Translate

Devlet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Devlet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Aralık 2025 Çarşamba

İmralı Zabıtları (2013)

(28 Şubat 2013 tarihinde Milliyet'te yayınlanmış) 

HDK bileşenlerinden'de biri olan, BDP vekillerinden oluşan Barış çözüm heyetinin,İmralı'da Abdullah Öcalan'la yaptığı görüşmenin tutanakları ortaya çıktı.
görüşmenin tutanakları özetle şöyle:
Abdullah Öcalan'ın, İmralı'da BDP Grup Başkan Vekili Pervin Buldan, İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder ve Diyarbakır Milletvekili Altan Tan'la yaptığı, bir Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) yetkilisinin de hazır bulunduğu görüşmenin tutanakları özetle şöyle:

"Hepimizin hayatı söz konusu"
"Kandil'e BDP'ye ve Avrupa'ya üç nüsha mektup yazdım. Heyet ile dünden beri yoğun olarak tartışıyoruz. Özal'dan beri teşebbüs içerisindeyim, akim (akamete uğradı, kesintiye uğradı) kaldı. Şimdi akamete uğramaması lazım. Uğrarsa, tırnak kesilirse felaket olur. Türklerde bunu bilmeli; başarısızlık orta ve üst düzey savaş, isyan, kaos hepimizin hayatı söz konusudur. Şimdiye kadar yaşadıklarımız devede kulak kalır. Kesin başarı hedefi ile sonuçlanması lazım. Yeni diyalog sürecine yükleniyorum. Dostlarımızın ve halkımızın eski kalıp mücadelelerini bir kenara atmaları lazım.
Eski yaşam alışkanlıkları top yekun bırakmak gerekir. Neden, çünkü bu bir rejim değişikliği olacak. Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet, 1950 çok partili hayata geçişten çok daha önemli, bu hepsinden daha derinlikli olacak. Başarılı olursak, yepyeni bir Cumhuriyete... Radikal demokrasi, tam demokrasi, Anadolu ve Mezopotamya'nın tam demokratikleşmesi, hazırlığım bu yönde. Şimdiye kadar olanlar ısınma hareketi idi. Bütün felsefi ve örgütsel birikimimi bu yönde PKK'yi hazırlamak ve dönüştürmek için kullanıyorum. Bu en köklü adım. Demokratik kurtuluş ve demokratik yaşam süreci. ben bu deyimi rastgele seçmedim. Zamanında söyledim anlamadılar. Anlamış olsaydılar, Ergenekon olmazdı, AKP bunları diyor ama çok yüzeysel bakıyor. Benim çok inatçı olduğumu biliyorsunuz. Ben ilk günden demokratik Cumhuriyeti savundum, onlar beni anlamadılar; "Apo'yu bitirdik" dediler. Stratejik hatalar yaptılar. Ergenekon'u saptırdılar umarım bu sefer böyle olmaz. Onun için benimle oynanmayacağını özellikle AKP'ye anlatmalısınız. AKP'lilerle konuşun anlatın. Siz Meclis'tesiniz size çok görev düşüyor. Anlamlı bir uzlaşmaya gidilseydi (Ecevit döneminde) ne Ergenekon ne AKP olmazdı.

"Metiner kendini düzene satmış"
- Metiner saçmalıyor, "Apo sıkıştı" diyor. Propaganda ile oyunu karıştırıyor. Kendisini düzene satmış, kendisini rezil etmiş, AKP'yi 10 yıldır ayakta tutan benim. Derhal bu söylemi terk etmesi lazım. Biz AKP'yi çıkartan gücüz.

"Ha biz ha Sakine"
- Sırrı: Bize gelen bilgide, "Sakine'nin tutumunun ve katılımının iyi olduğu, dağ adına Avrupa'da görevli olduğu, işini tamamlayıp geri dönüş için Paris'e gittiğinde bu olayın olduğu... Tutumunun ve katılımının iyi olduğu" bildirildi.
- Öcalan: Ha bizi vurmuş, ha Sakine'yi vurmuşlar. Çok karanlık bir olay. Ankara'ya gelmiş (Ömer Güney) Çankaya'da büro tutmuş. Sterk "MİT kaynaklı" demiş. Mümkün değil ama düşüneceksin. Milyonda bir de olsa düşüneyim, MİT var mı? MİT de şaşırdı. Demek ki darbe hala devam ediyor.
(Sırrı'ya dönerek) Sinop olayı rastgele mi organize mi?
- Sırrı: Organizeydi başkan. Çünkü ancak bir reklam ajansı grafiği ile önceden hazırlanmış pankartlar ve bildiriler vardı. Sosyal medya üzerinden bize dönük kampanyalar başlatıldı. Darbe Araştırma Komisyonunun görevi bittikten sonra, Özel Harp Dairesi ile ilgili, Gladyo ile ilgili, Kürdistan bölgesi hariç özellikle Karadeniz'i deşifre eden bilgiler geldi. Burada Karadeniz'de gladyonun yaptığı işler başlığı altında TAYAD'lı ailelere dönük linç girişimi de vardı. Orada anlatılan, yapılan ve biçimler ne ise hepsini Karadeniz'de gördük. Bu yönüyle örgütlü ve organizeydi.
- Öcalan: Siz de muallaktasınız. Tıpkı Sakine gibi. Bir daha kendini öz savunmanın hazırlamadığınız hiçbir yere gitmeyin. Size bir vurduklarında on vuramayacaksınız, gitmeyin, devlete güvenmeyin. Biliyorsunuz ki Ahmet Türk'ü iki kez vurdular, bir Samsun'da, bir İzmir'de... Sakine'ye yapılan hepimize yapılabilir. Bu özel harbe ayrıca geleceğiz.
- Öcalan: Hükümet kesin vesayetten kurtuldu mu hesaplaşma tam olarak yapıldı mı? Tayyip'in Hükümet mekaniği, Kürt hareketine vurduğu kadar kendisine izin veriliyor, alan açılıyor vesayet kurumu, güç odakları tarafından. Sayın Başbakan zekice bu mekaniği teşhis etmiş ve iyi kullanıyor. Komplonun bir parçası değil. Danışıklı demiyorum ama Başbakan komplonun parçasıdır demiyor ama, bu yöntemi bir iktidar aracı olarak görüyor. PKK'ye vurarak yerini sağlamlaştırıyor. Kendime kızıyorum, 2001-2004'te biz eylemi 'tak' diye kestik. Hükümet anlamadı, 'terör bitti' dediler. (Altan Tan'a dönerek) Sayın Altan bilirsin İslamcıların 40 yıllık rüyasıydı, rüyalarını gerçekleştirdik. Biz AKP'ye iktidarı altın tepside sunduk. Bize bir teşekkür etmedikleri gibi 2. Atatürk rolüne soyunup daha çok üstümüze geldiler, ezmeye çalıştılar. Benim demokratik kriterlerim var bunu anlattık, bir baktık ki AKP hegemonya kurmak istiyor, 1923-40-50 CHP yerine AKP...
Türkiye'nin ihtiyacı olan tam evrensel demokratik kriterlere uymazsan, PKK'ye karışmam dedim. Bunu PKK hareketinin zorluklarını bilerek söyledim. Hegemonya kurmak istediler, biz bu hegemonyaya karşı çıktık. AKP, iktidarı gökten inmiş sandı. Bizim sınıf ve halk savaşımızın ne kadar amansız olduğunu bilmiyordu. Ben Deniz Baykal'ın taktiğini boşa çıkardım. AKP hegemonya istiyor. CHP'nin yerine geçmek istiyor. İzin vermeyiz. AKP'ye korkunç rant imkanı çıkar. Ben buna alet olmam. Tek şartım hegemonik olmaması. Biz eskisine doyduk, yeni kambur istemeyiz.

"Başbakan vatana ihanetten tutuklanacaktı"
AKP'nin çıkışları yanlıştır. Son bir buçuk yılda büyük bir savaşa yüklendiler. Nihai tasfiye operasyonları yaptılar. Sayın Başbakanı buna inandıran ekip (2011'de) PKK'yi bitireceğiz' dedi. 10 bin kişiyi (KCK) içeriye aldılar, Bu güç MİT'e de darbe planladı. Ben hemen devreye girdim, 'bu darbedir' dedim. Ergenekon'dan farkı yok. Başbakan MİT'e darbe yapılınca sıranın kendisine geldiğini gördü, Başbakan vatana ihanet suçundan tutuklanacaktı. (Durdu yeniden söze başladı) Genelkurmay Başkanının (İlker Başbuğ'u kastetti) tutuklanması da budur. O güce Cevat Öneş 'darbe' dedi. Bu yüzden ben devreye girdim, yardımcı olayım dedim.

"Florida kontrgerilla merkezidir"
Türkiye'de 3 koldan paralel devlet çalışması var. Bu ilişkileri sabote etmeye başladı. Sıradan lobiler değil. ABD'de Yahudi, Ermeni ve Rum lobileri stratejik ve taktik müdahale ediyorlar. Her 3'ü de Anadolu çıkışlıdır. Sözde bir hükümet var, sözde bir parlamento var. CHP ve MHP paralel devletin izdüşümleridir, basit aletleridir; AKP'ye de, medya ve işadamlarına da sızmışlar. Sadece MİT kalmış, hedeflenen bizim geliştirdiğimiz diyalogdur. MİT Müsteşarı düşürülmek isteniyor. Emre Uslu, Mehmet Baransu MİT'i hedef aldılar, arkalarında devasa bir güç var.
Florida kontrgerilla merkezidir. Abdullah Çatlı iki kez gitti. Papa, Palme... Sakine bu tür grupların işidir. Yeni gladyo tam anlaşılamıyor. Çözüm adına yapılan her şeyi sabote ettiler. Sakine olayı bende düşük bir tereddüt uyandırdı. Net değil. Sakine Avrupa'da barışı temsil ediyordu. Hala aydınlatılamadı.

Tamamı >>

30 Nisan 2024 Salı

Rutinin Dışında

Derin devlet, Türkiye’de siyaseti anlamak için en çok müracaat edilen kavramlardan biridir. Bu kavram, devletin ikili bir yapısı olduğuna işaret eder. Buna göre, bir tarafta hukukla işleyen ve görünen bir devlet, diğer tarafta ise kendini kurallarla bağlı saymayan ve gizli faaliyetlerde bulunan derin bir devlet vardır. Devlet yüzeyde kaidelerle işler ama derine inildikçe rutinin dışına çıkar.

Bu rutin dışına çıkma hali, en sarih ifadesini Süleyman Demirel’de bulur. Türkiye, 1990’lı yıllarda bir korku tünelinden geçer. 1996’da meydana gelen ve emniyet-mafya-siyaset üçgenini tevil götürmez bir biçimde ifşa eden Susurluk Kazası, bu korku tünelinde yaşanan kötülüklerin bir kısmını açığa çıkarır. Kayıp Silahlar Davası da bunlardan biridir. Batman’da kurulan Karma Özel Harekât Birliği adlı özel birlik için Valiliğin yurt dışından ithal ettiği ağır makineli tüfekler, roketatarlar ve benzeri silahların bir kısmı Hizbullah’ın silah depolarında çıkar.

12 Şubat 2000’de, bu konuyla alakalı bir soruya dönemin Cumhurbaşkanı Demirel, tarihe geçen bir cevap verir: “Devlet rutin dışına çıkabilir” der ve bir nevi mevzuyu ayan beyan ortaya koyar:

“Devlet halin icabına göre hareket eder. Yani her zaman rutini takip etmek zorunda değildir. Devletin yüksek menfaatleri -ki bunu takdir etmek hükümetlere aittir- icap ettirdiği zaman devlet rutinin dışına çıkabilir. Yani kanunsuzluk yapma manasında söylemiyorum. Rutinin dışına çıkma payı vardır.”

Elbette bu söz, büyük bir tartışma koparır. Farklı kesimler Demirel’i eleştirirler. Barolar Birliği sert bir tepki gösterir. Demirel, bunun üzerine, iki gün sonra bu açıklamasını düzeltme mecburiyetinde kalır. Rutin dışına çıkmayı “yasaları aşmama koşuluna” bağladığını “devletin hangi gerekçelerle olursa olsun kanunsuz hareketleri himaye etmeyeceğini” söyler (Tanıl Bora, Demirel, İletişim Yayınları, 2023, s. 444).

Hurdacıya Düşen Büyük Sır
İşte Demirel’in tarif ettiği bu rutin dışına çıkma halinin belgesi, yıllar sonra bir kâğıt hurdacısında bulundu. Eski Cumhurbaşkanı Özal’ın İstanbul-Balmumcu’daki evinden çıkan ve yolu kâğıt hurdacısına düşen bir belge, Cumhuriyet tarihin en karanlık dönemlerinden birinin üzerindeki perdeyi araladı.

10 Haber’den Masum Gök’ün ulaştığı bu belge; Millî Güvenlik Kurulu (MGK) Genel Sekreterliği tarafından 20 Aralık 1992 tarihinde hazırlanmış. Kırmızı kapla ciltlenmiş belge, Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın başyaverince “Sayın Cumhurbaşkanına sunulmak üzere”’ 22 Ocak 1993’te imza karşılığı teslim alınmış.

“Psikolojik Etkinlik Çalışmaları-Sonuç Raporu” adını taşıyan ve ekleri hariç 67 sayfa tutan bu belge, devletin PKK ile mücadelede başvurması gereken psikolojik harekâtları tanımlıyor ve gereğinin yerine getirilmesi için devletin ilgili birimlerinin bir “psikolojik harekât birimi” kurmalarını emrediyor. Psikolojik harekâta ise şu misyon biçiliyor:

“Yapılan çalışmanın amacı devletin PKK silahlı bölücü terör örgütü ile mücadelesinde psikolojik güç birliğini sağlamak, karşı propaganda ile PKK’nın yurt içinde ve dışında her alanda yaptığı propagandasını etkisiz kılmak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu halkının devlete güven ve bağlılık duygularını tazelemek ve pekiştirmek ve bunların neticesi olarak da psikolojik üstünlük mücadelesini kazanmaktır.”

Belgenin giriş kısmında, devletin PKK ile bugüne kadar “demokratik hukuk devleti kurallarıyla mücadele ettiği” belirtiliyor. Fakat alınan bütün tedbirlere rağmen beklenen neticeye ulaşılamadığından, terör eylemleri ve terör söyleminin hızla yayılmaya devam ettiğinden yakınıyor. Dolayısıyla belge, hukuk içinde kalmanın artık devlete yetmediğini ima eden bir söyleme yaslanıyor.

O halde, mücadeleyi derinleştirmek ve arzulanan sonuca varmak için ne yapılmalıdır? Cevap bellidir: Hukuki sınırları aşmak, yani rutinin dışına çıkmak! Bu meyanda, belgede özellikle jandarmaya verilen görevleri vurgulamak gerekir. Jandarmaya birçok görev veriliyor ama en çok “Örgüte destek sağladığı bilinen işadamlarına özel tedbirler uygulamak” görevi dikkat çekiyor.

Tabiatıyla sormak icap ediyor: Acaba jandarma, işadamlarına ne gibi bir özel tedbir uygulayabilir? Neden olması gerektiği gibi devletin mali ve iktisadi işlerine bakan birimleri değil de bu işle jandarma vazifelendiriliyor?

Jandarmanın işadamları için -hem de özel tedbirler uygulamakla– görevlendirilmesi, akla hemen o dönemde çok sayıda Kürt işadamının ve kanaat önderinin faili meçhul cinayetlerde katledilmelerini getiriyor.

“Her biçimde”
Zira bu belgenin hazırlanmasından yaklaşık bir yıl sonra, 4 Kasım 1993’te dönemin Başbakanı Tansu Çiller, İstanbul’da gazetecilere çok mühim bir açıklama yapar. “Elimizde PKK’ya yardım eden Kürt işadamlarının listesi var” der Çiller ve ardından ekler: “Listede 60 kadar isim bulunuyor. Devlet PKK’yla olduğu gibi PKK’ya mali destek sağlayanlarla da her biçimde mücadele edecektir.”

Çiller’in her biçimde vurgusunun altını çizmek lazımdır. Zira bu açıklamanın yapılmasından 70 gün sonra, ilk olarak Behçet Cantürk öldürülür. Daha sonra bir cinayet serisi başlar. Kürt kimlikleriyle maruf işadamları, avukatlar ve bürokratlar katledilirler. Yusuf Ziya Ekinci, Savaş Buldan, Hacı Karay, Adnan Yıldırım, Namık Erdoğan, Medet Serhat, Faik Candan, Fevzi Arslan, Şahin Arslan ve Mecit Baskın gibi isimler faili meçhul cinayetler dalgasının kurbanı olurlar.

Gök’ün ele geçirdiği bu belgeden hareketler hem dünümüz hem de bugünümüz için geçerli iki noktaya temas edilebilir:

Evvelen, bu belge, Türkiye’de gayrihukuki, anti-demokratik ve özgürlük karşıtı dil ve pratiklerin büyük bir kısmının kaynağının Kürt meselesi olduğunu bir kez daha teyit ediyor. Kürt meselesinde siyasetten uzaklaşıp sopaya tutundukça, devletin hukuk dışına çıkması, suça batması ve devlet içinde çetelerin oluşması engellenemez.

Demokratik ve hukuki bir çerçeve içinde çözülmediği müddetçe bu mesele, her zaman hak ve hürriyetlerin altını oyar, hukuksuzluk üretir, siyasi ve iktisadi krizlere yol açar. Bu dün de böyleydi, bugün de böyle ve muhtemel yarın da böyle olacak.

Saniyen, devlet yetkisini kullanan kişileri hukuktan azade kılmak; Susurluk Çetesi benzeri yapıların devlet içinde yuvalanmasını sağlamış, memleketi bir yargısız infazlar çukuruna ve faili meçhul cinayetler mezarlığına döndürmüştür. Devletin rutin dışına çıkmasına cevaz vermek, bu kara tabloya onay vermekten başka bir mana taşımaz. Zira hukukla bağı kopmuş bir devletin çürümesi, yozlaşması ve çeteleşmesi kaçınılmazdır. Devlet demek, rutin demektir. Devlet demek, hukuk demektir.

Devleti devlet yapan hukuktur; hukuk yoksa devlet çeteden başka bir şey değildir.

Vahap Coşkun - www.perspektif.online

24 Kasım 2020 Salı

Alaattin Çakıcı

"Derin devlet" korumasından "Cumhur İttifakı" kalkanı altına

Eline tutuşturulan Walter marka tabancayla fındık ağaçlarının önünde poz verdiğinde, dört yaşındaydı. Alaattin Çakıcı, silahla ilk kez o gün tanışmıştı. 1957 yılında çekilen bu fotoğraf, hem Alaattin Çakıcı'nın silahla ilk tanışmasına tanıklık etti; hem de Çakıcı Ailesi'nin baba topraklarındaki son günlerine. Fotoğrafın çekilmesinden kısa süre sonra Çakıcı Ailesi, Trabzon'un Fındıklı köyünü terk edip İstanbul'a göçmek zorunda kaldı. Baba Ali Çakıcı, birini vurmuş; cezasını yatıp çıktıktan sonra kan davası başlamıştı.

Gültepe'ye yerleşen aile, bir kahvehane açtı. Baba Çakıcı'nın adı, o bölgenin ünlü kabadayıları Kürt Hasan ve Tahsin Çakıroğlu ile birlikte anılıyordu. Oğlu da babasını örnek alıyor, ilkokulda her gün birileriyle kavga ediyordu. İki kez okul değiştirmek zorunda kaldı. Bir İETT görevlisini yaraladığında, 17 yaşındaydı.



Çek-senet işlerine ilk adım
Alaattin Çakıcı, "meslek yaşamı"na ilk adımları yine Gültepe'de attı. Bir kumarhane işletmeye başladı. Ülkücü camia ile de bu yıllarda tanıştı. Kağıthane Ülkü Ocakları Başkanlığı'na kadar yükseldi. Bölgesindeki silahlı eylemlerde aktif rol aldı.
Ailenin öbür fertleri de ülkücüydü. Dev-Sol militanları, 18 Eylül 1978'de amcasının oğlu Necati'yi, Gültepe'deki dükkanında öldürdüler. Alaattin Çakıcı da 1979'da Şişli'de beş kurşun yarası almasına rağmen kurtuldu. Ama babası onun kadar şanslı değildi. Mayıs 1980'de öldürüldü.
Çakıcı, 12 Eylül'den sonra tutuklandı. 1982’de serbest bırakılınca ülkücü arkadaşlarını etrafına topladı. Önce kumar borcu tahsilatını iş edindi. Sonra çek senet tahsilatına girişti. İmzası, bacaktan tek kurşundu.
Eğlenmesi de bir başkaydı. Gece kulüplerine 10-15 kişilik kalabalık bir güruh halinde gidiyorlardı. Çakıcı, istediği sanatçıyı sahneden indirtiyor; “Çırpınırdı Karadeniz” adlı türküyü defalarca söyletiyordu.

Türkeş'e laf ettirmedi
Artık "Baba" sınıfına girmişti, "mafyanın yeni kuşağı"nın temsilcisiydi. Haraca bağladığı isimler arasında "Hayali İhracat Kralı" olarak tanınan Turan Çevik de yer alıyordu. Sanatçı Nükhet Duru'nun eski nişanlısı Metin Arı'nın konfeksiyon mağazasını adamlarına kurşunlattı.
"Gazinocular Kralı" Fahrettin Arslan'ın oğlu Selçuk Arslan'ın kurşunlanmasında yine onun adı geçti. Ankara'da eğlenirken, bir bardak rakıyı ünlü bir kabadayının başından aşağı dökmesi de şöhretini pekiştirdi. Söylentiye göre, kabadayının Alparslan Türkeş ile ilgili sözlerine sinirlenmişti. "Sen nasıl Türkeş'e laf edersin?" deyip rakıyı boşaltıvermişti.

MİT ile ilişki
12 Eylül'ün sisleri dağılmaya başlayınca eski babalar yerlerine dönmeye başlamıştı. Çakıcı'nın, Dündar Kılıç ile yıldızı hiç barışmadı. 12 Eylül'ün "Babalar Operasyonu"ndan nasibini alan Kılıç, cezaevinden çıktıktan sonra Çakıcı ile karşı karşıya geldi.
1987 yılında Ankara'da, Kılıç'ın iki adamını vurduran Çakıcı yakalanamadı. Garip biçimde, olay sırasında Mehmet Eymür ve Korkut Eken, otelin karşısındaki işkembecide oturuyordu.
Zira Çakıcı bu olaydan birkaç ay önce MİT ile ilişki kurmuş, Mehmet Eymür ve Yavuz Ataç ile dost olmuştu. MİT elemanı Süleyman Seba'nın Beşiktaş'a başkan seçildiği kongrenin güvenliğinin Çakıcı'ya emanet edilmesi, işbirliğinin somut bir örneğiydi.
1988'de ortaya çıkan ünlü MİT raporunu hazırlarken Eymür'e bilgi verenlerden biri, Çakıcı'ydı. O da Çakıcı'nın Ankara Kapalı Cezaevi'nde rahat ettirilmesi için Yusuf Koç ve Ahmet Turgut'a (Kürt Ahmet) haber göndererek karşılık verdi onun yardımına. Çakıcı, 8 Haziran 1989'da cezaevinden çıkarken Koç ve Turgut'a teşekkür etti ve kurbanlar kestirdi.
Çakıcı'nın adı artık etrafta ürküntü veriyordu. Tahsilat işine "bir kamu görevlisinin katkıda bulunduğunu" söylemekten çekinmiyordu. Selçuk Ural, Kadir İnanır gibi sanatçılarla, hatta iş insanları ve politikacılarla da arası iyiydi.
1991'e kadar Çakıcı'nın yaşamındaki en önemli kadın Gönül'dü. O yıl, rakibi Dündar Kılıç'ın kızı Uğur ile ilişkiye girdi. O sırada Uğur Kılıç da 10 yıllık evliydi ve iki çocuğu vardı. Uğur Kılıç, Çakıcı ile birlikte olmaya başladıktan sonra eşi Uğur Özbizerdik'ten boşandı. Çakıcı ile Trabzon'da sade bir nikahla evlendiler.

*Özal Ailesi'ni açıklayan eşini öldürttü!..

Yazının tamamı

 Faruk Bildirici

© Deutsche Welle Türkçe