkan Orhan ise, annesinin bu durumunu saklamak için evlerinde çalışan herkesi gönderir, annesini ilaçlarla uyutur. Ancak annesinin durumu giderek ağırlaşır. Orhan da git gide akli dengesini yitirmeye başlar. Dizide Mevhibe ve Orhan’ın kendilerini koruma içgüdüsü ile asıl kimliklerini saklama telaşları ve bunun yarattığı gerilimler çok iyi bir şekilde izleyiciye yansıtılıyor. Dizide havada kalan yerlerden biri de Selim’in cinsel yönelimine dair. Burada çeşitli işaretler ve birkaç tartışmanın belirli belirsiz parçalarında çeşitli göndermelerde bulunulup, açıktan ifade edilmemesinin hem dikkat çektiği hem de hangi kaygıyla yapıldığına anlam vermenin zor olduğunu söylemek gerek. Dizinin kötü karakteri Çelebi ise son 2 bölümde adeta iyilik meleği kesiliyor. “Herhalde bir insan bu kadar kötü olamaz. Matilda’nın onu fark etmeyişinin hırsından ona eziyet ediyor” fikrinden hareketle Çelebi aklanmaya çalışılıyor. Ancak çalışanlarına ve Matilda’ya psikolojik ve ekonomik şiddet uygulayan, kadınları yalnızca cinsel obje olarak görüp cinsel şiddet uygulayan Çelebi’ye hemen iyi insan kılıfını giydirmek mantığa uygun değil.

AZINLIK DİLİ: LADİNO
Ayrıca dizide Ladino diline ait diyaloglara ve Ladino şarkılarına yer veriliyor. İnsanın yüreğine dokunan Ladino müzikleri, dizi sahneleri ile birleştiğinde insanın daha da içine işliyor. Ladino, sürgüne zorlanan İspanyol kökenli Yahudilerin yani “azınlıkların” dili. Ladino müziklerinde bir azınlığın sürgüne uğramışlığının çaresizliği, hüznü, naif bir şekilde dalgalanıyor, kaburgalarınızda dolaşıyor adeta. Bazı Türkçe şarkılarda da Ladino ezgileri kullanılmıştır. Bunların en bilineni “Durme querido hijico”dur. Ezgisini açıp dinlediğiniz zaman muhakkak Türkçe sözleri dökülecektir dudaklarınızdan. Dizi; dönem kıyafetlerinden şarkılarına, kostümlerinden oyuncu performanslarına adeta enfes bir görsel şölen havasında. Ancak Kulüp’ün ışıltılı dünyası bazı gerçekleri göz ardı etmemize neden olabiliyor. Mesela, tarihler arası tutarsızlık gibi. Varlık Vergisi, 1942’de kanun olarak ortaya konuluyor. Dizideki Matilda karakteri ise Varlık Vergisi’nden sonra ailesini dağıtan Mümtaz’dan intikam almak için onu öldürüyor ve on yedi yıl hapis yatıyor. Hapisten çıktığında 1959-1960’lı yıllara denk gelmesi gerekirken çıktıktan bir süre sonra 6-7 Eylül 1955 olaylarını yaşamış oluyor. Evet,verilmek istenen mesajlar gayet iyi ama bir hikâye gerçek olaylardan besleniyorsa bu tarz mantık hatalarına da dikkat edilmesi gerekir. 6-7 Eylül Olayları ya da diğer adıyla İstanbul Pogromu’nu anlatan bu dizinin yine de cesurca olduğunu söylemek gerekir. Bu yüzden takdiri hak ediyor. Bu diziden önce de 2009’da vizyona giren Tomris Giritlioğlu’nun Güz Sancısı filmi, 6-7 Eylül olaylarını, yine Tomris Giritlioğlu’nun 1999 yapımı “Salkım Hanım’ın Taneleri” filmi Varlık Vergisi’ni konu alır. Ancak her ne kadar eksiklikleri olsa da “Kulüp” dizisi meseleyi daha ileriden tartışıp gerçekleri olanca sertliği ile yüzümüze çarpıyor. Dizinin sonunda Raşel’in bebeği doğuyor ve bebeğin yetişkin halinin sesi anlatıcı konumuna geçiyor. Orada kullandığı “seçilmiş aile” kavramı ise bana göre; hikâyeye son noktayı koyan bir kavram. “Seçilmiş aile” diye bahsettiği, birbiri ile hiçbir kan bağı bulunmayan, farklı milliyetlere, dinlere mensup ancak birbirleri ile gönül bağı kuran, dayanışan, sevgi ve dostluğu büyüten “Kulüp” çalışanları.

YÜZLEŞİLMESİ GEREKEN GERÇEKLİK: 6-7 EYLÜL OLAYLARI
İstanbul Pogromu, Türkiye’nin yüzleşmesi gereken bir gerçekliktir. Çünkü yüzleşilmedikçe, derine gömüldükçe bunlara yenileri eklenecektir ki eklenmektedir de. İktidarlar kuyrukları her kapana kısıldığında yaptığı gibi halklara milliyetçilik ve şovenizm pompaladıkça ırkçı saldırılar yine artmaya başladı. Kürtlere ve mültecilere yönelik özellikle de son dönemde alevlenen bu nefreti söndürmenin tek yolu ise sorunun asıl kaynağını teşhir etmekten geçiyor. Terazinin bir ucunda ezenler diğer ucunda ezilenler var. Ezenler, ezilenleri diline, dinine, ırkına bakmadan eziyor. Bu yüzden ezilenlerin de din, dil, ırk ayrıştırmalarına kanmadan ezenlere karşı birlikte mücadele vermesi gerekiyor.
Yazıyı, dizide kullanılan, Türkçesini Zülfü Livaneli’nin, Yunancasını Maria Farantouri’nin seslendirdiği “Kardeşin Duymaz/San To Metanasti” şarkısından bir kesitle sonlandırıyorum:

Kıvılcım EFTELYA - İnönü Üniversitesi

Evrensel

17 Ocak 2022 Pazartesi

Termik santraller neden kapatılmalı?

Yaşadığımız yüzyılın en büyük sorunlarından biri olan ve etkilerini neredeyse her gün yaşamaya başladığımız iklim krizinin en önemli nedeni karbon emisyonudur. Karbon emisyonu, doğada oluşan karbonun atmosfere salınmasıdır. Atmosfere salınan bu gazlar, dünyanın sıcaklığının artmasına neden oluyor. Artan sıcaklık nedeniyle son yıllarda hepimizin yakından gözlemlediği ve doğrudan etkilendiği aşırı hava olayları yaşanıyor.

İklim krizine yol açan karbon emisyonunun büyük kısmını ise kömür, petrol, doğalgaz gibi fosil yakıt kullanan termik santraller oluşturur. Bu nedenle karbon emisyonunu azaltmanın ya da sıfırlamanın ön koşulu başta termik santraller olmak üzere karbon salımına neden olan faaliyetlerin durdurulmasından geçmektedir. 
Ülkemizde faaliyette bulunan termik santrallerin hemen hemen tamamı fosil yakıt kullanmaktadır. Termik santrallerin olumsuz etkisi sadece karbon emisyonu ile sınırlı olmayıp hava Kirliliği, su kirliliği, toprak kirliliği, canlılar üzerinde yaptığı etkiler ve arazi kullanımı üzerindeki etkileri olmak üzere birçok olumsuz etkisi vardır.
Kullanılan yakıta bağlı olarak değişen oranlarda çıkan ve hava kirliliğine neden olan gaz ve partikül maddeler uzun zaman boyunca havada asılı kalmaları nedeniyle solunum şikayetlerine, akciğerlerde kalıcı hasarlara, bronşite, anfizeme, damar hastalıkları gibi hastalıkların yanında ölümlere de neden olmaktadır. 
Termik santrallerin oluşturduğu hava kirliliği sadece havayı soluyan canlılara değil, orman ve geniş tarım arazilerini de olumsuz etkilemektedir. Bacalardan atmosfere salınan kirleticiler, atmosferdeki su partikülleri ve diğer bileşenlerle tepkimeye girerek sülfirik asit ve nitrik asit’i oluştururlar. Atmosferde oluşan bu asitler, yağmur yoluyla toprak ve suya karışmaktadır.  
Termik santraller soğutma, buhar elde etme ve temizleme gibi çeşitli nedenlerle önemli miktarda su kullanmakta ve tüm bu işlemler sonucunda tonlarca atık su oluşturmaktadır. Atık sular ne kadar işlemden geçirilirse geçirilsin çevre kirliliğine yol açmaktadır. 
Ayrıca, kullanılan suların arıtılması sırasında kullanılan kimyasal maddeler suyun kirlenmesine neden olmaktadır. Yine, baca gazından çıkan maddelerin yarattığı asit yağmurları da kirliliğe, bitki ve toprak yapısında değişime neden olabilmektedir. Uçucu küllerde bulunan ağır metaller yağmur sularıyla birlikte yer altı suyuna ve içme suyu kaynaklarına ulaşabilmektedir.

Türkiye’nin sahip olduğu en bol fosil kaynaklı yakıtı linyit olup, linyit düşük-kaliteli ve yüksek derecede kirlenmeye yol açan yakıt kaynağıdır. Linyit kömürünün kullanımı çok yüksek miktarda kükürt dioksit, azot oksitler, karbondioksit, ozon, hidrokarbonlar, partiküler madde ve kül oluşturmaktadır. Bu atıklar çevre sağlığını değişik biçimlerde etkilemektedir.
Türkiye’deki linyitlerde önemli miktarda radyoaktif madde ile zehir etkisi yaratan elementler bulunmaktadır. Bu linyitlerin yakılmasıyla söz konusu radyoaktif maddeler baca gazları arasında partikül halinde veya kazandan çıkan diğer küllerle birlikte atılmaktadır. Afşin-Elbistan linyitleri üzerinde yapılan araştırmada uranyum, potasyum, radyum ve toryum gibi radyoaktif maddelerin belirlenen yoğunlukları, literatürde yer alan kömürlerin ve dünya kabuğunun ortalama değerinin çok üzerinde olduğu tespit edilmiştir. Söz konusu elementler sadece yüzey ve yer altı sularını kirletmemekte, aynı zamanda toprağın kirlenmesine de neden olmaktadır.
Özellikle baca filtresi olmayan tesislerden, büyük oranlarda kükürt dioksit çıkışı olmaktadır. Söz konusu gazın canlılar üzerinde birçok olumsuz etkisi vardır. Bunlardan birisi, bitkiler üzerindeki etkisidir. Linyitle çalışan termik santrallerin ormanlar üzerinde de olumsuz etkisi söz konusu olmaktadır. Bu etki çam gibi iğne yapraklı ağaçların iğne yapraklarında kükürt birikimi ve ağaçların yıllık büyüme halkalarında da daralma olarak ortaya çıkmaktadır. 
Elektrik santrallerinin arazi kullanımı üzerinde de olumsuz etkileri vardır. Öncelikle termik santrallerde kullanılan enerji kaynağının depolanması, ciddi bir sorun oluşturmaktadır. Linyitle çalışan termik santrallerde düşük kaliteli linyit kullanılmaktadır. Özellikle açık linyit işletmelerinin çevreyi daha fazla olumsuz etkilediği bilinmektedir.
Enerji kaynağının depolanması dışında termik santrallerde günlük olarak çıkan ağır metal ve radyoaktif elementler içeren kül miktarının fazla olması geniş alanların kül depolama alanı olarak kullanılmasına yol açmaktadır. Küllerin üzeri toprakla örtülse bile oluşan radon gazı toprağın gözeneklerinden geçerek havaya karışmakta, polonyuma ve aktif kurşuna dönüşebilmektedir. Bu nedenle kül yığınları çevreye uranyum da dahil radyoaktif madde yaymaktadır. 
Aynı zamanda kömür üretimi iş cinayetlerinde ölen binlerce madencinin yanı sıra; kömür demek, kanser demek, KOAH hastalığı demek, kısacası ölüm demektir. 
Termik santrallerin kapatılması için başka ne olmalıdır. 

Hüseyin Çağlar - www.yenibakis.com