Translate

19 Temmuz 2022 Salı

Hubris sendromu ya da iyi bildiğimiz felaketler

Ayşe Çavdar
Tanganyika Gölü’nde yaşayan bir çiklit balığı ve bu balığın iki türlü erkeği varmış. Bu erkek türlerinden biri “T” biri “NT” diye kodlanmış. Alfa ve Beta gibi düşünün. Bu iki tip erkek çiklit arasında da tuhaf bir ilişki yaşanmaktaymış. Çekinik olan NT’ler, özel bir koşul gerçekleştiğinde T’ye dönüşebiliyormuş. Ian H. Robertson, “The Winner Effect: The neuropsychology of power” (Zafer Etkisi: Gücün nöropsikolojisi) başlıklı makalesine bu akıl çelen öyküyle başlıyor. Sonra kazanmanın ve güç kullanımının beynin kimyasını nasıl etkilediğini anlatıyor. Dopaminin bir tür antidepresan olduğunu, dozunda üretilmesi halinde insanı hayata bağlayıp makul ölçüde risk alarak kendini geliştirmesine yaradığını, fakat aşırı dopaminin kişinin kendinde süper haller vehmetmesine neden olabileceğini söylüyor. Çünkü bu güzelim hormonun fazlası insanda muhakeme ve duygu bozuklukları yaratabiliyor. Ayrıca Bertrand Russel’ın adını koyduğu “güç zehirlenmesi”nin nasıl örgütlendiğini de aktarıyor.
Anlattıklarından yola çıkarak, birini bir zorbaya dönüştürmenin en kestirme yolunun onu yetkin olmadığı bir işte terfi ettirmek olduğunu anlıyorum. Çünkü bu “talihli” kişi, yetersizlik duygusunu astlarına, hayatları ya da zamanları üzerinde şu ya da bu ölçüde söz sahibi olduğu insanlara türlü çeşit eziyet ederek telafi etmeye çalışacak. Şu halde “güç zehirlenmesi”nin yetersizlik duygusunun bir tezahürü olduğunu iddia edebiliriz.

Etsek ne olur ki? Geçebilir miyiz güç zehirlenmesinin önüne? Robertson’un anlattığı balık öyküsüne göre pek mümkün değil. Makalenin sonunda bağlıyor hikâyeyi.
Meğer T türü erkek çiklitler, sahip oldukları eril güç sayesinde kendilerine ait bir arazi de edinebiliyorlarmış. Tabii ki her güç beraberinde bir zaaf getirir. Aynı zamanda canlanan renkleriyle ışık da saçıyorlarmış etrafa. Dolayısıyla başka balıklar tarafından fark edilip ortadan kaldırılmaları da daha mümkün oluyormuş. Civardaki bir NT çiklit, dünya üzerinde arazi sahibi olmuş bir T çiklitin imha edildiğini görür görmez T’ye dönüşmeye başlıyormuş nagehan. Dönüşümü motive eden de canlı renkleri ve ışıltısı nedeniyle kolayca avlanan T’den arta kalan arazi oluyormuş.

Adına kibir dediğimiz büyük günahı anlatan onlarca mitolojik öykü var ve fakat hiçbirinin bu öyküdeki isabet derecesini yakaladığını sanmıyorum. Böyle bir öyküyü okuyunca merak sarıyor insanı. Bakındım ben de biraz, NT’den T’ye dönüşen erkek çiklit ışıltılı bir renge bürünürken sperm sayısı da artıyor, dolayısıyla türün devamına katkıda bulunma ihtimali yükseliyormuş. Dahası var, T’ye dönüşemeyen NT erkekler bir müddet sonra kendilerini imha ediyorlarmış. Dışlanıyorlarmış çünkü. Güçlü ve göz önünde olana, onun arazisine konmak için dönüşmek, o dönüşme ihtimali bulunmadığında da dışlanıp silinmeye mahkûm olmak. Trajik bir hikâye. Kimse insan-olmayanlara ait alemlerin hikâyeden yoksun olduğunu söylemesin gayrı. Bir de sıradan fanileri bu konuların üzerinden tekrar tekrar geçmek zorunda bırakanlar utansınlar kendilerinden bir zahmet.

Medyascope

Sivrisinekler neden bazı insanları daha çok ısırıyor?

Sivrisinekler ve yaydıkları hastalıklar, tarihteki tüm savaşların toplamından daha fazla insanın ölümüne yol açtı. Peki, sivrisinekler neden bazı insanları daha çok ısırıyor ve hastalıkların yayılmasında nasıl bu kadar etkili oluyor?
Aslında, istatistiklere göre sivrisinek, insanlar için açık ara dünyadaki en ölümcül canlı. Sadece 2018 yılında yaklaşık 725 bin ölüme neden oldu.
Aynı yıl, en çok can kaybına yol açan ikinci faktör, 437 bin kişiyi öldüren insanın ta kendisiydi. Bunu yılanlar, köpekler, zehirli salyangozlar, timsahlar, su aygırları, filler, aslanlar, kurtlar ve köpekbalıklarının saldırıları izledi.
Bu endişe verici durum nedeniyle, Dünya Sağlık Örgütü 2017'de, ülkelerin sivrisinek kaynaklı vektörlerle bulaşan hastalıkların kontrolü için yönlendirilmesi amacıyla "Küresel Vektör Kontrol Yanıtı (GVCR) 2017–2030" kılavuzunu onayladı.
Bu, hastalıkları önlemek ve ortaya çıkabilecek salgınlara hemen müdahale etmek için kritik bir öneme sahip.

Sivrisinekler; Batı Nil virüsü, Zika virüsü, dang humması, sarı humma, chikungunya, St. Louis ensefaliti, lenfatik filaryaz, La Crosse ensefaliti, Pogosta hastalığı, Oropouche ateşi, Tahyna virüsü, Rift Vadisi ateşi, Semliki Ormanı virüsü, Sindbis ateşi, Japon ensefaliti, Ross Nehri ateşi, Barmah Orman virüsü veya sıtma gibi çeşitli hastalıkları bulaştırabilir.
Bu şekilde yalnızca 2020'de 627 bin ölüm oldu.

Peki, sivrisinekler neden insanları ısırıyor ve bazıları neden daha fazla hedef oluyor?

Karbondioksit ve vücut kokuları
Hem erkek hem de dişi sivrisinekler aslında diğer hayvanları ısırmadan da yaşayabilir. Ancak dişiler üreme döngüsünü tamamlamak için kana ihtiyaç duyar.
Yaklaşık 100 yıl önce, karbondioksitin (CO₂) sivrisinekleri cezbettiği ortaya çıktı. Ancak, karbondioksitin çekiciliği sivrisineklerin neden sistematik olarak bir kişiyi diğerine tercih ettiğini açıklamıyor.
Sivrisineklerin belirli insanlara daha fazla ilgi duymasını sağlayan başka fiziksel ve kimyasal işaretler var. Bunlar arasında ısı, su buharı, nem, görsel sebepler ve en önemlisi deriden yayılan kokular bulunuyor.
Hangi aromaların sivrisinekleri daha çok çektiği henüz tam olarak anlaşılmamış olsa da, birçok çalışmada indol, nonanol, oktenol ve laktik asit gibi moleküller öne çıkıyor.
ABD'deki Uluslararası Florida Üniversitesi'nden Matthew DeGennaro liderliğindeki bir araştırma ekibi; IR8a olarak bilinen ve pek çok hastalığı taşıyan Aedes aegypti sivrisineklerinin laktik asidi tespit etmesini sağlayan benzersiz bir koku reseptörü olduğunu keşfetti. Bilim insanları, böcek antenlerinde bulunan IR8a reseptörünü mutasyona uğrattığında, sivrisineklerin laktik asit ve insanlar tarafından yayılan diğer asidik kokuları tespit edemediğini gördü.

Sivrisinekleri çeken koku
Öte yandan, son araştırmalara göre, dang ve Zika virüsleri, farelerin ve enfekte ettikleri insanların kokularını değiştiriyor ve onları sivrisinekler için daha çekici hale getiriyor. Bu durum da hasta kişiyi ısırarak enfekte kanını almaları ve ardından virüsü başkalarına taşımaları durumunu destekliyor.
Normalde, insan ve kemirgenlerin derisi, bakteri popülasyonlarını sınırlayan bir antimikrobiyal peptit üretiyor. Ancak, dang veya Zika ile enfekte olmuş farelerde, bu peptidin yoğunluğu azalıyor ve bazı bakteriler çoğalarak asetofenon (en basit aromatik bileşik) üretimini tetikliyor.
İnsanlarda da benzer bir durum söz konusu. Dang humması hastalarının koltuk altlarından toplanan kokular, sağlıklı insanlarınkinden daha fazla asetofenon içeriyor.
İlginç olansa, bunun düzeltilebilir olması. Dang humması ile enfekte olmuş farelerin bazıları, daha az asetofenon salımına yol açan ve böylece sivrisineklerin çekiciliğini azaltan izotretinoin ile tedavi edildi. Böylece sivrisinek ısırmalarının önüne geçildi.

Sivrisineklerin bir insanı ısırmayı neden tercih ettiğine yönelik bu tespitler, vektörler tarafından bulaşan hastalıkların azaltılmasına yardımcı olabilir.

Prof. Raúl Rivas González
Salamanca Üniversitesi
www.bbc.com/turkce