“Kapital, hakim ideolojinin tüm varsayımlarını sistematik bir şekilde yıkarak, sınıf mücadelesinin gerçek haritasını çizer ve proletaryayı nihai devrimci özne olarak işaret eder.”

İllüstrasyon: Nikolai Shukov, Kapital'in ilk baskısının kapağı
14 Eylül 1867’de, tarihte ilk defa bir alt sınıf (üstelik yeni doğmakta olan bir alt sınıf!) doğru yolu bulabileceği bir haritaya sahip oldu. Bu doğru yol, içinde bulunduğu sistemin ana işleyişini, kaderci bir materyalizme sahip olmayan tarihsel biz gözle ve ekonomik rolleri gereği, çıkarları birbiriyle çatışan toplumsal grupların (sınıfların) çatışmalı ve dinamik bir modeli üzerinden bize sunulmuştu.
Bu bir ilkti…
Daha öncesinde böyle bir şey yoktu…
Bu harita diğer birçok şeyle birlikte burjuvazinin kendisini sürdürebilmesi için işçi sınıfının da kendisini sürdürmesine (Yeniden üretmesine) bağlı olduğunu kanıtladı. Bu yüzden sermayenin işleyişi ikili bir karaktere sahipti. Burjuvazi ile proletarya arasındaki ilişki, sürekli bir çatışmaya muhtaçtı.
Bundan da bir rota çıkarmak artık kolaydı. Burjuvazinin ve onunla birlikte sömürünün ortadan kalkması için bizzat proletaryanın ortadan kalkması gerekiyordu. Peki proletarya nasıl ortadan kalkacaktı?
Proletarya, bizzat burjuvazinin kendi çıkarları için örgütlediği bir sınıftan ibaretti.
Kapitalizm tarihinde belli özel koşullara mahsus olan belirli küçük dönemleri bir kenara bırakırsak sermaye, kapitalist sınıfta biriktikçe birikiyor, aynı zamanda daha çok proletarya ve yoksulluk da üretiyordu.
Bu durumdan proletaryanın kurtulması için, kendisini çıkarları uğruna kullanan burjuvazinin yolundan gitmesi gerekiyordu. Proletarya, aynı burjuvazinin soylulara yaptığı gibi, o da burjuvaziyi yaratan koşulların tümünü ortadan kaldırdıktan sonra ancak sömürülen bir sınıf olmaktan çıkabilirdi. Çünkü burjuva oldukça proletarya, proletarya oldukça da burjuva olacaktı. Bu yüzden doğal devrimci özne, bu ortaya yeni çıkmış olan alt sınıf, yani proletaryaydı. Bütün sistemin çarkları ona bağlıydı.
Fakat bunu anlatmak ve kanıtlamak kolay iş değildi.
Biliriz ki her insan yaşadığını düşünür. Haliyle her hakim sınıf için de bu geçerlidir. İşte bu yüzden hakim sınıflar, beraberinde hakim ideolojisiyle birlikte gelir. Kendi sınıf görüşleriyle ve hayata verdikleri anlamlarıyla gelirler. Yıldızlara da topluma da tarihe de kendi sınıf dünyalarından bakarlar ve o şekilde bunu yayarlar. Böylece onların kuralları, onların ideal insanları, onların etikleri ve yaşam biçimleri kabul görür. Bu nedenle eğer hakim ideolojiye ters bir şey anlatacaksanız ekstra çaba sarf etmeniz, hakim ideolojinin varsayımlarını, bilimlerini, felsefi perspektiflerini yıkmanız gerekir. Bu yüzden bu kitabın diğer adı “Ekonomi Politiğin Eleştirisi”dir. Bu kitap, işçi sınıfına bir harita çizebilmek adına, hakim ideolojinin argümanlarını (hâlâ) tarihteki en sistematik ve en güçlü şekilde yıkan kitaptır.
Kapital, ilk basıldığında pek anlaşılmasa da pek ses getirmese de onu takip eden yıllarda büyük sesler getirmiştir.
İşte bu kitap, insanları bir noktadan sonra büyülemiş. Bunu yaparken de birçok büyüyü yıkmıştı.
İlk önce Engels’in editörlüğünde binlerce sayfalık iki kitap daha yayımlanmıştı.
Daha sonra bu kitap, sonrasındaki on yıllarda, ilk dalgası Avrupa olmak üzere, bütün dünyanın devrimlerle sarsılmasında hayati bir unsur olmuştur.
Aradan 158 yıl gibi kısa bir süre geçti. Unutmayalım ki, sınıf savaşımı bin yıllardır sürmektedir. İşte bu 158 yıl, bu bin yıllara bedel olan bir harareti barındırıyordu. Gerçekliğin büyüsü, göz kamaştırıyordu.
Fakat bir yandan da işçi sınıfı hareketi, birçok kara büyüyle de karşılaşıyordu.
Kapitalizmin tıkırında gittiği dönemlerde işçi hareketinin temsilcileri bu büyüye kapılıyor, burjuvaziyle uzlaşma yollarını arayabiliyordu. Bir dönem geliyor işçi sınıfı öncülüğünden kopuluyor, bir dönem geliyor başka sınıflar doğal müttefikler haline geliyordu. Hatta bazen, doğal müttefikler, işçi sınıfı öncülüğünün yerine geçiyordu. İşçi sınıfı hareketi, doğruları barındırdığı kadar, hataları ve korkunç geri dönüşleri de barındırıyordu.
Kolay değildi. Tarihte ilk defa bir alt sınıf, enternasyonal bir iktidar kurmayı hedefleyen bir teoriyle yola çıkmıştı.
Çoğunlukla silahlar ve ekonomiler yetersiz kalıyor, ideolojik bir savaşa da giriliyordu. Böylece her iki taraf da kendi büyücülerini öne sürüyordu. Bunun yanında her iki taraf da farklı yollar deniyor, çıkışsız labirentlerle karşılaşılıyordu.
Her iki taraf da birbirinden etkileniyor, fakat bütün bunlar olurken, gerçekliğin parlaklığının büyüleyici gücünün suyu da zamanla bulanıyordu.
Tarih düz bir çizgide ilerlemiyor, türlü inişler ve çıkışlar yaşanıyordu. Fakat bu tarihin işçi sınıfı hareketinin hatalarını affettiği anlamına gelmiyordu. Bu hatalar 1980’lere gelindiğinde hakim sınıfların küresel bir karşı devrim hareketiyle kendisini gösterdi. Bu hareket zafer elde ederken, beraberinde kendi sınıflarına uygun bir dünya görüşüyle geldi.
Türlü karanlıklar içinden palazlandırılan kara büyücüler apayrı bilimsel perspektifleri, apayrı felsefeleri ve apayrı etikleri ve toplumsal yaşamı yaymaya başladı.
İşçi sınıfı hareketi bir süreliğine bu büyücüler tarafından Hypnos’un gücüne maruz kaldı. Hypnos, anne Nyx (gece) ve baba Erebus’un(karanlık) birleşiminden doğan bir oğuldur. Hypnos, işçi sınıfı hareketini Lethe (Unutkanlık) Nehri’nin geldiği ve gece ile gündüzün buluştuğu büyük bir mağaraya götürdü. Bu mağaranın en önemli özelliği, ışık ve sesin içeri girememesiydi. Haliyle bu mağarada, gerçekle hayal, doğruyla yanlış, ışıkla karanlık birbirine karışıyordu.
Böylece büyücülerin, kara büyülerini yapmaları artık çok daha kolay hale gelmişti…
Büyü deyince ilk aklımıza gelen, türlü doğaüstü güçlere sahip olduğuna inanan insanların, bu güçleriyle olayları, nesneleri veya kişileri maniple etmesi veya yönlendirebilmesi gelir. Büyü (Büy/Büğ/Böğ) kökünden türemiştir ve “etkileme, yayılma, örtme, kapatma” anlamları da bulunur. Bu geniş anlamdan yola çıkarsak büyücüler, (sanılanın aksine) yalnızca doğaüstü güçlerin ardına değil, aynı zamanda bilimselliğin ve felsefiliğin ardına da sığınırlar. Kara büyüyse, başka bir kişinin (veya sınıfın) zararına olsa dahi, olayları ve kişileri (veya sınıfları) kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeleri veya maniple etmeleridir.
İşte bu kara büyülere karşı, hâlâ en temel kılavuz olma özelliği taşıyan kitap, “Kapital”dir…
Aşağıdaki bazı örnek kara büyülere karşı Kapital cilt 1’den çıkarabileceğimiz, hâlâ güncelliğini koruyan ve kullanılmakta olan kara büyülerin bozumlarıdır. Kapital ile daha tonlarca kara büyüyü düzeltmek mümkündür. Biz şimdilik, bir örnek teşkil etmesi bakımından 10 tanesi ile yetinelim.
Unutmayalım ki kitabın bizzat kendisi, bütünlüklü bir perspektif sunduğu için, iyi bir okuyucuyu, artık büyü geçirmez kılma özelliği taşır.
Kara büyü 1: ‘Gelir, alım gücüyle alakalıdır’
İşçinin temel geçim araçlarının (yiyecek, ev aletleri, ev, araba, ısınma vb.) maliyetinde teknik, teknolojik gelişmelerden dolayı bir düşüş varsa alım gücü artar. Fakat gelir artmış olmaz. Örneğin ABD’de son kırk yıldır emek-gücünün ortalama gelirinde bir artış görmeyiz. Fakat Çin’den gelen ucuz mallar (Walmart’a gelen malların yüzde 70’i Çin’den gelir) aynı zamanda ABD’nin tarım endüstrisindeki (özellikle mısır ve et üretiminde) gelişimiyle, işçi sınıfının gelirinin hiç artmamasına, fakat gelir adaletsizliğinin sürekli artmasına rağmen bazı en temel ihtiyaçlarda alım gücünün arttığını görürüz. Yani teknolojik gelişmelerden dolayı temel geçim mallarının üretim maliyeti düşerse bazı ürünlere yönelik alım gücü eskiye göre artar. Kısaca temel geçim araçlarına ulaşımın zorlaşması, gelirdeki düşüş demektir. Fakat temel geçim araçlarına yönelik ulaşımın kolaylaşması gelirde bir artış olduğu anlamına gelmez.
Kapital bize şunu öğretir: Gelir artışı ya da azalışı, yalnızca sömürülmenizdeki artış ve azalışla ilgilidir.
Kara büyü 2: ‘Prekarya ayrı bir sınıftır’
Prekarya, güvencesiz sözleşmelerle ya da resmi sözleşme bile olmadan çalışan işçi sınıfına denir. Sınıf, üretim süreci içerisindeki rollerle ilgilidir. Sözleşme biçimleriyle ya da bir kişinin ne kadar çok para kazandığıyla ya da ne kadar iyi şartlarda çalıştığıyla ilgili değildir. Bu güvencesiz sözleşme biçimleri yalnızca işçi sınıfına mahsus değildir. Taşeronlaşma arttıkça büyüklü küçüklü taşeron şirketlere de uygulanan sözleşmelerdir. Bu yüzden çalışma şartıyla ilgili sözleşmelerle sınıf ayrımı yapamazsınız. Hatta bir sınıf içerisindeki sınıfsal katmanları da ayırmanız mümkün değildir. Isparta’da bir gül yağı fabrikası, uluslararası şirketlerin projelerinin, proje bazlı taşeronluğunu yapıyor olabilir ya da Silikon Vadisi’nde çalışan bir yazılımcı parça başı iş alıyor olabilir.
Kapital bize şunu öğretir: Emek-gücünü satmaktan başka çaresi olmayan herkes işçi sınıfıdır. Bu sınıf ayrımı bizzat üretim süreci içerisindeki ekonomik rolle ilgilidir.
Kara büyü 3: Arz, talep serbestiyesi özgürlük sağlar
Kapital’in 1. cildi 19. yüzyılda gerçekleşen Endüstri Devrimi’nin analizini yaparken, arz ve talebe dair önemli bir çıkarıma sahiptir. Endüstri Devrimi 1860’larda artık bir doyuma ulaşmıştır. Çünkü işçinin değeri o kadar düşmüştür ki artık makine almaktan daha ucuz hale gelmiştir.
Hatta sermaye, bazı departmanlardan makineleri geri kaldırıp çocukları çalıştırmaya başlar. Peki Endüstri Devrimi nasıl ortaya çıkmıştır? 18. yüzyıl Avrupa’sında emek gücünün değeri o kadar yüksekti ki, makineler ortaya çıkınca sermaye hemen makineleri satın almaya başladı. İşte bundan şu çıkar: İşçiye yönelik talep artar da onun değeri çok yükselirse sermaye bu sefer de işçi yerine makineleri kullanmaya başvurur. Bu şekilde de bir işsizlik yaratmış olur. O halde sermaye büyüdükçe işçiye yönelik talep üretebilir. Teknolojiye başvurdukça da işsizlik üretebilir. O halde kapitalist, işçi arzını da üretir, talebini de
Kapital bize şunu öğretir: Emek-gücünün arz talebinde zarlar, hilelidir!
Kara büyü 4: Kapitalizmde tam istihdam mümkündür
Sermaye, bir spiral gibi biriktikçe birikir ve katlandıkça katlanır. Her birikim evresinde (o sektöre göre) az ya da çok işçiye ihtiyaç duyar. Fakat eğer herkes istihdam ediliyorsa ne olur? Ortada işçi yok demektir. Bu yüzden sermayenin her büyüme evresinde işçi az bulunduğu için işçinin değeri gittikçe artmaya başlar. Bu durum, gittikçe bir tıkanmaya sebep olur. Marx’ı aştıklarını düşünen ve kapitalizm içinde bu tür sorunların aşılabileceğini düşünen bazı büyücüler, türlü tekniklerle, devlet eliyle kapitalizmde tam istihdamın (kağıt üstünde) mümkün olduğunu göstermişlerdir. Bu büyücüler, işçilerle burjuvazi arasında bir iş birliği falan olmadığını, bu iki sınıfın çıkarlarının birbiriyle çatıştığını, aslında işin politik yanını unutmuşlardır. Proletarya tam istihdama yaklaştıkça taleplerini haliyle arttırma eğilimi güder. İşsizlik ya da yedek sanayi ordusu işçilerin taleplerini arttırmasına engel olmak için kapitalistlerin kullandığı bir silahtır.
Kimi kara büyücülerse, bütün sanayiler eksiksiz istihdam sağlıyorsa, buna “tam istihdam” derler. Geriye işsiz bir grup kaldıysa buna da “doğal işsizlik” derler. Böylece hem kapitalizmde tam istihdamın hem mümkün olmadığını söylerler hem de işsizlikle tam istihdamı birbirinden ayırarak bir büyü yapmış olurlar.
Kapital bize şunu öğretir: Kapitalizmde işsizlik olmak zorundadır. Bu yüzden tam istihdam mümkün değildir.
Kara büyü 5: Fırsat eşitliği bireyleri eşit kılar
Şöyle bir adalet tanımı yapalım: “Adalet eşite eşit, eşitsize eşitsiz davranmaktır.” Bu tanıma göre diyelim ki elinizde 10 tane bilye var ve bunu iki çocuğa adil bir şekilde paylaştıracaksınız. Her iki çocuğun da elinde 5 bilye varsa eşit bilyeye sahiptirler. Bu durumda elinizdeki 10 bilyeyi 5’er 5’er çocuklara dağıtırsınız. Yani eşite eşit davranırsınız.
Fakat diyelim ki birinin elinde 3, diğerinin elinde 7 bilye var. Bu durumda da elinde az bilye olana 7, çok bilye olana 3 bilye verirsiniz. Bu durumda da eşitsize eşitsiz davranmış olursunuz.
Farz edelim ki sınıflı bir toplumda ya da eşitsiz bir toplumdasınız. Bir sınıfın elinde 9, diğer sınıfın elinde 1 bilye var. Sizin de elinizde 10 bilye var. Bunlara eşit yaklaşırsanız 5’er 5’er dağıtmanız gerekir. Birinin elinde 6, diğerinin elindeyse 14 bilye olur. Ne oldu? Eşitsizlik ortadan kalkmadı.
Çünkü eşitsiz olana eşit yaklaşmak eşitsizliği ortadan kaldırmaz.
Kapital bir de şunu ekler: Bu iki sınıf birbirine bağımlıdır. Ve sınıflardan biri bilye üretir. Diğeri de onun bilye üretmesi için ona ücret öder. Birinin elinde 9, diğerinin elinde 1 bilye vardır. Elinde 1 olan, her gün 5 bilye üretir ve yalnızca 1 tanesi alıp 4’ünü ürettirene verir. 5 gün sonra 1 bilyesi olan 5 bilyeye, 9 bilyesi olansa 29 bilyeye sahip olacaktır.
Kapital bize şunu öğretir: Kapitalist sistemde eşitsize eşit davranmak (ya da fırsat eşitliği) eşitsizliği arttırır.
Kara büyü 6: İşçi kendi vasfını attırdıkça, emek gücü piyasasındaki değeri artar
Avrupa’da Endüstri Devrimi gerçekleşmeden önce manifaktürel işletmeler vardı. Bunlar, iş bölümünün aynı fabrikalar gibi ayrıldığı (Hatta fabrikalardakilerden bile daha fazla iş bölümünün olduğu) fakat makinelerdense el yordamıyla işlerin yürütüldüğü işletmelerdi. Faytonlar, saatler, iğneler ve çiviler vb. bu sanayilerde yapılırdı. Burada çalışan işçiler yüksek maaşlıydı. Çünkü her bir işi el yordamıyla yaptıkları için zanaatkar olmaları gerekiyordu. Bir çırağın da kalfa olması yedi yıl gibi uzun bir süreyi kapsıyordu. Bu yüzden o dönemlerde işçi olmak, aynı zamanda belirli bir işte uzman olmak ve iyi geçinmek demekti. Fakat işçiler bulunmaz Hint kumaşı olduklarını bildikleri için pek sıkıya gelemiyorlar. Ustabaşı bir şey dediğinde hemen grev yapmaya kalkıyorlardı. Sermayeci bu uzman işçilere muhtaçtı.
Endüstri Devrimi’yle birlikte makineler, bu demir devler hemen sahneye girmeye başlamıştı. Çünkü sermayeci, bu yüksek ücret verdiği ve uzmanlığıyla övündüğü için kendini bir şey sanan zanaatkar işçiden kurtulma derdindeydi. Makineler, artık her yeri kaplamış, uzman işçilereyse gerek kalmamıştı. Mesela dikiş makinesi icat edildiğinde terzilerin yüzde 80’i işsiz kalmıştı. Bundan şu çıkar: Ne kadar vasıflı olduğunuzun bir önemi yoktur. Sizin işinizin önemli bir kısmını daha ucuza yapabilecek bir teknoloji gelişir gelişmez birden ücretleriniz düşmeye başlayacaktır. Örneğin 1990’larda finans kapitalin gelişmesiyle ortaya çıkan “Yuppiler” olarak bilinen kentli, eğitimli beyaz yaka olan işçi sınıfı katmanı bir süre değer görmüştür. Çünkü finans kapitalin gelişme göstermesi, para dolaşımını hızlandıracak teknolojik gelişmeler demekti. Bu da internetin yaygınlaşmasını doğurdu. İnternetle beraber hizmet sektörünün birçok kolu bu alana kaydı ve beyaz yakanın altın dönemleri (yalnızca bir süre daha) uzamış oldu. Fakat yapay zeka teknolojisi, yalnızca kafa işi yapan bu işçilerin değerini her geçen gün düşürüyor. Bu hep böyle olmuştur. Mesela 1948 Marshall yardımlarıyla birlikte Türkiye’de biçerdöver ve traktör sayısı hızlıca ivmelenmeye başlamıştır. İşte bu dönemlerde en çok demirciler ve tamirciler değer görüyordu. Çünkü traktör parçası bulmak neredeyse imkansızdı.
Tamirciler bir dönem kazandı. Fakat milyonlar köyden kente göçtü.
Kapital bize şunu öğretir: Teknoloji refah üretmek yerine, her zaman işçiye karşı kullanılmış bir silah görevi görmüştür.
Kara büyü 7: Girişimcilere (sermayeye) destek olursak istihdam artar ve yukarıdan aşağıya refah damlar
Birikim arttıkça, zorunlu olarak istihdamın artacağına dair tek bir kanıt yoktur. Birikim arttıkça istihdam azalabilir de. Endüstri Devrimi bize göstermiştir ki, sermayenin birikimi artar, fakat o birikimle kapitalist daha çok makine aldığı için beraberinde işsizlik de artar.
İstihdam edilen insan sayısı da artmıştır. Fakat ücretler düştüğü için ailedeki herkesin çalışma zorunluluğu da artmıştır. Arz ve talep, madalyonun iki yüzü değildir. Talep var diye arz olmayabilir. Arz var diye talep olmayabilir. Talep ve arz birbirine bağımlı, fakat kendi iç dinamikleri de olan bir mekanizmadır. Yani aralarında diyalektik bir ilişki vardır.
Ayrıca dünyanın en büyük arama motoru tekeli “Google” ne kadar istihdam üretiyor? Ya da Instagram? Dünyanın en zenginleri birikimlerine oranla ne kadar istihdam üretiyorlar?
Ya da farz edelim ki sermayeciler, istihdam üreten işlere yönelmiş olsunlar. Gene bu para aşağıya damlamaz. Çünkü bazı sermayeciler birleşirler, büyük anonim şirketler oluştururlar. Birikimleri büyüdükçe büyür ve eninde sonunda altta kalanların yetişemeyeceği bir noktaya gelirler.
Adam Smith’den beri bildiğimiz üzere bu sistem, tekel üretir. Tekel bir problemdir. Çünkü tekel, sermayenin belirli kişi veya gruplarda toplanmasına sebep olur. Bu kişi ve gruplarda o kadar fazla sermaye birikir ki, büyük bir kısmını harcamaları ne mümkündür ne de buna ihtiyaç duyarlar. Böylece sistem tıkanmaya başlar. Su tıkanmıştır… Yukarıdan aşağıya damlamaz olur.
Kapital bize şunu öğretir: Sermaye birikimindeki artış, istihdam üretebilir de üretmeyebilir de.
Kara büyü 8: İşçi sınıfı flulaşmıştır ve artık Marx’ın bahsettiği gibi bir işçi sınıfı yoktur
Kapital yazıldığında işçi sınıfı, yalnızca ABD, Fransa ve İngiltere’de toplumsal sahneye çıkmıştı. 1860’lardan sonra Almanya ve Japonya da onların peşinden gelmeye başlamıştı.
Dünyanın büyük bir kısmı hâlâ kapitalistleşmemişti. Ayrıca köylü sınıfı, uzun yıllar nüfus olarak ağırlıkta olan sınıf olarak kalacaktı…
Peki günümüze bakalım… Dünyanın yüzde 60’ından fazlası proleterleşmiş durumda… Köylü sınıfı bitmek üzere… Orta sınıfsa emperyalist ülkelerde yüzde 10-15 arası, yarı sömürge ülkelerdeyse yüzde 18-20 arası… Dünyanın yüzde 99’u kapitalistleşmiş durumda… Dünyada bütün sınıflar oran olarak gerilerken, proleterya sınıfı en baskın sınıf haline geldi… Dünyadaki gelir adaletsizliğine baktığımızdaysa 1980’lerden bu yana, üst yüzde 1 ile alt yüzde 50 arasındaki makas sürekli arttı… Mesela şu andaki ABD’de olan gelir adaletsizliği, 29 Buhranı dönemindeki gelir adaletsizliği ile aynı!
1980’lerden beri hem kamu işletmeleri satıldığı için, hem de sermaye giriş çıkışları kolaylaştığı için sendikaların gücü yerle bir oldu…
Sıfır saatlik sözleşme biçimleri ve deproleterleştirme, gene son 40 yıllık süreçte arttı…
Kapital bize şunu öğretir: Sermaye birikimi arttıkça, işçi sınıfı da artar. Her sermaye birikimindeki artış, beraberinde işçinin fakirleşmesini getirmeyebilir. Ama (genelde) işçi sınıfının fakirleşmesi ve sayısının artması sermaye birikimindeki artışa işarettir.
Kara Büyü 9: İşçi sınıfı muhafazakarlaştı; artık kimlik, cinsiyet vb. gibi ayrımcılıklardan doğan zulümler ve bunların özneleri daha devrimcidir
Bu kara büyüye çok uzun cevap vermek gerekebilir, başka teorilere de başvurmak, meseleyi genişletmek gerekebilir. Fakat Kapital meselenin özünü bize kanıtlamıştır.
Öncelikle proletarya, kapitalizm içerisindeki rolü gereği bir sınıftır. Proletarya, bu sınıfsal rolü gereği, kapitalist birikimin yalnızca aracı olmakta değil, aynı zamanda onun yeniden üretiminde de görev alır. (Sektörel bazda değişse de) Mesela bu ay çalıştığınızda aldığınız ücret, muhtemelen geçen yılın artı değerinden gelir. Yani aslında bu ay harcadığınız emek, bir sonraki yılın artı değeri içindir. Yani proletarya hem değer üretiminin aracı hem de yeniden üretiminin aracıdır. İşte onu ana potansiyel devrimci özne yapan şey durmadan eylem yapması, sokaklarda gösteriler düzenleyip düzenlememesiyle ilgili değil, sınıfsal konumudur. O, mevcut dünyanın yeniden üretilmesini durdurabilecek yegane sınıftır.
Sınıflı toplumlarda, sınıfların çıkarları birbiriyle çatışır. Bu yüzden bir ulus, cinsiyet vb. gibi hareketler de (Bunu dile getirmek zorunda değiller) uyguladıkları pratiklerden bu çatışmalı toplumda, belirli bir sınıfa yönelik saf tutmak zorunda kalırlar. Yani kısaca çıkarları birbiriyle zıt olan sınıflı toplumlardaki her hareket eninde sonunda bir sınıfın safında kendisini bulmak zorundadır. Bugün bu ya proletarya olacaktır ya da burjuvazi. Bu yüzden herhangi bir kimlik hareketini, edindiği veya edineceği sınıf karakterinden kopararak ele almak mümkün değildir.
Kapital bize şunu öğretir: Proletarya, her iş günü, dünyanın olduğu halinin yeniden üretilmesini sağlar. Fakat her iş günü yeniden ürettiği dünyanın maddi ve kültürel zenginliklerinden biraz daha kopar.
Kara büyü 10: Sermaye ile işçi arasında devlet ara buluculuk yapabilir; sosyal adalet, kapitalizmde kalıcı ve insani bir çözümdür
Bu kara büyüye de uzun ve detaylı cevap vermek gerekebilir. Fakat işin özünü şöyle vurgulayalım: İçi bal dolu olan bir kavanozun kapağını açın ve yemek masasının tam ortasına dökmeye başlayın. Başlangıçta belirli bir bölgeye döktüğünüz için belirli bir yerde birikmeye başlar. Fakat sonrasında bal, biriktikçe etrafa yayılmaya başlayacaktır.
Dökme biçiminiz de şöyle olsun: Başlangıçta hafif hafif dökün… Sonrasında biraz daha kavanozu yukarı kaldırıp, daha yoğun dökün… En sonundaysa iyice kavanozu ters çevirip boca edin… Peki ne yaptınız şimdi? İşte bu sermaye birikiminin sürecidir. Biriktikçe yayılma eğilimindedir ve birikim süreci de hep artan oranlı olmak zorundadır.
Devletse sermaye temsilcisiyle proleter arasındaki bu ara buluculuğu yapabilecek (Ya da belirli özel koşullarda bile uzun süre sürdürebilecek) kudrete sahip değildir. Kapitalist ürettikçe üretir. Haliyle tüketildikçe tüketilmesini de ister. Tüketilmesini de sağlayacak olan devlettir.
Devlettir de… Sermayenin her birikim evresinde devletin daha çok insana bu ürünleri tükettirmesi gerekir. Ve problem üstüne problem… Tek ülkede kapitalizmde sermaye kendisine nasıl yol bulacaktır? Üstüne üstlük işçi sınıfı da devlet destekliyken ve asla taviz vermiyorken?
Kısaca sermayenin kuyruk acısı, proleterin de evlat acısı olduğu sürece dost olmaları mümkün değildir.
Kapital bize şunu öğretir: Kapitalistin tek derdi artı değer oranını arttırmaktır. Bu yüzden kalıcı bir sınıf uzlaşısı mümkün değildir.