Translate

14 Ekim 2022 Cuma

Diktatörlük Dönemlerinde Kişisel Sorumluluk

Her insani faaliyet iki kısımdan oluşur: Liderin yaptığı “başlangıç” kısmı ve çok sayıda insanın katıldığı “icra” kısmı. Ne kadar güçlü olursa olsun hiçbir lider, başka insanların yardımı olmadan başladığı işi iyi ya da kötü sonuna kadar götüremez. Tayin edici olan, liderin niyetlerini gerçekleştirmek için girdiği yolda ona itaat edenlerin olmasıdır.

Diktatörlük döneminde kişisel sorumluluk
Nazi döneminde milyonlarca insanın nasıl olup da rejimin insanlık dışı eylemlerinin bir parçası haline geldiği, sosyal bilimlerin cevabını aradığı en mühim sorulardan biridir. Hannah Arendt, bir çalışmasında* bu sorunun peşine düşer; bir insanın caniyane suçları işleyen bir düzeni hangi saiklerle desteklediğini ve gözünün önünde cereyan eden korkunç işleri nasıl meşrulaştırdığını izah etmeye çalışır.

Arendt, evvela, modern devletlerde her bir bireyin bir “çarkın dişlisi” olarak iş gördüğünü belirtir. Dev gibi bir bürokrasisi ve muazzam bir emir-kumanda zinciri olan devletin içine giren her bir kişi, bu mekanizmayı harekete geçiren ve işleten bir dişli olarak görülür. Burada en hayati husus, her bir dişlinin yerinin doldurulabilir olmasıdır; sistemin yapısında bir değişikliğe gidilmez ama çalışmayan bir dişli sökülüp onun yerine yeni bir dişli takılabilir.

“Soruna bu şekilde yaklaşıldığında, sistemi bir bütün olarak ayakta tutan insanların birey olarak sorumlulukları ancak ikincil dereceden bir önem taşır ve savaş sonrası davalarda sanıkların ‘Ben yapmasam başkası yapacaktı’ biçiminde ifade etmeye çalıştıkları mazeret haksız değildir.” (s. 173)

Ancak Arendt, Kudüs’te izlediği Eichmann Davası’nın kendisini meseleye farklı bir açıdan bakmaya zorladığını söyler. Davaya bakan hâkimlerin “bir duruşma salonunda bir sistem, tarihsel bir eğilim, anti-Semitizm gibi herhangi bir ‘izm’ değil bir insan yargılanır” yaklaşımını paylaşır. İnsanın “bir çarkın dişlisi” olarak değerlendirilmesini safsata olarak niteler. Sanıkların “bunları yapan birey olarak ben değildim, ben çarkın yeri başkasıyla doldurulması mümkün olan basit bir dişlisiydim, benim yerimde kim olsa aynısını yapardı” şeklindeki savunmalarının mahkeme tarafından kabul edilmemesini doğru bulur.

“Ehven-i şer denilerek bazı kötülüklerin sineye çekilmesi bilinçli olarak kötülüğün kendisinin kabul ettirilmesinin bir aracı olarak kullanılabiliyor. Verilebilecek birçok örnekten birisi, Yahudilere yönelik imha politikasıdır. Yahudilerin imhasına başlanmadan önce bir dizi anti-Yahudi önlem alınmıştır. Bu münferit önlemlere, her şeyin berbat olacağı endişesiyle rıza gösterilmiş ve böylelikle sonunda artık daha kötüsünün olamayacağı bir aşamaya ulaşılmıştır. Burada, insanın kendi değerler sistemine tümüyle ters düşen gelişmeleri fark etmek konusunda basiretinin nasıl bağlandığını görüyoruz.”

Yazının Tamamı

13 Ekim 2022 Perşembe

Dünya Tarihinde Sansür Uygulamaları Ve Türkiye’de Sansür

Demokratik ve özgürlükçü bir toplumun temelini bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin ve bu bağlamda ifade özgürlüğü hakkının korunması oluşturur. İfade özgürlüğü hakkı; ulusal düzenlemelerin yanında uluslararası ve bölgesel nitelikte pek çok düzenleme ile koruma altına alınmıştır.

İfade özgürlüğü hakkı hem ifade sahibinin hem de ifadenin yöneldiği kişilerin özgürlüğüdür. Ulusal ve uluslararası bazı düzenlemeler de ifade özgürlüğü hakkının hangi ifade biçimlerini kapsadığı belirtilmekte. Örneğin; basın özgürlüğü, bilimsel ifade özgürlüğü ve sanatsal ifade özgürlüğü bu kapsamda karşımıza çıkmaktadır. Bu bildirinin konusunu ‘sansür’ başlığı ile edebiyatta ve sanatta engellenen ifade özgürlüğü; dolayısıyla sanatsal ifade özgürlüğü oluşturmaktadır.

Bildiri de öncelikle ‘sansür’ kavramını açıklanmaya çalışılacak, sansür kavramının ilk ortaya çıktığı dönemden bugüne dünya sansür tarihinden örnekler verilecek. Bu bağlamda sanatçıların, yayıncıların, diğer ilgililerin ve sanat eserlerinin bu uygulama karşısında ki durumları ele alınacak. Son olarak, Türkiye’ de her dönem genel olarak problemli olan sanatsal ifade özgürlüğünün engellenmesi yani sansür uygulamalarına AİHS kapsamında değinilecek. Ayrılıkçı ifadeler, müstehcen ifadeler ve dine yönelik eleştiriler bakımından sansürlenen sanat eserleri incelenecektir. Bildiri konuya ilişkin genel değerlendirmeleri içeren bir sonuç bölümü ile sona erecektir.

SANSÜR NEDİR?
Toplumsal varoluşun en eski dönemlerinden beri iktidarı korumak adına pek çok baskı mekanizması geliştirilmiştir. Bu yöntemlerden biri de Platon döneminden beri örneğini sık gördüğümüz kitaplara, yazarlara, şiirlere, şairlere ve sinema ve televizyona getirilen ‘sansür’ uygulamasıdır. İster demokratik olsun ister faşist ister güçlü olsun ister zayıf her iktidar muhalefet etmeyen kendi istediği sularda yüzen bir basın istemiştir.

Sansür kelimesinin güncel sözlük anlamı: Basın, yayın, haberleşme ve sinema ve kitap yapıtlarının hükümetçe önceden denetlenmesi veya kısıtlanması işi’ şeklindedir. Sanata karşı baskı uygulamasının ve toplumsal sanat düşüncesinin ilk düşünürü olan Platon; sansürü sanat yapıtlarını seçme, kontrol etme, düzenleme ve gerekli gördüğü hallerde dışlama için kullanmıştır ve bu dönemde sanat toplumu eğitmek amacı güden bir araç olarak kullanılmıştır.

Sansür, daha geniş bir tanımla her hükümetin kendi döneminde kendine yapılan muhalefeti engellemek adına veya kendi ideolojisine uygun olmayan sesi bastırmaya çalışması sonucu sanatsal ifade özgürlüğünün engellenmesi ve bu bağlamda sanat eserlerinin tahrip olmasıdır.

Gamze Ayva - Umut Vakfı

Yazının tamamı