Translate

2 Mayıs 2017 Salı

Dördüncü Kemalizm ve muhafazakârlık

Kemalizm tarihsel ilerici bir hamledir. Tarihin de doğru yanında yer aldı. Ama bu onun güncel ilerici politikalarla aşılmayacağı anlamına gelmez


Her 10 Kasım'da olduğu üzere, Kemalizm konusundaki tartışmaların devam etmesini doğal karşılamak gerekiyor. Çünkü, bugün Kemalizm belli kesimlerin sürekli olarak ona referans vermesine, kendilerini ve politik konumlarını onunla açıklamasına karşın tamamlanmış bir ideoloji değil. Bu yazıda Kemalizmin hem ne olduğunu kendime göre yanıtlamaya çalışacak hem de Kemalizmin bir ideoloji olarak içselleştirilmesinde, işlevselleştirilmesinde fakat daha önemlisi tanımlanmasında içine düşülen bir yanlışı tartışacağım. Özellikle, Kemalizmin üç büyük dönemeçten geçtiğini ve bugünkü anlamının ne olduğunu ele alacağım. Bugünkü Kemalizmin 1930'lardakine atıfta bulunan, ama özünde 1960'larda biçimlendirilmiş bir kurmaca olduğunu öne süreceğim.

-Üç Kemalizm
Kemalizm sanıldığının tersine 1930'larda ortaya çıkarılmış bir ideoloji değildir. Bunun iddialı bir yargı olduğunun bilincindeyim. Kemalizm 1930'larda kurucu siyasal örgütü olan CHP tarafından biçimsel olarak tanımlandı. Bugüne kadar devam eden altı ok kurgusu Kemalizmin sistemleştirilmesinin doruk noktasıdır. O arada valilerin partinin il başkanları (ve tersi) olacağının karara bağlanması, altı okun anayasaya içerilmesi devlet-parti-Kemalizm özdeşliğini tamamlayan adımlarıdır. Bu meyanda Kemalizmin 1930'larda dönemin siyasal konjonktürünün tesiri altında biçimlenmiş, bürokratik asker elitin 'koruması', dönem entelektüellerinin formasyonu içinde geliştirilmiş kesinlikle otoriter bir sistemik-devletçi ideoloji olduğunu belirtelim. Buna rağmen 1930'lardaki Kemalizm bugünkünden farklıydı. Bir sistemik kalıptı fakat ideolojik dokusu henüz oluşmamıştı.

1930'ların Kemalizmi öncelikle bir modernleştirici ideolojidir. 'Devlet nasıl kurtulur' sorusunu sormuş ve yanıtlamış bir neslin, onu devlet kurucu sistem olarak gördüğü ise bir vakıadır. Bu bakımdan devletin Kemalizme herhangi bir noktada dışsal olduğu veya en azından devlet-Kemalizm ilişkisinin nötr olduğunu düşünmek olanaksızdır. Tam tersine üç unsurun halkın, muhalefetin ve sivil alanın olmadığı bir önermedir. Buna mukabil konjonktüreldir. Bütün sistemleştirme çabasına karşın zaman içinde kendiliğinden çözülür. Özellikle 1938 sonrasında İsmet Paşanın attığı adımlar ve CHP tarafından alınan kararlar bu baptadır.

1930'lar sonrasındaki dönem aslında Kemalizmin ikinci dönemidir gerçekte ve onun birinci döneminin aşılmasına tekabül eder. Birinci dönem Kemalizmin epistemolojik/zihinsel, dolayısıyla da daha özgür ve gevşek dokunmuş, temel parametrelerle ilgilendiği dönemdi. Kemalizm tartışmalarında özellikle unutulan nokta budur. Çünkü bu tartışmalar, tarihin Kemalizmle birlikte başladığı, Kemalizmin bir kopuş mu süreklilik mi olduğunu irdelerken, ilk dönem Kemalizmini ve onun bu dönemdeki özelliklerini yok sayıyor. Oysa eğer 1920'lerde hatta erken 30'larda bir Kemalizm varsa (ilk dönem Kemalizmi kanımca budur) bu 19. yüzyıl Türk modernleşmesinin o dönemdeki nihai tarihsel kapasitesidir.
Söz konusu hamle materyalist düşüncenin ithal edilmesiyle başlar, Jön Türklerin benimsediği Comte'cu pozitivist ideolojinin aydın öncülüğü teziyle devam eder ve nihayet Abdullah Cevdet'in 'İçtihad'ında, Kılıçzade Hakkı'nın daha sonra 1930'larda Kemalistler tarafından hayatiyete kavuşturulacak reform önerisiyle sona erer. Kemalizm bu çizginin uzantısıdır. Dünyayı, dünyanın bilgisiyle açıklamak maksadıyla kendisini yönlendirdi ve düşüncesini uygulamaya koymak için dönemin dinsel otoriter bürokrasisini ortadan kaldırmayı şiar edindi. Bu yönüyle uzun ve tarihsel bir çizginin uzantısıdır ama ondan radikal bir kopuşa da denk gelir.

İkinci dönem Kemalizmin bu kapasitesini muhafaza eder fakat ona devlet öncelikli bir yeni misyon kazandırır. 1930'lardaki hamle bu amacı hedefler. Kemalizm kendisine bu noktada yenik düşer. Çünkü hem modernleşmenin iç paradokslarıyla amaç edindiği Kantçı anlamdaki özgür bireyi yaratma 'projesinden' uzaklaşır, hem de devlet öncelikli vurgu onu bürokratikleştirmeye ve bir retorik olmaya iter.

Üçüncü dönem tabii ki, ikinci döneme eklemlenir. Geniş ölçüde Doğan Avcıoğlu tarafından biçimlendirilen 1961 sonrası Kemalizm, bütünüyle ütopist, devrim adı altında biçimlenmiş, önce faşizan bir hamlenin, sonra eylemin/girişimin kristalizasyonudur.
Bu Kemalizm, ordu-bürokrasi-aydın ittifakının biçimlendireceği bir blokun, dönemin sol ideolojik modellerinden esinlenmesiyle oluştu. Kemalizmin antiemperyalist yanına vurgu yapar. Retrospektif bir okumayla Kemalizmin sol-pratik bir özünün olduğu iddiasından yola çıkar ve daha sonra, literatürde sol Kemalizm diye adlandırılacak modeli inşa etme çabasındadır. Fakat bu Kemalizmin soldan anladığı sadece devlet güdümlü, neredeyse Sovyetik bir modeldir. Bu model yakın döneme kadar Attila İlhan tarafından 'şiddetle' savunuldu. 1960'ların Ecevit'inden İlhan Selçuk'a kadar birçok kişiyi etkiledi.

Bugün Kemalist ideoloji denilen şey aslında budur. 1930'lardaki yapının daha fazla savunulacak yanı olmadığından 1960'ların 'kitle' vurgusunu taşıyan sol açılımın bugün de toparlayıcı olduğu varsayılıyor. Ama... Önce şunu belirtelim: Kemalizm artık, yukarıda belirttiğim modernleştirici özü ve epistemolojik öncülleriyle hatırlanmıyor. İkincisi, Kemalizmin yükseliş dönemleri daima ordunun toplumsal-siyasal etkinliğinin arttığı zamanlara denk gelir: 1960, 1980, vs. 1990'ların başından itibaren Türkiye derece derece artan bir dozda bir kez daha ordu etkinliğinin yoğunlaşmasına tanıklık etti. Sürecin doruk noktası 1999 yılındaki 28 Şubat hamlesidir. Belirttiğim süre içinde ve ondan sonra Kemalizmin devlet eksenli bir ideoloji olarak dozu artırıldı, etkinliği yoğunlaştırıldı. Bugün neredeyse daha önceki dönemlerin Kemalizmiyle mukayese edilemeyecek derecede monistik hale geldi. Artık bürokratikleştirilmiş bir Kemalizm söz konusudur. Bu Kemalizmin yapılanması devam ediyor. Genelkurmayın yakın sayılacak bir zaman önce Atatürkçü düşünme sistemi şeklinde özetlediği ve biçimlendirdiği bir model, bu gerçeği bütün çıplaklığıyla özetliyor. Burada bir iç krizden söz etmek gerekir.

Bugünkü 'yeni' Kemalizm, 1990'larda yaşanmaya başlayan devlet, laiklik ve kimlik krizlerine bir alternatif şeklinde hazırlandı. Çoğulcu ve çoklu (multiple ve plural) toplumsal taleplere karşı monist bir set oluşturma iddiasındadır. Bütün benzeri ideolojik hamlelerde olduğu ve Aziz el Azmeh'in bir total söylemin daha sonra gelişen olaylar etrafında nasıl yenilendiğini gösterdiği çalışmasında belirtilen metodolojiye paralel olarak, bu yeniden inşa denemesi Kemalizmin 'ihtiyaç duyulan her şeyi' kapsadığı iddiasından yola çıkıyor. Bugün Kemalizmin üniter ulus-devlet kurucu niteliği zımni olarak öne çıkarılıyor. Burada bir çelişki veya noksanlık varmış gibi algılanabilir. Çünkü, son zamanlarda Kemalizmin şiddetle vurgu yaptığı ve yükseltildiği çatışma odağı laikliktir. Oysa laiklik de bugün devlete yönelik bir tehdit olarak görülüyor, ilgili çevrelerde. Bu bakımdan laiklikle Kemalizmin devlet odaklı 'misyonu' örtüştürülüyor. Kendi başına ve denebilirse 'laik' bir laiklik yorumu değildir söz konusu olan.
Oysa sorun tam da bu noktada ortaya çıkıyor: Sistematik bir ideoloji sayamayacağımıza göre, onu farklı politik aksiyonların kendi çıkarları doğrultusunda biçimlendirilmiş bir 'ideolojimsi' (quasi ideology) olarak ele alabiliriz. Özellikle de şimdi geçerli olan dördüncü Kemalizm dalgasının öne sürdüğü iddiaların geçerli olduğunu saptayacak maddi koşullar artık yok. Kısacası, politik bir pratik olarak Kemalizm, iddiaların ötesinde, çok belirgin bir amaca dönüktür. Halbuki Kemalizm, her şeyin üstünde geçerliliği olan bir 'olgu' şeklinde sunuluyor ki, özünde yanlış olan budur.
Belki Kemalizmin akılcı-pozitivist yanına dönük bir geçerlilikten söz edilebilir. Fakat hem bugünkü siyasallaşmış halinde Kemalizmin böyle bir kaygısı yok, hem de iş o noktaya gelince bir 'modernleşme problemi' niteliği kazanır. Akılcı-pozitivist modernleşme, sayısız modernleşme yöntemlerinden birisidir. Olabilir ama o konuda da ortaya çıkmış farklı yöntemler Kemalizmi sıkıntıya sokuyor. Modernleşme bugün de önemli ve geçerli bir kavramdır ama ondan daha önemlisi nasıl olacağıdır, yani yöntemidir. Yukarıdan inme, aydın öncülüğünde ve siyasetin reddine dayalı bir yöntemle modernleşme artık tarih dışıdır.

-Sonuç
Sorun şurada galiba: Kemalizm "tarihsel ilerici" bir hamledir. Tarihin, bana kalırsa doğru yanında yer aldı. Ama bu onun "güncel ilerici" politikalarla aşılmayacağı anlamına gelmez. Bir ideolojiyi bütün zamanlar için ve her şeyin üstünde geçerli ve işlevsel saymak bu açıdan bakınca anlamsızdır. O zaman geriye, -şimdi çok iddia edilen bir kavramla söylemek gerekirse-, Kemalizmin özünü oluşturduğuna 'inanılan' akılcılık, bu ideolojinin ve onu yorumlayan yaklaşımların da 'sekülarizasyonunu' gerektiriyor. Yoksa ortaya zaman ve tarih dışı bir model kurmak çabası gelir ki, bu otoriterizmdir. Ondan daha önemlisi söz konusu 'ilerici' ideolojinin muhafazakârlaşmasıdır. Hele kendisine yöneltilen eleştirilere karşı tepki göstermek bu muhazfakârlaşmanın en belirleyici göstergesidir ki, "Mannheim'ın tarihsel ilerici ideolojilerin muhafazakârlaşması" hakkında söyledikleri tıpa tıp budur.

29.04.2007

HASAN BÜLENT KAHRAMAN (Radikal)