Translate

10 Nisan 2019 Çarşamba

"..Mülteci Düşmanlığı da Bir Irkçılık"

Birleşmiş Milletler (BM) 21 Mart Uluslararası Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Günü öncesi dünyada ve Türkiye'de artan ayrımcı/ırkçı söylemleri konu üzerine kitapları ve çok sayıda makalesi bulunan Prof. Dr. Ülkü Doğanay ile konuştuk.

"Literatürde ırkçılık artık yalnızca biyolojik soyaçekim üzerinden tanımlanmıyor. Yani ten renginden ibaret değil mesele" diyen Doğanay, Türkiye üzerinden baktığımızda mültecilerle ilgili durumda da karşı karşıya kaldığımızın da böyle bir şey olduğunu söylüyor.



*BM 2019 Uluslararası Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Günü banner'ı.

Dünyada artan aşırı sağ eğilimleri ve etkilerini görüyoruz. Size göre dünyadaki eğilimin nedeni ne? Geriye mi gidiyoruz daha mı çok farkındayız?



Ülkü Doğanay hakkında

Barış akademisyeni. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken 7 Şubat tarihli 686 sayılı KHK ile kamu görevinden ihraç edildi.
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. Yüksek lisansını ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Anabilimdalı’nda, doktorasını ise Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Anabilimdalı’nda yaptı.
Siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında çalışıyor.






Irkçılık ve yabancı düşmanlığı ile görünürleşen aşırı sağ bir artış olduğunu gözlemlemek mümkün elbette. Birçok başka faktörün yanı sıra bunda özellikle 11 Eylül saldırılarının ardından Amerika ve Avrupa'yı saran İslami terör korkusunun ve infazlarını internet üzerinden canlı yayınlayan IŞİD'in yarattığı dehşetin de bir payı var.

Diğer yandan göçmen ve mülteci hareketliliğindeki artış, ırkçı reflekslerin kendisine kolayca bir hedef bulmasını sağlıyor.

Devam >>

6 Nisan 2019 Cumartesi

Kaç Kurt Kaç

Özgürlüğe kaçan kurt 

yakalanamadı


Antalya Hayvanat Bahçesi’nden önceki gün kaçan kurt, bir veteriner tarafından ormanlık alanda görüntülendi. Yaban hayatı koruma ekipleri, polis ve jandarma tarafından aranan hayvan, halen bulunamadı.
Aynı kafeste kaldığı diğer türdeşleriyle anlaşamadığı için 1 Nisan’da kafesi değiştirilmek istenirken kaçan kurdu yakalama çalışmaları sürüyor. Hayvanat bahçesine yakın bölgede ve yaban hayatının yoğun olduğu Termessos Milli Parkı’nda yapılan arama çalışmalarından henüz bir sonuç alınmadı. Bölgede çalışan 5 ekip, polis ve jandarmanın da desteğiyle sürdürdüğü çalışmalarda, sayısı artırılan foto kapanlarla kurdun yerini tespit etmeye çalışıyor.

Cep telefonuyla görüntülendi

Bu arada ormanlık alanın yakınlarından geçen veteriner hekim Ümit Yürekli cep telefonuyla kaçan kurdu görüntüledi. Yürekli, “Varyanttan inerken yolda bir köpek olduğunu düşündüm. Devamında sağına soluna bakmaya çalışınca köpek değil kurt olduğunu gördüm. Bir taraftan takip ettim ve kurt olduğuna emin oldum ” dedi. Hayvanın panik halinde olduğunu anlatan Yürekli, kurdun Anadolu’nun yaygın bir türü olduğunu hatırlattı; “Saldırgan hisleri yoktur, şehre inmezler. Halk belki panikleyebilir ama tam tersine onlar daha çok panikliyorlar, yabancı bir ortam. Özgürlüğüne gidecektir diye düşünüyorum” diye konuştu.
En son 2 kilometre uzaklıkta görüldüğü bildirilen kurdun, dağlık alana geçebilmesi için trafiğin yoğun olduğu karayolundan karşıya geçtiği ve o alanda ilerlediği düşünülüyor.

4 Nisan 2019 Perşembe

Adam daha da kaybedecek!

Erdoğan bu seçimde devletin tüm olanaklarını oy kazanmak için kullanması bir yana, sandığa da müdahale etmesine rağmen kaybetmiştir. Eşit ve adil bir süreç yaşansaydı, çok daha farklı kaybedecekti. Toplumun tamamı da bu gerçeği bilmektedir. Meşruluk tartışması büyüyecek ve derinleşecektir!
Yerel seçim sonuçları göstermiştir ki Erdoğan’ın stratejisi ve taktiği başarısız olmuştur. Erdoğan tarzı başkanlık sistemi modeli, bir tarafın tek parça (en az yüzde 50) diğer tarafın ise çok parça olduğu bir siyaset düzleminin oturtulmasına bağlıdır.[1] Karşı tarafın birlikte davrandığı “an”larda ise karşılaşmalar yüzde 1-3’lük aralıklarda gidip gelebilmektedir. Referandumda, cumhurbaşkanlığı ve yerel yönetim seçimlerinde (en azından) böyle gerçekleşti.

Erdoğan saflarındaki (masa başı) hesapta, aslında her şey çok kolay gözüküyordu. Yüzde 40-44 aralığındaki AKP, yüzde 7-12 aralığındaki MHP ile ittifak yapacak, böylece yüzde 50 civarını garanti altına alacaktı. Sonuçların daha da garantili olması için karşı tarafın (topyekûn) birlikte davranması da önlenecekti. Kaba işbölümü de buna göre yapılmıştı; Erdoğan asıl olarak AKP-MHP toplamını konsolide edecek (din-millet edebiyatı ve CeHaPe düşmanlığı), Soylu da CHP-İYİ bloğunu HDP’den ayıracaktı (HDP’yi kriminalize ederek). İkisi de beceremedi!

24 Haziran’da AKP-MHP’nin aldığı yüzde 53,66 oy oranı, 31 Mart’ta belediye başkanlıklarında yüzde 51,62’ye geriledi. Asıl önemli veri olan belediye meclislerinde aldıkları oy ise yüzde 48’lere gerilemiştir. HDP’nin her türlü provokasyona rağmen oylarını (neredeyse) batıda bir bütün olarak CHP-İYİ bloğuna aktarmasıyla 24 Haziran’da (toplandığında) yüzde 35,64 olan oy oranı, belediye başkanlıklarında yüzde 37,56’ya, meclis üyeliklerinde ise yüzde 50 civarına çıktı. Yani iki sonuç gerçekleşmiştir; sadece CHP-İYİ ve HDP’nin toplam oyu artmamış, aynı zamanda AKP-MHP oyu da azalmıştır.

Erdoğan’ın kendisini cumhurbaşkanı seçtirdiği 24 Haziran seçimlerinin üzerinden sadece 9 ay geçmiş olmasına rağmen açığa çıkan bu durum hem yeni rejimin meşruluğunu hem de Erdoğan’ın (AKP’nin) meşruluğunu (yani bekasını) sorgulamak/sorgulatmak için yeterli kanıtlar sunuyor.

-Her şeyin ilacı, bütün dertlerin devası denilen “tek adam”a dayalı dönem daha 9 ay geçmesine rağmen oy desteği açısından erimiştir. Üstelik bu erime son beş yılda düzenli bir şekilde gerçekleştiği göz önünde bulundurulursa yeni rejim bunu durduramamış, büyütmüştür.[2]

-Ülkenin, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere en büyük şehirleri AKP-MHP’nin yönetemeyeceği yerlere dönüşmüştür. (Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Mersin, Antalya, Hatay, Van, Diyarbakır, Mardin…) Buralar nüfus yoğunluğunun en fazla olduğu, eğitim oranın en yüksek olduğu, ekonomik faaliyetin de (ve rantın) en yüksek olduğu, toplumsal ve kültürel etkileşimin en geçişken olduğu yerlerdir. Sandık bir göstergeyse(!) bu illerde yaşayanların çoğunluğu AKP-MHP’nin dayattığı rejimi “meşru” görmemektedir.[3]

-Bu seçim devletin tüm olanaklarının oy kazanmak için kullanılması bir yana, sandığa da müdahale edilmesine rağmen (YSK üyelerinin görev sürelerinin uzatılması, AA’nın örgütleyici olarak işlevlendirilmesi gibi) kaybedilmiştir. Eşit bir seçim süreci ve adil bir sayım süreci yaşansaydı, bu fark çok daha fazla olacaktı.[4] Toplumun tamamı da bu gerçeği bilmektedir. -Yazının devamı>>



Sendika.org