Translate

25 Mayıs 2023 Perşembe

Karizmatik Liderlik ve Başkanlık Sistemleri

Siyaset Teorisi ve Felsefesinde Monokratik Yönetimler, Karizmatik Liderlik ve Başkanlık Sistemleri

Başkanlık sistemini, tüm tür ve türevleriyle, birçok bakımdan makbul (demokratik) bir yönetim biçimi saymayanlardanım. Tek-tük istisnası olduğu zorlanılarak savlanılabilecek sanılsa da, bunun kuralı bozmayacağını, başkanlık sistemlerinin ait ya da akraba oldukları daha geniş kategoriler nedeniyle, demokrasiden sapma oluşturduğunu düşünenlerdenim. Türkiye özelinde ise, çeşitli tarihsel ve kültürel nedenlerden dolayı “açık ve yakın tehlike” yarattığını 1980’lerden beri yazanlardanım. Son 200-250 yılın ürünü olan ve son 80-100 yılda da hızlanarak üremeye devam eden bu türün ve terimin ardında çok ağır bir tarihsel sicilin ve kavramsal yükün bulunduğuna işaret etmeye çalışacağım.

Başkanlık sistemlerinin, çağdaş temsili demokrasilerin normu olan parlamenter sistemden değişen derecelerde sapmalar oluşturduğunu, özellikle yoz/yozlaşmış örneklerinin otokratik / monokratik, hatta monarşik yönelimlere/eğilimlere (daha doğrusu regresyonlara) en ziyade gebe yönetim biçim(ler)i olduğunu savlayacağım.

Liberal kapitalist devletin tipik temsili demokrasi organizasyonu olan parlamenter sistemden aşırı / uç sapma faşizmler ise, ara sapmanın da, Walter Bagehot’un vaftiz babası olduğu prototip ABD başkanlık sistemi olduğunu söyleyeceğim.

Soğuk savaşla birlikte daha da yaygınlaşan ve çoğu Amerikan emperyalizminin bağlaşığı veya uydusu olan çeşitli başkanlıkçı rejimlerin aşağıda bir listesini vereceğim —Ortadoğu’da, Asya’da, Latin Amerika’da, giderek de Avrupa’da.

Türkiye’nin sicili

Otoriter, otokratik ve monokratik yönetim biçimleri itibarıyla şişkin bir sicile sahip olan Türkiye için ise ders kitaplarına örnek olay olarak girebilecek bir “açık ve yakın tehlike” mevcuttur: “Eski Türk”te, Selçuklu’da, Osmanlı’da, Cumhuriyet Türkiyesi’nde bu kategorinin çeşitli biçim ve dozları, alt-türleri vardır: kağanlık, hanlık, başbuğluk, sultanlık, padişahlık, cumhurbaşkanlığı resmiyeti ardında fiilen ebedi ve milli şeflikler (tek-parti ve tek-adam döneminin “reel” anayasası 1924 değil, parti tüzük ve programlarıdır), faşizan askeri diktatörlükler vs., vb., vd. Tabii, Weber deyişiyle patrimonyalizm, sultanizm, karizmatik liderlik, Marksist deyişle oryantal despotizm, bonapartizm, bizim deyişimizle solidarist ve faşist alt-türleriyle korporatist rejimler, hep ilgili, bitişik, akraba olgular ve kavramlardır. Bunların karşılıkları elbette Batı’nın tarihinde de vardır, ama parlamenter ve temsili demokrasi de birkaç yüzyıldır ciddi mesafeler almıştır. Doğu’ya pek uğramamasının nedenlerinden biri, çeşitli biçim ve dozlarıyla askeri müdahalelerdir.

Belki de tek istisna, ya da parantez, çeşitli veballerinin yanısıra iyi tarafları da olan 1961 Anayasası’nın öngördüğü, parlamenter sistemin temsili, sorumsuz, az yetkili Cumhurbaşkanlığı kurumudur —ki bu dahi askerî darbeciler ve militarist siviller tarafından suistimal edilmiştir. Türkiye’de otoriter ve otokratik alt-akıntılar hep varolagelmiştir. (1961’deki 1982’ye evrilen “yürütmenin üstünlüğü” sorununu, özellikle askerî vesayet ve müdahale biçim ve dozlarını çok yazmıştım, burada girmeyeceğim.)

Büyük sınav ve temel soru
Başkanlık sistemi eğilimleri ve yüzeye çıkma zorlamaları da yeni değildir, gökten zembille inmemiştir. Süleyman Demirel ve Turgut Özal da bunu yoklamıştı. Ne ki iç siyaset de, ABD’nin o günlerdeki tutumu da bu emellerin realize edilmesine elvermemişti. Ya da buna henüz lüzum görülmemişti. Şimdi ise bu “verimli toprak” bir kez daha sürülmek riskiyle karşı karşıya: Vaktiyle yerel orduyla işini görmüş olan ABD, bagajında bol da din olan sivil bir “plebisiter diktatörlük”ün başkanlık girişimine bu sefer hayırhah bakıyor gibidir. “Fiili”den “resmi”liğe geçişi zorlayan bir karizmatik liderlikle, gerilimli de olsa, belli bir işbirliği içindedir.

Büyük sınav ve temel soru Dolayısıyla, bir yönetim biçimleri-rejim modelleri-anayasa tipleri fuarında mal seçen kaprisli, hoppa tüketiciler gibi x modeli, y modeli, z modeli elleyen siyasetçilerin ve aydınların yürüttüğü ehliyetsiz münazaralar yanlış tartışmalardır. Tabii her şey tartışılsın ama, sadece türevlerin yüzeysel kurcalanması şeklinde değil, bunların türevi oldukları türün ve prototipin teorideki ve pratikteki sorunları ile Türkiye için özellikle söz konusu olan risklerinin ayırdında olarak. Mesele basit bir eşdeğerli seçenekler meselesi değil, toplum için yaşamsal uzantıları ve sonuçları olacak, şahısları da aşan bir büyük sınav meselesidir. Temel soru da, markalardan hangisini seçsek değil, hiçbirini seçmemek için hangi nedenlerin olduğudur. Asıl tartışılması gereken parlamenter sistemin, partiler demokrasisinin, “yasama üstünlüğü”nün, yargı bağımsızlığının, eğitimin, sağlığın vs. nasıl ıslah edileceği, müzminleşmekte ve vahimleşmekte olan “yürütmenin üstünlüğü”nün nasıl frenleneceği, iç ve dış savaş ve şiddet eğilimlerinin nasıl önleneceğidir.

Demokrasiden aşırı sapma ve ara sapma
“Yürütmenin üstünlüğü”, monarşik ve monokratik tarihte kökleri olan, ABD başkanlık sistemiyle sözde demokratik bir kisveye bürünen, iki dünya savaşı arasında (ve kısmen de sonrasında) faşizme evrilen, soğuk savaşla birlikte özellikle Amerikan uydu ve kuklalarında çeşitleri görülen başkanlık sistemlerine ve tek-adam diktatoryalarına yol veren bir genel kategoridir. Bunun içinde yer alan başkanlıkçı ve başkancı rejimler, kişisel diktatörlük ve despotluktan bir önceki istasyondur. Liberal parlamenter demokrasiden aşırı sapma faşizm ise, ara-sapma başkanlık sistemidir.

Hatta denebilir ki, cumhuriyete nispetle monarşi ne ise, parlamenter demokrasiye nispetle başkanlık sistemi odur. Bu karşıtlığın üstüne bir de alt-tür içi yozlaşmayı eklemek gerekir: Nasıl tiranlık monarşinin yoz/yozlaşmış biçimi ise, çeşitli çevre ülkelerinin başkanlık sistemleri, prototip ABD başkanlığının daha da yozlaşmış biçimleridir. Hepsinde kuralların ve normların yönetimi değil, kişilerin yönetimi, otokrat ve monokratların egemenliği hâkimdir. Halk egemenliği gitmiş, tek-adamın yığın güdümü gelmiştir. “Kuvvetler ayrılığı” mitinin mevcut olduğu yerlerde de bu çoğu zaman lafta ve rafta kalmıştır (aşağı bkz.).

Yazının tamamı için tıklayınız

24 Ara 2015