Translate

Doğa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Doğa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ekim 2023 Çarşamba

“Dünya enerji görünümü raporu” bize ne söylüyor?

Dünya Enerji Görünümü 2023 Raporu bu ay yayımlandı. Bu rapor, küresel enerji sisteminin her yönüne ilişkin derinlemesine analizler ve stratejik içgörüler sunuyor. Bu yılki rapor, spesifik olarak, jeopolitik gerilimler ve kırılgan enerji piyasaları zemininde ekonomilerdeki ve enerji kullanımındaki yapısal değişimlerin dünyanın artan enerji talebini karşılama şeklini nasıl değiştirdiğini araştırıyor.

“JEOPOLİTİK ORTAM VE KÜRESEL EKONOMİ TEDİRGİN”

Rapora göre, yakın geçmişte yaşanmış olan küresel enerji krizinden kaynaklanan bazı baskılar hafiflemiş olsa da, enerji piyasaları, jeopolitik ortam ve küresel ekonomi tedirgin ve daha fazla enerji kesintisi riski her zaman mevcut. 

Örneğin, petrol gibi fosil yakıt fiyatları 2022’deki zirve noktalarına göre gerilemiş olsa da, piyasalar gergin ve istikrarsız bir değişkenlik içinde. Çünkü Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile başlayan savaş bir yıldan fazla bir süredir devam ediyor ve bu savaşa şimdi de İsrail-Filistin çatışması ile birlikte ortaya çıkan Orta Doğu’da uzun süreli ve yaygın bir savaş riski eşlik ediyor.

Küresel kapitalizmin makroekonomik durumu ise (başta IMF ve OECD raporlarında vurgulandığı gibi),  inatçı enflasyon düzeyleri, bazı ülkelerde yaşanan ekonomik daralma, yüksek faiz oranları, yüksek borçlanma maliyetleri ve yüksek borç seviyeleri nedeniyle iyimser bir görüntü sergilemiyor.

“KÜRESEL YÜZEY SICAKLIĞI 1,2 °C’NİN ÜZERİNDE SEYREDİYOR”

Bugün, küresel ortalama yüzey sıcaklığı, sıcak hava dalgalarına ve diğer aşırı hava olaylarına neden olan sanayi öncesi seviyelerin yaklaşık 1,2 °C üzerinde seyrediyor ve sera gazı emisyonları henüz zirveye ulaşmadı.

Enerji sektörü dünya nüfusunun yüzde 90’ından fazlasının solumak zorunda kaldığı ve yılda 6 milyondan fazla erken ölümle bağlantılı olan kirli havanın da başlıca nedeni olmasına rağmen, elektriğe ve temiz yemek pişirmeye erişimin iyileştirilmesi konusundaki olumlu eğilimler bazı ülkelerde yavaşladı, hatta tersine döndü.

“OLUMLU GELİŞMELER DE MEVCUT”

Raporda, bu olumsuz gelişmelere karşın, olumlu gelişmelerden de söz ediliyor. Örnek olarak, güneş enerjisi ve elektrikle çalışan otomobillerin öncülüğünde yeni bir temiz enerji ekonomisinin ortaya çıkması ileriye dönük umut veriyor. Temiz enerjiye yapılan yatırım 2020’den bu yana yüzde 40 arttı. Karbon emisyonlarını azaltma çabası bunun önemli bir nedeni, ancak tek nedeni değil. 

Olgun- temiz enerji teknolojileri için haklı ekonomik gerekçeler de mevcut. Enerji güvenliği de, özellikle yakıt ithal eden ülkelerde, endüstriyel stratejiler ve temiz enerji işleri yaratma arzusu gibi önemli bir faktör. Ancak tüm temiz enerji teknolojileri başarılı değil ve özellikle rüzgâr enerjisi için bazı tedarik zincirleri baskı altında.

2020’de satılan her 25 otomobilden biri elektrikliydi, 2023’te bu oran artık her 5 otomobilden biri olacak. 2023’te 500 gigavattan (GW) fazla yenilenebilir enerji üretim kapasitesi eklenecek (bu yeni bir rekor).

Güneş enerjisinin yaygınlaştırılması için günde 1 milyar dolardan fazla para harcanıyor. Güneş PV modülleri ve elektrikli araç bataryaları da dâhil olmak üzere temiz enerji sisteminin temel bileşenlerinin üretim kapasitesi hızla artıyor.

“KÜRESEL ISINMA 1,5 °C İLE SINIRLI TUTULAMAYACAK”

Ancak bu ivmenin küresel ısınmayı 1,5 °C ile sınırlı tutamayacağı konusunda raporun tespitleri de var. Buna rağmen bu yolun hala açık olduğu ve bu konuda neler yapılması gerektiği de raporda anlatılıyor. Bunun için aşağıdaki grafik hazırlanmış.

Yani küresel ısınmanın 1,5 °C’de tutulabilmesi için 2023 yılına kadar olmak üzere; yenilenebilir enerji kaynaklarının üç kat artırılması, enerji yoğunluğunda iki kat iyileştirme yapılması, fosil petrol yakıtına olan talebin yüzde 25, fosil metan gazı kullanımının yüzde 75 azaltılması ve azgelişmiş ve yükselen ekonomilerdeki temiz enerji yatırımlarının üç kat artırılması gerekiyor.

KÂR İÇİN ÜRETİM VE TÜKETİM VAR OLDUKÇA KURTULUŞ UMUDU YOK!

Diğer yandan, tüm bu önerilerin ve önlemlerin, kâr sürümlü, devasa çok uluslu petrol ve enerji şirketlerinin piyasalara hâkim olduğu ve bu şirketlere ulus devletlerce trilyonlarca dolarlık sübvansiyonun verildiği günümüz kapitalist dünyasında hayata geçirilebilmesi çok zor.

Ayrıca, Orta Doğu’daki gibi üçüncü bir paylaşım savaşına evrilebilecek yeni savaşların fosil yakıta olan talebi daha da artıracağı (bunun da küresel ısınma ve iklim değişikliğinin önemli nedenlerinden biri olduğu) çok açık.

Kısaca kapitalist emperyalist sistem ortadan kaldırılmadığı sürece gezegenin ve insanlığın yok oluşu kaçınılmaz gibi görünüyor.

Son olarak, ithalatının ve dolayısıyla da cari açığının çok büyük bir kısmı petrol başta olmak üzere kirletici enerji kaynaklarına bağlı olan Türkiye’de bu raporun öngörüleri doğrultusunda Güneş enerjisi gibi temiz alternatif kaynaklara yönelimin (12’nci Beş Yıllık Kalkınma Planı hedefleri ve 2024 Merkezi Yönetim Bütçesi’nden ayrılan kaynakların azlığından da görülebileceği gibi)  çok sınırlı olduğu açık.

Zira ülkeyi yöneten iktidar blokunun ve hâkim sınıfların uzun süreler beklemeye tahammülleri yok. İklim yıkımının güçlü belirtileri ve gerçekleşmiş etkileri ortada iken, doğayı tahrip eden maksimum kâr-rant ve bunu sağlamaya dönük yüksek ekonomik büyüme hedefleri ve bu yöndeki kabarık iştahları hala sürüyor.

Prof. Dr Mustafa Durmuş - EVRENSEL

6 Eylül 2023 Çarşamba

İtalya’da akıllı bir ada

 İtalya’nın Toskana bölgesinde yer alan Capraia Adası, sürdürülebilir uygulamalarıyla Akdeniz’deki diğer adalara örnek oluyor. Adada, elektrik ihtiyacı, yüzde yüz yenilenebilir enerji ile sağlanıyor, tarım ve evde kullanılmak üzere  yağmur suyu hasadı yapılıyor, organik tarım ve balıkçılık faaliyetleri uygulanıyor.

Ana karaya 30 kilometre uzaklıktaki adada başlatılan Akıllı Ada Capraia (Capraia Smart İsland) projesi kapsamında, Ada halkı tarafından kurulan ve bölgede yürütülen uygulamaları bir çatı altında toplayarak yürüten Chimica Verde Bionet isimli derneğin başkanı Sofia Mannelli, Capraia’nın dönüşüm hikayesini AA’ya anlattı.

Projeye 2017’de başladıklarını ve yerel yöneticilerin yanı sıra çeşitli kurumlardan da destek aldıklarını belirten Mannelli, yerel halkın katılımıyla projenin, adayı bir sürdürülebilirlik laboratuvarına dönüştürdüğünü ve şu ana kadar 500’den fazla araştırmacının adayı ziyaret ettiğini bildirdi.

Bütün enerji ihtiyacı yenilenebilir kaynaklardan

Ada, ana karadan çok uzak olması nedeniyle, uzun yıllar mahkumların gönderildiği ve tarımda çalıştırıldığı bir açık cezaevi şeklinde kullanıldı. 1986’dan sonra ise bölge ziyarete açıldı.

Ancak hem mesafe sorunu hem de ziyarete geç açılması sebebiyle adaya ana karadan uzanan bir elektrik şebekesi bulunmadığını anlatan Mannelli, bu dezavantajlı durumu avantaja çevirerek adanın enerji ihtiyacını yenilenebilir kaynaklardan sağlamaya yöneldiklerini söyledi.

Mannelli, bu amaçla Kuzey Avrupa’dan temin edilen yağlı tohum bitkilerinden biyodizel elde ettiklerini ve bunu enerjiye çevirdiklerini, belediyenin adanın çeşitli bölgelerine güneş panelleri yerleştirdiğini, bazı vatandaşların kendi evlerine de bu panellerden kurduğunu, küçük ölçeklerde de olsa fotovoltaik teknolojisini deneyerek, deniz dalgalarından enerji elde ettiklerini anlattı.

Enerji ve su ihtiyacının en önemli sorunlardan biri olduğuna değinen Mannelli, şunları kaydetti:

“Belediye binasından kamusal alandaki ışıklandırmalara kadar tüm aydınlatma sistemlerimizi enerji verimliliğine hizmet eder şekilde oluşturduk. Hanelerde kullanılan su, denizden arıtılarak elde edilirken adadaki birçok evde yağmur suyu hasadı da yapılıyor. Floransa Üniversitesi tarafından finanse ve koordine edilen bir proje sayesinde adada bulunan ve toplam kapasitesi 126 bin metreküp olan tarihi iki su havzasını iyileştirerek yağmur suyu depolamada kullanıyoruz.”

Adalılar, mahkumların kaldığı dönemde oluşturulan tarım teraslarını yeniden canlandırarak 107 hektarlık alanda tarım faaliyetleri yürütmeye de başladı. Organik usullerle yapılan tarımdan elde edilen ürün, ada halkının gıda ihtiyacının büyük oranda karşılıyor. Tarım arazilerinden çıkan atıklar da kompost yöntemiyle gübreye dönüştürülüyormuş.

‘Akdeniz’deki diğer adaları yönlendiren bir fener olmak istiyoruz’

Balıkçılığın kendileri için hayati öneme sahip olduğunu ve ada halkının sürdürülebilir balıkçılık için bir kooperatif kurduklarını da belirten Mannelli, bu kooperatifin Avrupa Birliği’nden (AB) organik sertifikası aldığının, adanın, konumu itibarıyla sanayi yapılarından uzak olması ve balık yavrusu üretimlerinde antibiyotik kullanılmamasının bu sertifikayı almalarında önemli rol oynadığının altını çizdi.

Sophia Manelli, gerçekleştirdikleri uygulamalarla Akdeniz’deki diğer adalara örnek olmak istediklerini dile getirdi:

“Akıllı Ada Capraia Projesi, Avrupa Komisyonu tarafından sürdürülebilirlik ve döngüsel ekonomide model oluşturduğu için ödüle layık görüldü. Aldığımız ödül dolayısıyla çok gururluyuz. Bu ödülü Capraia yöneticileri, birçok prestijli enstitü, kurum ve üniversitenin adayı tanıma istekleri ve onu koruma çabaları sayesinde aldık. Adanın yerlileri 80’li 90lı yıllarda ada ziyarete açıldığında buraya yapılacak yatırımları reddederek adanın doğasını ve biyoçeşitliliğini korumuştu. Bizim de çabalarımız sayesinde yıllar içerisinde balık kartalları, Akdeniz fokları adaya geri döndü.”

6 Temmuz 2023 Perşembe

İklim Değişikliği Nedir?

İklim değişikliği, sıcaklıklarda ve hava modellerinde uzun vadeli değişimleri ifade eder. Bu tür kaymalar, güneşin etkinliğindeki değişiklikler veya büyük volkanik patlamalar nedeniyle doğal olabilir. Ancak 1800'lerden bu yana, öncelikle kömür, petrol ve gaz gibi fosil yakıtların yakılması nedeniyle insan faaliyetleri iklim değişikliğinin ana itici gücü olmuştur .

Fosil yakıtları yakmak, Dünya'nın etrafını saran bir battaniye gibi davranan, güneşin ısısını hapseden ve sıcaklıkları yükselten sera gazı emisyonları üretir.

İklim değişikliğine neden olan başlıca sera gazları arasında karbondioksit ve metan bulunmaktadır. Bunlar, örneğin bir arabayı sürmek için benzin veya bir binayı ısıtmak için kömür kullanmaktan gelir. Araziyi temizlemek ve ormanları kesmek de karbondioksit salabilir. Tarım, petrol ve gaz operasyonları metan emisyonlarının başlıca kaynaklarıdır.  Sera gazlarına neden olan başlıca sektörler arasında enerji, sanayi, ulaşım, binalar, tarım ve arazi kullanımı yer almaktadır .

Küresel ısınmadan insanlar sorumludur

İklim bilimcileri , son 200 yılda neredeyse tüm küresel ısınmadan insanların sorumlu olduğunu gösterdi . Yukarıda belirtilenler gibi insan faaliyetleri, dünyayı en az son iki bin yılda hiç olmadığı kadar hızlı ısıtan sera gazlarına neden oluyor.

Dünya yüzeyinin ortalama sıcaklığı şu anda 1800'lerin sonlarında (sanayi devriminden önce) olduğundan yaklaşık 1,1°C daha sıcak ve son 100.000 yılda herhangi bir zamandan daha sıcak. Son on yıl (2011-2020), kayıtlardaki en sıcak dönemdi ve son kırk yılın her biri, 1850'den bu yana önceki on yıllardan daha sıcak oldu.

Pek çok insan iklim değişikliğinin esas olarak daha yüksek sıcaklıklar anlamına geldiğini düşünüyor. Ancak sıcaklık artışı, hikayenin yalnızca başlangıcı. Dünya, her şeyin birbirine bağlı olduğu bir sistem olduğundan, bir alandaki değişiklikler diğer tüm alanlardaki değişiklikleri etkileyebilir.

İklim değişikliğinin sonuçları şimdi , diğerlerinin yanı sıra yoğun kuraklıkları, su kıtlığını, şiddetli yangınları, yükselen deniz seviyelerini, selleri, eriyen kutup buzlarını, feci fırtınaları ve azalan biyolojik çeşitliliği içeriyor.

İnsanlar iklim değişikliğini farklı şekillerde yaşıyor

İklim değişikliği sağlığımızı, gıda yetiştirme yeteneğimizi, barınmamızı, güvenliğimizi ve çalışmamızı etkileyebilir. Bazılarımız, örneğin küçük ada ülkelerinde ve diğer gelişmekte olan ülkelerde yaşayan insanlar gibi, iklim etkilerine karşı daha savunmasız durumdayız. Deniz seviyesinin yükselmesi ve tuzlu su girişi gibi koşullar, tüm toplulukların yer değiştirmek zorunda kalacağı bir noktaya geldi ve uzun süreli kuraklıklar insanları kıtlık riskiyle karşı karşıya getiriyor. Gelecekte, “iklim mültecilerinin” sayısının artması bekleniyor.

 

Küresel ısınmadaki her artış önemlidir

Bir dizi BM raporunda , binlerce bilim adamı ve hükümet eleştirmeni, küresel sıcaklık artışını 1,5°C'den fazla olmayacak şekilde sınırlamanın, en kötü iklim etkilerinden kaçınmamıza ve yaşanabilir bir iklimi korumamıza yardımcı olacağı konusunda hemfikirdi. Ancak şu anda yürürlükte olan politikalar, yüzyılın sonuna kadar 2,8°C'lik bir sıcaklık artışına işaret ediyor.

İklim değişikliğine neden olan emisyonlar dünyanın her yerinden geliyor ve herkesi etkiliyor, ancak bazı ülkeler diğerlerinden çok daha fazlasını üretiyor . Tek başına en büyük yedi ülke (Çin, Amerika Birleşik Devletleri, Hindistan, Avrupa Birliği, Endonezya, Rusya Federasyon ve Brezilya) 2020'deki tüm küresel sera gazı emisyonlarının yaklaşık yarısını oluşturdu.

Herkes iklim için harekete geçmeli, ancak sorunu daha fazla yaratan insanların ve ülkelerin önce harekete geçme sorumluluğu daha büyük.

Çok büyük bir zorlukla karşı karşıyayız ancak birçok çözümü zaten biliyoruz

Birçok iklim değişikliği çözümü, yaşamlarımızı iyileştirirken ve çevreyi korurken ekonomik faydalar sağlayabilir. Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri , BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Paris Anlaşması gibi ilerlemeye rehberlik edecek küresel çerçevelerimiz ve anlaşmalarımız da var Üç geniş eylem kategorisi şunlardır: emisyonları azaltmak, iklim etkilerine uyum sağlamak ve gerekli düzenlemeleri finanse etmek.

Enerji sistemlerini fosil yakıtlardan güneş veya rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına geçirmek , iklim değişikliğine neden olan emisyonları azaltacaktır. Ama şimdi harekete geçmeliyiz. Artan sayıda ülke 2050 yılına kadar net sıfır emisyon taahhüdünde bulunurken , ısınmayı 1,5°C'nin altında tutmak için emisyonların 2030 yılına kadar yarıya indirilmesi gerekiyor . Bunu başarmak, kömür, petrol ve gaz kullanımında büyük düşüşler anlamına geliyor: Felakete varan iklim değişikliği düzeylerini önlemek için, bugünün kanıtlanmış fosil yakıt rezervlerinin üçte ikisinden fazlasının 2050 yılına kadar yer altında tutulması gerekiyor .

klim sonuçlarına uyum sağlamak insanları, evleri, işletmeleri, geçim kaynaklarını, altyapıyı ve doğal ekosistemleri korur. Mevcut etkileri ve gelecekte olması muhtemel etkileri kapsar. Uyum her yerde gerekli olacak, ancak iklim tehlikeleriyle başa çıkmak için en az kaynağa sahip en savunmasız insanlar için şimdi öncelik verilmelidir. Geri dönüş oranı yüksek olabilir. Örneğin afetler için erken uyarı sistemleri can ve mal kurtarır ve ilk maliyetin 10 katına kadar fayda sağlayabilir.


Faturayı şimdi ödeyebiliriz ya da gelecekte çok pahalıya ödeyebiliriz.

İklim eylemi , hükümetler ve işletmeler tarafından önemli finansal yatırımlar gerektirir. Ancak iklim eylemsizliği çok daha pahalı. Sanayileşmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere yılda 100 milyar dolar sağlama taahhüdünü yerine getirmeleri kritik bir adımdır, böylece uyum sağlayabilirler ve daha yeşil ekonomilere doğru ilerleyebilirler.



4 Mart 2023 Cumartesi

Su üretimi için bulut tohumlama


Dünya nüfusunun üçte ikisi 2025 yılına kadar su kıtlığıyla karşı karşıya kalabilir. Teknoloji, içme suyu temini için hava durumunu düzenlemekten havadan su çekmeye kadar birçok şekilde kullanılabiliyor. 

Dubai dünyanın en kurak bölgelerinden birinde yer alıyor. Kentin büyüyen nüfusu içme suyuna talebi artırırken yeni su üretim teknolojilerinin gelişimini de teşvik ediyor. Geliştirilen en benzersiz teknolojilerden biri ise bulut tohumlama teknolojisi. 

Bulut tohumlama nedir?

Bulut tohumlama, bir bulutun yağış üretme kapasitesini artıran bir hava durumu düzenleme tekniği. Kullanılacak uçak gökyüzüne gönderilmeden önce tahmincilerin tohumlanacak doğru bulutu seçmesi gerekiyor. 

Bu işlem yukarıya yönlü iç hava akımları nedeniyle yalnızca kümülüs bulutlarda işe yarıyor. Pilotlar uçaklarını bulutun alt kısmına yerleştiriyor ve higroskopik (nem çeken) tuz parçacıkları yüklü fişekleri ateşliyor.

Sodyum klorür ve potasyum klorür parçacıkları bulutun gövdesine doğru yükseldikçe bulutun içindeki çok küçük su damlacıklarını kendine çekiyor. Bu damlacıklar, daha büyük yağmur damlaları oluşturmak için bir araya geliyor ve çoğalıyor. Ve böylelikle daha ağır oldukları için gökyüzünden düşüyor. 

Yıllık yağış miktarı az olan bölgelerde bu yöntem, asgari düzeyde enerji kullanımı gerektirdiği için değerli bir su kaynağı oluşturuyor. Bir saatlik bir bulut tohumlaması 100 bin metreküpe kadar su sağlayabiliyor. 

Küresel olarak bulut tohumlayan ülke sayısı 50'den fazla. Bu işlem yalnızca yağış miktarını artırmak için değil, daha soğuk bölgelerde dolu tanelerinin boyutunu küçültmek için de kullanılıyor. Doluların önlenmesiyle ise fırtınaların neden olduğu zararlar önemli ölçüde azaltılabiliyor. 

Deniz suyundan içme suyu elde etme

Az sayıda göl ya da nehrin bulunduğu kurak bölgelerde yaşayanlar, içme suyu tedariği için denizlere yöneliyor. Dubai’nin içme suyunun yüzde 90’dan fazlası denizden elde ediliyor.

Büyük tuzlu su arıtma tesisleri ters osmoz işlemini kullanarak devasa miktarlarda içme suyu üretimi yapabiliyor. 

Havadan su çekme teknolojisi

Güneş enerjisinden yararlanan hidro paneller havadaki nemden içme suyu üretebiliyor. Bu teknolojiyi kullanan su çiftlikleri ise enerji tedariki gerektirmeden, mevcut altyapıdan uzakta su üretimi yapabiliyor.

Source Global şirketinden Sofia Berglund, hidro panellerin hava kirliliğinin görüldüğü alanlarda dahi nasıl faydalı olabileceğini şöyle anlatıyor: "Mineralleştirmeden önce, en başından itibaren suyun içinde bir tek saf H2O var. Suya hiçbir kirletici madde, hiçbir şey karışamaz."

Manhat'ın Kurucusu Dr. Said El Hassan ise Avrupa'daki yağışların kum ve toz parçacıklarını yere doğru iterek havayı temizlemesi sonucu, Avrupa'nın bazı bölgelerinde çöl iklimlerinde olduğundan çok daha fazla güneş enerjisi üretilebildiğini söylüyor.. 

Dünya nüfusu katlanarak büyürken su tüketimi de buna bağlı olarak artmaya devam ediyor. Su üretiminde bu gibi yenilikler, susuz kalmamak için yeni yollar arayışında hayati önem taşıyor.

Euro News

25 Şubat 2023 Cumartesi

Deprem Gerçeği


Mücella Yapıcı ile İzmir Depremi sonrasında bir söyleşi:
"İstanbul Depremi Türkiye'nin beka sorunu olacaktır!"

Serdar Akinan'ın Hazırlayıp Sunduğu ''Ne Oldu?" Programının Bu Bölümünde Mücella Yapıcı İle Deprem Gerçeğini Masaya Yatırdık.

7 Şubat 2023 Salı

Kahramanmaraş Depremini Üreten Fay

 Kahramanmaraş’ta 6 Şubat sabahı meydana gelen 7.7 büyüklüğündeki deprem, 1939 Erzincan depreminden bu yana ülkemizde kaydedilen en büyük deprem olarak tarihe geçti. 1939 Erzincan ve 1999 İzmit depremleri, Kuzey Anadolu Fayı’nın ürettiği depremlerdi. Kahramanmaraş depremi ise Türkiye’nin diğer önemli fay zonu olan Doğu Anadolu Fayı’nda meydana geldi.

Doğu Anadolu Fay Zonu, kuzeydoğuda Bingöl ilinin Karlıova ilçesinden başlayıp güneybatıda Hatay’a kadar uzanan yaklaşık 600 km uzunluğa sahip sol yanal doğrultu atımlı bir fay zonudur. Kuzey Anadolu Fay Zonu ile birlikte Türkiye’nin en önemli iki fay zonundan biridir. Doğu Anadolu Fay Zonu’nun adlandırılması, 1971 yılında Bingöl’de meydana gelen 6.8 büyüklüğündeki depremin akabinde, eski adıyla Maden Tetkik ve Arama (MTA) Enstitüsü jeologlarından Esen Arpat ve Fuat Şaroğlu tarafından 1972 yılında yapıldı.

Aynı araştırmacılar 1975 yılında, bu fay zonunu oluşturan parçaları detaylarıyla çalışarak, fayın bölgesel ölçekte haritasını da ilk kez ortaya koydular. Sağ yanal doğrultu atımlı bir fay olan Kuzey Anadolu Fayı ile Karlıova’da kesişen Doğu Anadolu Fay Zonu, tıpkı Kuzey Anadolu Fay Zonu gibi Arabistan Levhası ile Avrasya Levhası arasında meydana gelen kıtasal çarpışma ve izleyen sıkışma sürecinin bir ürünü olarak gelişmiş. Kuzeydoğuda Karlıova’dan başlayan Doğu Anadolu Fayı, Adıyaman ilinin Çelikhan ilçesine kadar, dar bir vadi şeklinde uzanıyor. Çelikhan’dan güneybatıya doğru ise daha geniş bir alanda etkisini gösteriyor.

Fay zonu boyunca değişik boyutlarda fay vadilerine, fayın kendi örgüsü içerisinde büklüm ve sıçrama yaptığı alanlarda gelişen çöküntü ve tepelere, fayın kesip ötelediği birçok akarsu yatağında sapmalara rastlamak mümkün. Ayrıca fayın ana hattının üzerinde farklı derinliklere sahip, her biri doğa harikası olan birçok göl de bulunuyor. Kuşkusuz bunların arasında en önemlisi Elazığ il sınırları içerisinde, bin 248 metre rakımda bulunan 81 kilometrekarelik Hazar Gölü.

(…) Doğu Anadolu Fay Zonu’nun güneybatıya doğru devamında, Adıyaman il sınırları içerisindeki Gölbaşı Gölleri Tabiat Parkı’nda bulunan Gölbaşı, Azaplı ve İnekli gölleri ise yine bu fayın ürünü olan çöküntüler içerisindeki daha küçük ve sığ göller. Bütün bu güzellikleri, GPS verilerine göre yılda yaklaşık 10 mm’lik kayma hızına sahip Doğu Anadolu Fay Zonu’nun, insan ömrüne göre oldukça uzun, ancak jeolojik olarak oldukça kısa bir zaman diliminde ortaya çıkardığını bilmek, bu fayın ayrı bir özelliği. Kuşkusuz bu hareketlilik her zaman sessiz ve sakin bir tonda gerçekleşmiyor.

(…) 19’uncu yüzyılda birçok şiddetli depreme kaynaklık eden Doğu Anadolu Fay Zonu’nun 1866 yılında Karlıova-Bingöl, 1874’te Palu-Hazar Gölü ve 1893’te yol açtığı Çelikhan-Erkenek depremleri, olasılıkla 7 büyüklüğünü aşan depremlerdir. Tarihsel deprem geçmişi son yüzyıldaki aktivitesine göre daha fazla olan Doğu Anadolu Fay Zonu’nun meydana getirdiği depremlerin şiddetlerinin izlerini, fay zonu üzerinde bulunan birçok kentin tarihi yapılarında görmek mümkün. Palu Köprüsü bunların arasında ilk akla gelenlerden biri. Dahası, eldeki veriler Palu yerleşiminin tarihsel olarak ilk kuruluşundan günümüze değin doğal sebeplere (özellikle de bölgede meydana gelen depremlere) bağlı olarak yerleşim yerini birçok kez değiştirdiğine işaret ediyor.

Aktif faylar, ülkemizde halen kaynaklık ettikleri depremlerin şiddetleri ve verdikleri zararla anımsanıyor. Ancak bu yıkıcı etkileri gerekli mühendislik çözümleriyle azaltmayı başardığımızda, geriye az önce kısaca değindiğimiz doğal güzellikler kalacak. Doğu Anadolu Fay Zonu boyunca hareketliliğin oluşturduğu birbirinden güzel yüzey şekillerini ve doğaya kattığı zenginlikleri fark etmek, doğanın bu yıkıcı gücüne karşı bakış açımızı tamamıyla değiştirecek. Ancak o güne kadar Doğu Anadolu Fay Zonu’nun yakın gelecekte de büyük depremler oluşturabileceği gerçeğini göz ardı etmeden, bilgimizi ve tedbirlerimizi artırmamız en doğru yaklaşım olacak.

Atlas Dergisi
YAZI: DOÇ. DR. ALPER GÜRBÜZ, DR. FUAT ŞAROĞLU

10 Eylül 2022 Cumartesi

Doğanın formülü

Başlığa bakıp da bir formül bulduğumu ve doğayı tüm ayrıntıları ile anlayıp çözdüğümü düşünmeyin diyor filozof ve ekliyor her formül genelin değil özelin hizmetindedir. Formülleştirme isteği, kesinlik ve su katılmamış bilmenin, derinine ele geçirmenin dışa vurumudur. Formülleştirmenin kurallaştırma ve kurallaştırma üzerinden hesaplama olduğunu göz önüne alarak iki soru soralım. Birincisi, kurallaştırma varsa o zaman kural koyucu da olacaktır. Peki, kimdir bu kural koyucu? İkinci sorumuz da, hesaplama ne için, kimin içindir ve hesaplanan nedir?

Şimdi, doğa ile (özel anlamda ekoloji ile) formülleştirme arasındaki bu grift ilişkiyi çözmeye çalışalım. Önce birinci sorunun cevabı ile başlayalım. Doğayı formülleştirme çabaları sonucu elde edilen yasalar doğa için değil o yasaları ortaya koyan insan içindir. İnsan tanımı genel ve soyut bir tanım. Onu somuta indirgersek sınıflı bir toplumda doğa yasaları yasa koyucuların emrinde ve çıkarlarının hizmetindedir diyebiliriz. (Burada doğa yasalarının kullanım sonuçlarını kastetmekteyim).

Formülleştirme üzerinden kural koymak, sınır koymak demektir. Sınır koymak, bir şeyi sınırları içinde tanımlamaktır. Bu sınır, egemenlik alanlarını (insan, toplum ve doğa üzerindeki) doğal olarak kabul ettirmek isteyen sermaye sınıfı ile bu sınırlara karşı mücadele eden tüm ezilen sömürülen halklar ve sınıflar arasındadır.

 

 

Kural koyucu, topluma zorla dayattığı yasaları ve yasakları kendi malı olarak gördüğü doğaya da uygular.
Onu yakar, yıkar, talan edip yok eder.

Böylece insan ve toplum ile doğa arasındaki organik bağları koparır.

 

 

Gelelim ikinci sorumuzun cevabına.
Hesaplamak (matematiksel anlamı ile) doğayı bilmekten çok onu ele geçirme niyeti taşır. Ele geçirmek, egemen olmak için atılan ilk ve zorunlu adımdır. Aydınlanmadan bu yana süren hakim görüş, doğanın matematik üzerinden formüle edilebilir bir yapıda olduğu yönündedir. İnsan icadı matematiğin kökeni doğaya sıkı sıkıya bağlı ise o vakit doğa formüle edilmeye hazır demektir. Matematik doğadır ve doğa matematiktir. İşte bu egemen görüş hesap edilen doğa ile hesabı yapan insan arasındaki ilişkiyi (ele geçirme ilişkisini) onaylar ve toplumsal çoğunluğa onaylatır.

Hesap eden, hesap edilen arasındaki ilişki düzensizlikten düzenliliğe geçişin hikayesi değildir. Tam tersine düzensizlikten daha fazla düzensizliğe geçiştir. Bu geçişin altında, ekolojik sistemin ne olduğu, nasıl işlediği değil, egemen sınıf için ne işe yaradığı ve yarayacağı anlatılmakta, matematiksel formüllerle yutturulmaktadır. Hesaplayan ile hesaplanan arasındaki ilişki sömürü ve ele geçirme ilişkisidir. Ele geçirilen ve her anlamı ile yok edilen alanlar kazanılan zaferlerin şanlı göstergeleridir!

Doğayı formülleştirmek demek, onu doğal varlıklar statüsünden indirip doğal kaynak statüsüne çıkarmaktır. Bu da doğayı bir araç-gereç haline dönüştürmek anlamını taşır. Araç-gereç haline getirmek kullanım değeri yerine değişim değerini geçirmektir. Değişim değerli doğa fiyatı biçilmiş doğadır.

Doğanın formülleştirilmesi insanın iç doğası denilen duygu, düşünce, hayal, arzu, istek ve diğerlerinin düzenlenmesi anlamına da gelir. Bu düzenleme de, insanın doğal yanları tehlikeli ve bastırılmış sapkınlıklar olarak gösterilir. Bundan bir an önce kurtulmak için de insanın iç doğası ile dış doğası denetim altına alınmalı sisteme uyumlu hale getirilmelidir. Bu andan itibaren doğal olan kontrol altında tutulandır.

Formülleştirme, doğa bilimleri adı altında yani bilimsel olduğu iddia edilen bir mantıkla yapılır. Kısacası formül demek bilimsel simgelemek demektir. Bu görüş baştan sona yanlıştır. Sınıflara bölünmüş, kutuplaştırılmış, özel mülkiyetin son aşamasına varmış toplumsal üretim ilişkilerinde pürü pak, saf, tarafsız, ideolojik nosyonlara bulaşmamış bilimsel üretim olmaz ve olamaz! Bu söylediklerime matematik de dahildir. Matematiğin buradaki görevi; formülasyonlara şaşmaz, hata yapmaz, yanılmaz, yanıltmaz kesinlikler büyüsü katmaktır. Matematiğin de işin içine katılması ile birlikte kökenini doğanın işleyiş yasalarından aldığını söyleyen dünya görüşleri doğa yasaları gibi şaşmaz, yanılmaz, yanıltmaz şekilde kabul edilmelidir. Çünkü bu dünya görüşleri bilimseldir! Sormak ve sorgulamak istediğinizde karşınıza ilk konulan bariyerin üzerinde şunlar yazılıdır: Bu dünya görüşü bilimseldir. Lütfen mesai saatleri dışında sorgulamayınız. Çünkü uzmanlarımız bu saatlerde çalışmaktadırlar!

Burada kayıp-kazanç yarışmasına girmek istemiyorum. Fakat şunu net görüyorum ki, kapitalist sistem bu formülleştirme işinden fazlası ile kazançlı çıkmıştır. Diğer yandan bu kazanç sonu baştan belli bir oyunun, kazanan bir kez, kaybeden çok kez kaybeder oyununun kazancıdır! Hatırlarsanız geçen haftaki yazımda (Ekolojik borç) toplamı sıfır olan bir oyundan bahsetmiş ve bu oyunda kapitalist sermayedar kazanırken doğa ve insan-toplumun kaybettiğinden bahsetmiştim. Kapitalist sermayedarın doğa ve insan-topluma uyguladığı her tür ele geçirme yöntemi (formülleştirme de dahil) kendini kazançlı hale getirirken diğerlerini kaybettirmektedir. Bu nedenle tek seçeneğin kapitalizme karşı birleşik mücadeleden geçtiğinin altını bir kez daha çizmek isterim.

Kapitalist sermayedar doğanın formülleştirme üzerinden ele geçirdiğini söylerken iki şeyin üzerine vurgu yapıyor. Birincisi, sıfır toplamlı oyunda hep kazanmak, ikincisi de bu oyunu sonsuza dek oynamak.

Formülleştirme ile ele geçirme arasındaki karşılıklı bağlar yaşamımızın her alanında karşımıza çıkar. O nedenle ele geçirmeye karşı çıkmak adına daha iyi bir formül geliştirmek yerine formülün kendisine karşı çıkmak atılacak ilk önemli adım olabilir.

Hakan Yurdanur Gazete karinca.com

20 Ağustos 2022 Cumartesi

Tüm buzullar eridiğinde…

IPCC, 2100 yılına kadar Grönland ve Antartika’daki buzullar eridiği taktirde deniz seviyesinin 6 ila7 metre yükselebileceğini ifade ediyor. Bu, Türkiye’nin bazı illeri de dahil olmak üzere dünyanın bir çok kentinin tamamen suların altında kalması demek.

Küresel iklim değişikliğinin yarattığı sonuçları her geçen gün daha şiddetli olarak deneyimliyoruz. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) uyarıları dikkate alınmadığı taktirde, bizi çok daha zor günler bekliyor. IPCC, 2100 yılına kadar Grönland ve Antartika’daki buzullar eridiği taktirde deniz seviyesinin 6-7 metre yükselebileceğini ifade ediyor.

Tüm buzullar eridiğinde ise deniz ve okyanuslar 60 ila 80 metre yükselecek. Bu, Türkiye’nin bazı illeri de dahil olmak üzere dünyanın bir çok kentinin tamamen suların altında kalması demek.

Ancak henüz çok geç değil. Eğer hızla harekete geçer ve gerekli adımları atarsak, felaketi önleyebiliriz.

Defne SARIÖZ Yeşil Gazete

19 Temmuz 2022 Salı

Hubris sendromu ya da iyi bildiğimiz felaketler

Ayşe Çavdar
Tanganyika Gölü’nde yaşayan bir çiklit balığı ve bu balığın iki türlü erkeği varmış. Bu erkek türlerinden biri “T” biri “NT” diye kodlanmış. Alfa ve Beta gibi düşünün. Bu iki tip erkek çiklit arasında da tuhaf bir ilişki yaşanmaktaymış. Çekinik olan NT’ler, özel bir koşul gerçekleştiğinde T’ye dönüşebiliyormuş. Ian H. Robertson, “The Winner Effect: The neuropsychology of power” (Zafer Etkisi: Gücün nöropsikolojisi) başlıklı makalesine bu akıl çelen öyküyle başlıyor. Sonra kazanmanın ve güç kullanımının beynin kimyasını nasıl etkilediğini anlatıyor. Dopaminin bir tür antidepresan olduğunu, dozunda üretilmesi halinde insanı hayata bağlayıp makul ölçüde risk alarak kendini geliştirmesine yaradığını, fakat aşırı dopaminin kişinin kendinde süper haller vehmetmesine neden olabileceğini söylüyor. Çünkü bu güzelim hormonun fazlası insanda muhakeme ve duygu bozuklukları yaratabiliyor. Ayrıca Bertrand Russel’ın adını koyduğu “güç zehirlenmesi”nin nasıl örgütlendiğini de aktarıyor.
Anlattıklarından yola çıkarak, birini bir zorbaya dönüştürmenin en kestirme yolunun onu yetkin olmadığı bir işte terfi ettirmek olduğunu anlıyorum. Çünkü bu “talihli” kişi, yetersizlik duygusunu astlarına, hayatları ya da zamanları üzerinde şu ya da bu ölçüde söz sahibi olduğu insanlara türlü çeşit eziyet ederek telafi etmeye çalışacak. Şu halde “güç zehirlenmesi”nin yetersizlik duygusunun bir tezahürü olduğunu iddia edebiliriz.

Etsek ne olur ki? Geçebilir miyiz güç zehirlenmesinin önüne? Robertson’un anlattığı balık öyküsüne göre pek mümkün değil. Makalenin sonunda bağlıyor hikâyeyi.
Meğer T türü erkek çiklitler, sahip oldukları eril güç sayesinde kendilerine ait bir arazi de edinebiliyorlarmış. Tabii ki her güç beraberinde bir zaaf getirir. Aynı zamanda canlanan renkleriyle ışık da saçıyorlarmış etrafa. Dolayısıyla başka balıklar tarafından fark edilip ortadan kaldırılmaları da daha mümkün oluyormuş. Civardaki bir NT çiklit, dünya üzerinde arazi sahibi olmuş bir T çiklitin imha edildiğini görür görmez T’ye dönüşmeye başlıyormuş nagehan. Dönüşümü motive eden de canlı renkleri ve ışıltısı nedeniyle kolayca avlanan T’den arta kalan arazi oluyormuş.

Adına kibir dediğimiz büyük günahı anlatan onlarca mitolojik öykü var ve fakat hiçbirinin bu öyküdeki isabet derecesini yakaladığını sanmıyorum. Böyle bir öyküyü okuyunca merak sarıyor insanı. Bakındım ben de biraz, NT’den T’ye dönüşen erkek çiklit ışıltılı bir renge bürünürken sperm sayısı da artıyor, dolayısıyla türün devamına katkıda bulunma ihtimali yükseliyormuş. Dahası var, T’ye dönüşemeyen NT erkekler bir müddet sonra kendilerini imha ediyorlarmış. Dışlanıyorlarmış çünkü. Güçlü ve göz önünde olana, onun arazisine konmak için dönüşmek, o dönüşme ihtimali bulunmadığında da dışlanıp silinmeye mahkûm olmak. Trajik bir hikâye. Kimse insan-olmayanlara ait alemlerin hikâyeden yoksun olduğunu söylemesin gayrı. Bir de sıradan fanileri bu konuların üzerinden tekrar tekrar geçmek zorunda bırakanlar utansınlar kendilerinden bir zahmet.

Medyascope

16 Ağustos 2021 Pazartesi

Kaybolan dereler ve sel felaketi

Prof. Dr. Mustafa Öztürk
Bir şehrin dereleri, o kentin doğal ve kültürel mirasıdır. Şehirleşmede doğaya öncelik vermeyen arazi kullanım kararları ve uygulamaları, derelerin doğal yapısını değiştirerek kaybolmasına, yaşam kalitesinin düşmesine neden olmakta; kent sağlığını tehdit etmektedir.

Fiziki çevreyi kontrolde tutan en önemli faktör dere sistemleri ve havzalarıdır.

Dere yataklarının ucuz arsa olarak düşünülmesi, buna karşılık su varlığının artı değer oluşturması, bu alanların diğer doğal yaşam alanlarına göre daha fazla kontrolsüz değişimin baskısında kalmalarına neden olmuştur.

Peyzaj Mimarı Hülya Dinç, makalesinde şöyle demektedir:

Derelerin denize açıldığı yerlerde oluşturduğu mansap bölgesi doğası gereği denize girilen kumsal alan ve küçük balıkçı teknelerin sığındığı koylardı. Geçmişte bu alanlar kentin denize girilen plaj alanlarıydı (Turşucu deresi-Suadiye plajını; İdealtepe deresi Süreyyapaşa plajı, Çamaşırcı deresi Bostancı Plajı, Florya deresi Florya plajı, Kurbağalı dere Kalamış plajı, Ayamama, Tavukçu dereleri Ataköy plajı gibi).

Bugün mansap bölgeleri yerleşim alanlarında kalmış ve kıyıların doldurulmasıyla koy ve kumsal özelliğini kaybetmiştir. Kent içerisinde kalan derelerin çoğu denize, göle, Haliç’e, taş ve betonarme malzeme ile açık yada kapalı kanal kesit olarak bağlanmaktadır.

Membaları ise geçmişte açık alan, orman alanı, tarım alanı, su havza alanında yer alırken günümüzde çoğu yerleşim dokusu içerisinde kalmıştır.

Doğadaki denge yok sayıldıkça ve betonlaşmaya devam edildikçe; doğa 'Beni gör' dercesine her hatalı davranışa taşkın, kuraklık, hava kirliliği, vs. birçok afetler halinde yaşamın içerisinde dile gelecektir.

Nehir/dere yataklarından çakılların taranarak çıkarılması balıkların yumurtlama alanlarının kaybına yol açar ve bazı türlerin kaybına neden olur.

Nehir/dere kıyı topraklarının kaldırılması su faunasının habitatını bozar.  

Yazının Tamamı

31 Temmuz 2021 Cumartesi

Ağaç dikme seferberliği ekolojik felaket getirir

Doç. Dr. Tavşanoğlu
Türkiye’de yaz aylarında hemen hemen her gün bir orman yangını haberi geliyor. En son İzmir Karabağlar’da başlayan yangının neredeyse 3 günde söndürülmesi, müdahaledeki eksiklikleri ve ihmal tartışmalarını beraberinde getirdi. Yangının ardından da siyasetçilerin öncülüğünde, sanatçıların, yurttaşların 2-3 bin fidan bağışında bulunduğu ‘ağaç dikme seferberliği’ kampanyaları başlatıldı.
Kampanyalar sürerken Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü’nde çalışmalarını sürdüren Doç. Dr. Çağatay Tavşanoğlu’ndan itiraz geldi. Yangının hemen ardından başlatılan ağaç seferberliğine dönük itirazlarını ilk olarak sosyal medya hesabından duyuran Tavşanoğlu, sorularımıza verdiği yanıtlarla da ağaç dikme seferberliğinin ekolojiyi nasıl olumsuz etkileyeceğini anlattı. Tavşanoğlu, “Yanan alanın büyüklüğü ve hemen söndürülememesi nedeniyle, büyük üzüntü ve kızgınlık duyulmakta, dolayısıyla bu da insanları radikal tepki vermeye yönlendirmekte. Ben tamamen iyi niyetle yapılmak istendiğine inandığım ağaç dikme seferberliğinin, eğer öne sürüldüğü gibi gerçekleşirse ekolojik bir felaketle sonuçlanacağını biliyorum” dedi.

22 Haziran 2021 Salı

İsviçre referandumundan çıkarılacak ‘ders’

 İsviçre ya da resmi adıyla İsviçre Federasyonu siyasal yapılanma ve yönetim sistemi açısından oldukça özgün bir özelliğe sahip. Siyaset bilimciler ne der bilmem ama parlamenter demokrasinin öğeleri olan meclis ve konseylerle birlikte sık sık uygulanan referandumlar, İsviçre’yi doğrudan demokrasi ile temsili demokrasi arasında bir kesite oturtuyor gibi görünüyor.

Uygulanan referandumların bazılarından bizim, yani İsviçreli olmayanların hiç haberi olmuyor. Fakat bazıları İsviçre dışında da ses getiriyor. Tıpkı 13 Haziran 2021’de yapılan referandum gibi. Bilindiği üzere referandumlarda halka soru ya da sorular sorulup o sorulara ilişkin olumlu (evet) ya da olumsuz (hayır) yanıtlardan birini seçmeleri istenir. Sözünü ettiğimiz referandumda da İsviçrelilere beş farklı soru soruldu. Bu soruların içerikleri ve her bir soru için referandumda çıkan sonuçları bir tablo olarak özetledim.

Görüldüğü gibi referandumdan iki kabul ve üç ret kararı çıktı. Şimdi isterseniz bu kararların ne anlama geldiğini biraz daha yakından bakalım.

Sera gazı emisyonlarının azaltılmasına ret

Bana göre en önemli referandum konusu CO2 yasası idi. Aslında yasanın tam adı Sera Gazı Salımlarının Azaltılması Hakkında Federal Yasa (Federal Act on the Reduction of Greenhouse Gas Emissions). İsviçre iklim krizinden ciddi şekilde etkileniyor. Sıcak dalgaları, kuraklık ve seller çok daha sık görülüyor. Kışın daha az yağan kar özellikle kış turizmini olumsuz yönde etkiliyor. Bu nedenle Federal Konsey ve Parlamento yukarıda adını belirttiğim mevcut yasada değişiklikler yaparak İsviçre’nin sera gazı salımlarını daha da azaltmayı amaçladı. Revizyon finansal teşviklerden yeni teknolojilere, iklim dostu davranışların ödüllendirilmesinden sık uçak yolculuğu yapmak gibi nedenlerle daha fazla sera gazı salımına yol açanların daha fazla ödemesine, elektrikli araçların teşvikinden petrol tüketen araçların daha az yakıt tüketme zorunluluğu ile karşı karşıya kalmasına kadar değişik önlemleri içeriyordu. Fosil yakıt lobisinin önderliğindeki revizyon karşıtları bu yasa revizyonunun referanduma götürülmesini istediler. Sonuçlar revizyon karşıtlarının sevinmesine yol açtı, bu kesin.

Pestisitler de kaldı

Bir diğer önemli konu pestisitler. Pestisitlerin insan merkezli bakış açısıyla ‘istenmeyen’ ve ‘zararlı’ olarak tanımlanan organizma ve patojenlere karşı kullanılan ilaçlar olduğunu hatırlatmakta yarar var. Pestisitlerin yapımında doğal organik ve inorganik maddelerden petrol yağlarına, sentetik organik maddelerden klorlu hidrokarbonlara kadar pek çok şey kullanılıyor. Pestisitler çoğunlukla tarımda kullanılsa da, kent parklarından konut ve site bahçelerine, altyapı (demiryolu vb.) tesislerinin korunmasından gıda üretim ve işlemesine kadar yaygın bir kullanım alanına sahip. Yazın gelmesiyle birlikte belediyelerin yerleşim alanlarında araçlarla yaptığı sinek ilaçlamalarında kullanılan uçucuların da pestisit olduğunu ekleyelim. İsviçre, bu referandumda yapay maddelerden yapılan pestisitlerin kullanımının yasaklanmasını oyladı. Kabul kararı çıksaydı, yurt dışından yapay pestisit kullanılarak üretilen maddelerin ithalatı da yasaklanmış olacaktı. Tasarı, bu yasağın 10 yıllık süre ile uygulanmasını öngörüyordu ve bu sürede Federal Konsey’in ortaya çıkabilecek zorunlu durumlarda (gıda temini krizi, insan sağlığıyla ilgili tehditler vb.) istisnai kararlar alma hakkı saklı kalacaktı.

Temiz içme suyu ve sağlıklı gıda tasarısı da temelde çiftçilerle ilgiliydi. İsviçre’de federal hükümetten sübvansiyon almak isteyen çiftçilerin bazı çevresel koşullara uyması gerekir. Tasarı bu koşulların yeterli olmadığından hareketle hazırlandı. Tasarıya göre mevcut tarım sistemi çevreye zarar veriyor ve içme sularını kirletiyordu. Bu nedenle sübvansiyon almak isteyen çiftçilerin tarımsal ilaç kullanmamalarını, hayvanlarda önleyici amaçlarla ve düzenli olarak antibiyotik kullanımından uzak durmalarını ve hayvanlarını yalnızca kendi çiftliklerinde ürettikleri yemlerle beslemeleri koşullarını getiriyordu referandum konusu tasarı. Doğrudan sübvansiyon almayan çiftlikler ise bu tasarıdan etkilenmeyecekti.

Covid-19 ve terörle mücadele tasarısına ‘evet’

Kabul edilen iki tasarıdan ilki Covid-19 Yasası. Bu yasa Federal Konseye Covid-19’la mücadele ve salgının toplum ve ekonomi üzerindeki etkilerini azaltma konusunda bazı ek yetkiler getiriyor. Kabul edilen ikinci tasarı olan Terörle Mücadelede Polisiye Önlemler Federal Yasası ise yetkililere, terör riski taşıyan (!?) kişilere karşı bildirimde bulunma, yurt dışı çıkış yasağı ve ev hapsi gibi ek önlemler alma yetkisi tanıyor.

İsviçre Avrupa’nın göbeğinde, farklı kültürlerden insanların bir arada yaşadığı (nüfusun %30’un İsviçreli değil), farklı dillerin (ağırlıklı olarak Almanca ile birlikte Fransızca, İtalyanca ve çok düşük oranda Romanşça) konuşulduğu, 8 milyon 500 bin nüfusa, kişi başına yaklaşık 100 bin $ (nominal) GSMH’ye sahip bir refah ülkesi. Uluslararası ilişkiler açısından hiç düşmanı olmayan, 2020 insani gelişmişlik sıralamasında Norveç’ten sonra ikinci sırada yer alan bir ülke İsviçre. Dünyanın bugünkü yapısına bakıldığında, milyarlarca insanın İsviçre’de yaşamak için veremeyeceği çok az şey olsa gerek. Ama o ülkede topu topu 8 milyon 500 bin kişi yaşıyor ve bu kişiler 21 Haziran referandumunda bencilliğin anıtı sayılabilecek kararlara imza atıyor. Petrol lobisinin; kalkınma, daha çok kalkınma, en çok kalkınma çılgınlığının esiri olup, dünyaya hiç değilse umut aşılayacak yaşamsal önlemleri almaktan imtina ettiler.

‘Zehirli’ insan bencilliği gelişmişlik tanımıyor

Dünya üzerinde, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu pek çok ülke (Paris Anlaşması’nın tarafı olmama -sözde- gerekçemizi hatırlayalım) iklim krizi başta olmak üzere, yaşanan çevresel yıkımlara karşı önlem almama konusunda hep az gelişmişliği ve diğerlerinin daha çok gelişmişliğini gerekçe gösteriyor. “Dünyayı kirleten onlar, biz niye onlar gibi önlem alalım?” diyor. Fakat ne yazık ki kimse dünyayı kirleten, doğayı yok eden, yaşamı kaçınılmaz bir sona sürükleyen asıl nedenin zengin-yoksul ayırt etmeden hepimizin zihinlerine yerleşmiş olan kirli ‘insan bencilliği’ olduğunu kabule yanaşmıyor.

Sırf insan olduğumuz için kendimizi dünyanın geri kalanından, tüm diğer canlılardan üstün sayan kültürel değerlerimizin altına odun atmaya devam ediyoruz. Ruhlarımızı bencilliğin en uç noktasına taşıyan bu zehir, “bana dokunmadığı sürece hiçbir çevresel yıkım benim sorunum olmaz”; “acı çeken, aç kalan, su bulamayan başka hiçbir insan beni ilgilendirmez”; “yok olan, nesli tükenen bitkilerden, hayvanlardan, habitatlardan bana ne” düşüncesini zihnimizin en derin noktalarına ısrarla kazımaya devam ediyor.

Evet, İsviçre referandumu ile reddedilen tasarılar kabul edilse bile dünya kurtulmayacaktı. İsviçre’nin dünyayı kirletmek konusundaki karnesinin toplam içindeki payı Amerika ya da Çin değil elbette. Fakat en azından bir örnek oluşturacaktı bu kararlar, bir umut yaratacaktı. Oysa İsviçreliler terör ve salgın gibi kendi ‘yüksek menfaatleri’ni yakından ilgilendiren, kendilerini ayrıcalıklı bir dokunulmazlığa kavuşturacak konularda kabul oyu kullanmayı tercih ederken, tüm insanlığa, tüm yaşama umut olacak ama kendi menfaatlerini az da olsa törpüleyecek konularda ‘zehirli insan bencilliği’ni göstermekte tereddüt bile etmediler. Bence İsviçre referandumundan çıkarılacak en önemli ders budur.

Cihan Erdönmez
Yeşil Gazete


16 Haziran 2021 Çarşamba

Bakteriler plastik krizine lezzetli bir çözüm sunuyor

 Dünyanın önde gelen üniversitelerinden Edinburgh Üniversitesi’nden bilim insanları plastik atıkları vanilya aromasına çevirerek her geçen gün büyüyen soruna yeni bir çözüm geliştirdiler.

İklim Gazetesi’nden İrem Karakaş tarafından haberleştirilen yeni bir araştırma, yaygın E. coli bakterisinin, kullanılmış plastiği vaniline dönüştürmekte sürdürülebilir bir şekilde kullanılabileceğini ortaya çıkardı.

Vanilin

Vanilin, özütlenmiş vanilya çekirdeklerinin birincil bileşeni ve vanilyanın karakteristik tadı ve kokusundan sorumlu.

Uzmanlar, dönüşümün atıkları ortadan kaldırmayı, ürün ve malzemeleri kullanımda tutmayı ve sentetik biyoloji için olumlu etkileri olan döngüsel ekonomiyi destekleyebileceğini söylüyor.

Plastik krizi

Dünyanın plastik krizi, polietilen tereftalatı (PET) – petrol ve gaz gibi malzemelerden elde edilen ve meyve suları ve su gibi gıdaları ambalajlamak için yaygın olarak kullanılan güçlü, hafif plastik – geri dönüştürmek için yeni yöntemler geliştirmeye acil bir ihtiyaç duyulduğunu gösteriyor.

Yılda yaklaşık 50 milyon ton PET atığı üretilerek ciddi ekonomik ve çevresel etkilere neden olunuyor. PET geri dönüşümü mümkün, ancak mevcut süreçler, dünya çapında plastik kirliliğine katkıda bulunmaya devam eden ürünler yaratıyor.

Lezzetli bir çözüm

Bu sorunu çözmek için Edinburgh Üniversitesi’nden bilim insanları, PET’ten türetilen bir molekül olan tereftalik asidi bir dizi kimyasal reaksiyon yoluyla yüksek değerli bileşik vaniline dönüştürmek için laboratuvarda tasarlanmış E. coli’yi kullandılar.

Ekip ayrıca, bozulmuş plastik atıklara E. coli ekleyerek kullanılmış bir plastik şişeyi vaniline dönüştürerek tekniğin nasıl çalıştığını da gösterdi. Araştırmacılar üretilen vanilinin insan tüketimine uygun olacağını ancak daha ileri deneysel testlerin gerekli olduğunu söylüyorlar.

‘İlk örnek’

Çalışmanın yazarı Edinburgh Üniversitesi Biyolojik Bilimler Okulu’ndan Joanna Sadler “Vanilin, gıda ve kozmetik endüstrilerinin yanı sıra herbisitlerin, köpük önleyici maddelerin ve temizlik ürünlerinin formülasyonunda yaygın olarak kullanılıyor. Vanilin için küresel talep 2018’de 37 bin tonu aştı” dedi. Sadler şu ifadeleri kullandı:

Bu, plastik atıkları değerli bir endüstriyel kimyasala dönüştürmek için biyolojik bir sistem kullanmanın ilk örneği ve bunun döngüsel ekonomi için çok heyecan verici etkileri var. Araştırmamızdan elde edilen sonuçların plastiğin sürdürülebilirliği alanı için önemli etkileri var ve sentetik biyolojinin gerçek dünyadaki zorlukları ele alma gücünü gösteriyor.

Edinburgh Üniversitesi Biyolojik Bilimler Okulu’ndan Dr. Stephan Wallace ise “Çalışmamız, plastiğin sorunlu bir atık olduğu algısına meydan okuyor ve bunun yerine yüksek değerli ürünlerin elde edilebileceği yeni bir karbon kaynağı olarak kullanımını gösteriyor” ifadelerini kullandı.

 

Yeşil Gazete