Translate

30 Kasım 2025 Pazar

Marx’ın kavramları: Yabancılaşma

Yabancılaşma, Marx’ın Hegel ve Feurbach’tan devraldığı bir kavram olup bu kavram onun ellerinde kapitalizmin bütüncül eleştirisini anti-hümanist bir sistem olarak teorize etmeyi mümkün kılan bir araca dönüştü. Marx, yabancılaşma teorisini ilk olarak erken dönem eserlerinden 1844 Ekonomik ve Felsefi Elyazmaları’nda geliştirmiş olsa da bu teoriyi Kapital dahil tüm iktisadî yazınının merkezine oturttu.

Yabancılaşma kelimesinin sözlük anlamına bakılırsa bir dizi anlam ve kullanıma sahip olduğu görülecektir. Bu tanımların hem günlük dilde hem sosyal bilimler içinde en yaygını yabancılaşmayı öznel bir “izolasyon ve uzaklaşma durumu” olarak tarif eder. Hegel ve diğer filozoflarda yabancılaşma bütün insanlığın durumunu tarif eden daha genel bir anlama sahipti. İnsanların “tinsel olarak kaybolmuş” olmaları, “kendi gerçek özbenliklerine yabancılaşmaları” ve “hayatın anlamını yitirmeleri” bu kullanımı örneklendirir. Ortaçağa gidildiğinde bu kavramın başka bir kullanımı ile daha karşılaşırız. O dönemde “satmak”, “bir başkasına devretmek”, “başka birine teslim olmak” gibi anlamları vardı.

Marx yabancılaşmayı tüm bu anlamları kapsayacak şekilde kullanır. Ama Marx’la birlikte bu kavram daha net, daha ayakları yere basan ve insanların gündelik hayatlarının maddî gerçekliklerine dayanan bir kullanıma bürünmüştür. Kavram derinliğinden ve evrensel geçerliliğinden bir şey kaybetmemiştir. Bunun nedeni, Marx için yabancılaşmanın temelinde insanların emekleriyle varettiği ürünlerle ve bizzat kendi emekleriyle kurduğu ilişkinin yatmasıdır.

İşçilerin kendi emeklerinin ürünlerine yabancılaşmaları, yani onlardan koparılmış olmaları ve üretim sürecini kendilerinin yönetmiyor oluşu o denli basit ve “ortada” bir durumdur ki, üzerine yorum yapma gereği bile duyulmaz. Bu verili durum adeta bir doğa yasası gibi algılanır. Ford ya da Hyundai’da çalışan işçiler otomobil üretir ve bu otomobiller işçilere değil bu şirketlere aittir. Kömür madenlerinden çıkardıkları kömür maden sahibinin, dokudukları kumaş ise tekstil fabrikasının sahibinindir. Bu “doğanın kanunudur”. Marx bu durumu farketmekle kalmamış, kökenini ve sonuçlarını sorgulamıştır. Şöyle der:

Bu durum [yabancılaşma] basitçe emek tarafından üretilen nesnenin, yani emeğin kendi ürününün, yabancı bir varlık olarak emeğin karşısına dikilmesi anlamına gelir. Nesne üreticiden bağımsız bir güç gibi görünür.

Bizzat kendi emeklerinin ürünleri işçilere hükmetmektedir:

…ve işçi daha çok emek harcadıkça kendi yarattığı nesnelerin dünyası işçinin gözünde daha güçlü hale gelir, aynı şekilde yeni dünyasında işçi daha da fakirleşir ve artık daha az kendine aittir.

Emek elbette zenginler için harikalar yaratır ama işçi için yoksunluk (mahrumiyet) üretir. Zenginler için saraylar, işçiler için mezbelelik üretir.

Marx, yabancılaşma analizini bu noktadan daha ileriye ve derine taşır. Marx’a göre, işçiler kendi emeklerinin ürünlerine yabancılaşmışsa bunun sebebi üretim sürecindeki yabancılaşmada yani üretim eyleminin bizzat içinde yatar:

Ürün gerçekte üretim eyleminin devamıdır. Yani emeğin ürünü yabancılaşmışsa, üretimin kendisi de aktif bir yabancılaşma süreci olmak zorundadır. Emeğin nesnesinin yabancılaşması sadece işin barındırdığı yabancılaşmanın özetidir.

Akademik sosyologlar arasında, Marx’ın söylediklerini birçok işçinin endüstriyel kapitalizmde pis, monoton, sıkıcı, yorucu ve tehlikeli işler yaptığı şeklinde bir gözleme indirgeme eğilimi vardır. Hatta yabancılaşmış emek, işin fiziksel şartlarına ya da işçinin sahip olduğu öznel duygulara indirgenir. Bu bakış açısı yabancılaşmanın tamamen ortadan kaldırılamasa bile yapılan iş daha az monoton ya da daha ilginç hâle getirilerek hafifletilebileceği sonucuna yol açar. Oysa Marx bundan daha fazlasını kastediyordu. Marx için belirleyici olan işçinin işiyle kurduğu toplumsal ilişkiydi. İşçinin çalışma yeteneğini bir başkasına (işveren/kapitalist patron) satması ve bu sebeple işin amacı ve yöntemleri üzerindeki kontrolünü yitirmiş olması yabancılaşmanın kökenini oluşturuyordu. Kapitalizmde emek, ne bireysel ne de kollektif olarak işçiler içindir; başka biri içindir:

Emeğin yabancılaşmasını ne oluşturur? İlk olarak, yaptığı iş… gönüllü değil zorunludur, angaryadır. Bir ihtiyacın doğrudan tatmini için değil başka ihtiyaçları tatmin etmenin dolaylı bir aracıdır… İşin bu dışsal karakterini en basitinden işin işçiye ait olmamasından anlarız. İşçi başka biri için çalışır, yani işyerindeyken işçi kendisine değil patrona aittir.[i]

Dolayısıyla ücretli emek yabancılaşmış emektir ve yabancılaşmayı ortadan kaldırmak ancak ücretli emeği yani kapitalizmi kaldırmakla mümkündür.

Marx’ın yabancılaşmanın kökenini işçinin işi ile ilişkisinde görüyor olması bu kavramın sadece işyerinde geçerli olan dar ekonomik bir kavram olduğu anlamına gelmez. Aksine, Marx’a göre emek insan varoluşunun her yönü için temel önemdedir. Marx insanın hayvanlardan emek yoluyla ayrıldığını ve insan olduğunu ifade eder. Ayrıca, insanlar çevrelerini ve kendilerini emek aracılığıyla biçimlendirir. Emek tarihin ve toplumun temelidir.

İnsan hayvanlardan, sahip olduğu bilinç, dinsel inanç ve benzeri şeylerle ayrıştırılabilir. İnsanlar geçim araçlarını üretmeye başladığı andan itibaren kendilerini hemen hayvanlardan ayrıştırmaya başlamıştır. Bunun koşullarını insanın sahip olduğu fiziksel özellikler yaratır. Geçim araçlarını üretirken insan dolaylı olarak gerçek maddî hayatı da üretmiş olur… Bu üretim biçimi basitçe bireylerin fiziksel varlığının üretimi olarak düşünülmemelidir. Daha ziyade bireylerin belirli bir eylem biçimi olarak görülmelidir. Bu belirli eylem biçimi bireylerin hayatlarının, yani belirli bir hayat biçiminin onlar bakımından ifadesini oluşturur. Bireyler hayatlarını ifade ettikçe, kendileri olurlar. Dolayısıyla, oldukları şey üretim faaliyeti ile çakışır. Hem ne ürettikleri hem nasıl ürettikleri insanların ne olduğu ile örtüşür.

Emek bu temel işleve sahip olduğu için emeğin yabancılaşması insanın toplumsal ilişkilerinin bütünlüğünü bozar. Marx bunun sonuçlarını inceler:

Yabancılaşmış emek: (1) insanı doğaya yabancılaştırır ve (2) insanı kendine, kendi aktif işlevine, kendi hayat eylemliliğine yabancılaştırır, böylece de insanı kendi türüne yabancılaştırır… (3) Yabancılaşmış emek insanı kendi vücuduna, doğaya, zihinsel hayatına ve kendi insanî hayatına yabancılaştırır. (4) Emeğinin ürününe, kendi yaşam faaliyetine ve kendi türsel hayatına yabancılaşmasının doğrudan sonucu, insanın diğer insanlara yabancılaşmasıdır.[ii]

Bu farklı yabancılaşma örnekleri günümüz dünyasında bolca var. Doğaya yabancılaşmamızı sadece iklim değişikliğinde değil aynı zamanda kapitalist sanayinin çevreyi kirletip imha etmesinde de görebiliriz. Bedenlerimize yabancılaşmamız kronik obezite ve anoreksi rahatsızlıklarında açık bir biçimde görülebilir. Medyanın sürekli bombardıman yaptığı metalaşmış cinsellik biçimleri de keza bedenimize yabancılaşmamızın örneği. Diğer insanlara yabancılaşmamızı ise yaygın ırkçılıkta ve yabancı düşmanlığında görebiliriz. Bu tutumların egemenler tarafından teşvik edildiği söylenebilir ama ancak yabancılaşma sayesinde işçi sınıfının çeşitli kesimleri tarafından kabul görür ve içselleştirilir.

Marx yabancılaşmayı sınıf sorunuyla ilişkilendirir. “Eğer emeğin ürünü işçiye ait değilse… bunun sebebi ürünün işçi dışında başka bir insana ait olmasındadır”. Bu “başka adam” “çalışmayan ve üretim sürecinin dışında olan” kapitalistten başkası değildir.

Kapitalist ve işçi, Marx’a göre, yabancılaşma madalyonunun iki tarafıdır, ama arada ciddi bir fark vardır:

Mülk sahibi sınıf ve işçi sınıfı günümüzde aynı kendine-yabancılaşmadan muzdariptir. Ama bunların ilki yabancılaşmada kendinin onayını, kendi çıkarını ve kendi gücünü görür. Bu yabancılaşma kapitalist için insanî varoluşunun bir suretine sahiptir. İşçi sınıfı ise yaşadığı yabancılaşma içinde yok edildiğini hisseder; kendi güçsüzlüğünü ve insanlık dışı bir varoluşun gerçekliğini görür… Bu antitezin içinde, dolayısıyla, mülk sahipleri tutucu tarafı, proletarya ise yıkıcı tarafı teşkil eder.

Yabancılaşmış emek bu yüzden yabancılaşmış bir toplum yaratır: Kontrolden çıkmış, aşırı zenginlik ve yoksullukla kutuplaşmış, insanların kendi ürettikleri tarafından tehdit edildiği, insanların birbirlerinden bireysel olarak ayrıştığı, sınıf, ulus, ırkçılık, cinsiyetçilik ve dinî nefret tarafından bölündüğü bir dünya. Ekmekten suya, seksten sanata, sağlıktan eğitime her şeyin milyonlarca insanın almaya gücünün yetemeyeceği metalara dönüştüğü bir dünya.

Özetle, yabancılaşma günümüzün dünyasını üretir – eğer insanlık hayatta kalacak ve insan hayatları özgürleşecekse değiştirilmesi zorunlu olan bu dünyayı.

Yabancılaşmış emek dünyayı anlama yeteneğimizi temelden etkiler, çünkü üretenlerin üzerinde ürettikleri nesnelerin hakimiyet kurması dünyayı başaşağı görmemize yol açar. Ürünlerin insandan önce geldiğini ve insanı metaların yarattığını düşünürüz. Metalar sihirli güçlere sahipmiş ve kendi ruhları varmış gibi düşünürüz. Marx’ın yabancılaşma eleştirisi Kapital’deki meta fetişizmi analizinin temelini oluşturur:

Meta bu yüzden gizemli bir şeydir, çünkü insanlar metaya baktığında kendi emeklerinin toplumsal karakterini ürünün üzerine mühürlenmiş nesnel bir özellik gibi görürler; böylece üretenlerin, ürettikleri nesnelerin toplamıyla kurduğu ilişki toplumsal bir ilişki halini alır; ama bu ilişki onlara üretenler arasında bir ilişki olarak değil nesneler arasında bir ilişki olarak görünür.

Yüzeysel olarak bakıldığında metaların değerleri, yani birbirleriyle değişim oranları, sahip oldukları içsel özellikler tarafından belirleniyormuş gibi görünür (çeliğin gücü, altının çekiciliği,John MorrisJohn Morris elmasın parlaklığı). Oysa Marx’ın gösterdiği gibi, metaların değeri üretilmeleri için gerekli emek zamanıyla miktarıyla belirlenir.

Marx’ın yabancılaşma teorisi kapitalist üretimin bilimsel analizinin ve eleştirisinin vazgeçilmez yapı taşlarından birini oluşturur.

John Morris

Çeviren: Canan Şahin -   KARL MARX VE YABANCILAŞMA pdf



23 Kasım 2025 Pazar

Birkaç adımda evcil hayvanlara ilkyardım

İnsanların olduğu kadar hayvanların da hayatını kurtarmak için önemli bir müdahale şekli ilkyardım. Kedinizi böcek sokarsa, sıcak çarparsa, köpeğiniz zehirlenir veya yaralanırsa ilk müdahaleyi nasıl yapacağınızı biliyor musunuz? Veteriner hekimler Haluk Çepoğlu ve Volkan Alaşlı evcil hayvanlarımıza nasıl ilkyardım yapacağımızı anlattı.

Acil müdahale çantası olsun

* Patili dostlarımız Ilkyardım gerektiren durumlarla tek başlarına mücadele edemez. Bu nedenle onlar için evde acil müdahale çantasının olmasında fayda var. Çantada da termometre, steril gazlı bez, sargı bezi, steril yara bandı ve steril eldiven, havlu, el feneri, yapışkanlı rulo bant, enjektör, antiseptik solüsyon, yakalık, göz yıkama solüsyonu, turnike, havlu ve tırnak makası bulunmalı.

* İlkyardım sırasında temel kural sakin ve soğukkanlı olmak. Diğer husus, müdahale edeceğimiz hayvanlardan gerektiğinde korunmak. Hasta veya yaralı hayvana dikkatli ve yavaş yaklaşın. O sizin aslında agresif olmayan sevimli hayvanınız bile olsa acıdan veya korkudan saldırabilir. Isırılmak yapılacak olan ilkyardımı da engeller.

Böcek sokarsa...
* En sık karşılaşılan arı sokması. En önemli belirti ani bir çığlık ve sağa sola koşturma.
Isırılan bölgede kısa sürede bir şişkinlik olur, kaşıntı ve kızarıklık da gözlenebilir. Bir pamuğa biraz amonyak damlatıp ısırılan bölgeye uygulanırsa şişkinlik kısa sürede azalır. Ardından soğuk kompres uygulayın. Vakit kaybetmeden de veteriner hekime gidin. En önemlisi boğaz ve burun bölgesindeki arı sokmalarıdır. Bu bölgede oluşacak şişlik solunuma engel olabileceğinden çok hızlı müdahale gerekir.

Soğukta kalırsa...
* Ani ısı değişimleri şoka neden olabilir. Ilık bir ortama alıp vücut ısısının yavaş yavaş artmasını sağlayın. Masaj yapmak da faydalıdır.

Topallıyorsa...
* Kırık, çıkık, topallama durumunda mutlaka hareketini kısıtlayın. Veteriner hekime gidene kadar bölgeye aralıklı olarak buz kompresi uygulayın. Omurga kırıklarında asla hareket ettirilmemeli, özellikle baş ve boyun bölgesi sabit olmalı.

Şoka girerse...
* Şiddetli travma, kanama veya ani kan kaybı, kalp yetmezliği, dolaşımın azalması gibi nedenlerle şoka girebilir. Kan basıncında yaşamı tehdit eden bir düşüş, şokun tehlikeli bir parçasıdır. Bu gibi durumlarda patili dostumuzda bilinç kaybı yaşanabilir. Solunum yolunun açık olup olmadığını kontrol edip sağa ya da sola yatırın ve dilini dışarıya çıkarın. Bu esnada patili dostumuzun sizi ısırma olasılığını da unutmayın.

Gözünden yaralanırsa...
* Tırnak travmaları, yabancı cisim kaçma gibi durumlarda gözünü kaşımak ister. Mutlaka bir yakalık takmak gerekir. Bu sebeple her patili dostumuzun evinde bir yakalık bulunması önemlidir.

Suni solunum yapabilirsiniz:

Boğulursa...
* Ağzına bakın. Bir nesne görürseniz, pens veya cımbızla nazikçe çıkarmaya çalışın, ancak daha fazla itmemeye dikkat edin. Ulaşılması kolay değilse zaman harcamayın, veterinere götürün.

Sıcak çarparsa...
* Sıcak günlerde evcil hayvanınızı asla arabada bırakmayın. Bir arabanın içindeki sıcaklık, daha ılık günlerde bile çok hızlı şekilde tehlikeli seviyelere yükselebilir. Evcil Hayvanlar çok kolay sıcak çarpmasına yenik düşebilir. Hemen bir veterinere götüremiyorsanız onu doğrudan güneş ışığı almayan bir yere taşıyın. Boynuna ve başına ıslak bir havlu koyun.
Karın bölgesi ve arka bacaklarının arasını suyla yıkayın. Vücut ısısını emdiği için suyu tüylerinden sıyırıp uzaklaştırın.

Nefes almıyorsa...
* Evcil hayvanınızın bilincinin kapalı olup olmadığını kontrol edin. Dilini nazikçe çekerek hava yolunu açın. Bir cisim olup olmadığını görmek için hayvanın boğazını kontrol edin. Ağzını kapatarak (elinizle tutun) ve göğsünün genişlediğini görene kadar ağzınızla doğrudan burnuna nefes vererek suni solunum yapın. Göğüs genişlediğinde, her 4 veya 5 saniyede bir suni solunuma devam edin.

Kalp atışı yoksa...
* Suni solunuma başlayana kadar göğüs kompresyonlarına başlamayın. Evcil hayvanınızı sert bir yüzey üzerinde sağ tarafına yavaşça yatırın. Kalp, göğsün alt yarısında, sol tarafta, sol ön bacağın dirseğinin hemen arkasındadır. Destek için bir elinizi evcil hayvanın göğsünün altına ve diğer elinizi kalbin üzerine koyun.
* Orta boy köpekler için kalbe hafifçe bastırın; daha büyük hayvanlar için daha sert, küçük hayvanlar için daha az kuvvet kullanın. * Kediler ve diğer küçük evcil hayvanlara masaj yapmak için yan yatırın, başparmağınız göğsün (size göre) sol tarafında ve diğer dört parmak sağda olacak şekilde elinizi hayvana sarın. Avcunuzda sıkıştırarak başparmak ve parmaklarla göğse baskı yapın. Büyük hayvanlar için dakikada 80-120 kez, küçükler için dakikada 100-150 kez bastırın.
* Suni solunumu ve kalp masajını aynı anda yapmayın. En az iki kişi olmalı. Böylece bir kişi 4-5 saniye göğüs kompresyonu gerçekleştirir ve diğer kişi suni solunum verir.
* Bir kalp atışı duyana ve evcil hayvanınız düzenli olarak nefes alıp verene kadar veya veteriner kliniğine ulaşıp reanimasyon girişimlerini devralana kadar masaja devam edin.

Pınar TAHİRLER / ptahirler@hurriyet.com.tr



4 Kasım 2025 Salı

Anti Dühring


Engels'in ölümsüz yapıtı olmasaydı, bugün Dühring adını dünyada kaç kişi bilecekti acaba?

Çürütülmüş teorik temeli ve yapıtlarıyla birlikte, Alman sosyalist hareketin bir döneminin bu "yıldızı parlak" kişiliği; şimdi Marksizm karşısında aldığı tarihsel yenilgi ile belleklerimizde yaşıyor.

Anti-Dühring'in önemini anlayabilmek için, yazıldığı siyasal koşulları iyi bilmek gerekiyor.

Bilindiği gibi, Almanya'da devrimci hareketin başlangıç noktası 1848 Devrimidir. Mutlakiyet rejimine son vermek için ayağa kalkan kitleler, burjuvazinin ihaneti ile yenilmişlerdi. Ve artık bundan böyle işçilere karşı varolan cephenin bir kutbunda salt feodalite değil; işçi sınıfına karşı her türden gericilikle birleşmiş olan burjuvazi de açıkça yerini almıştı.

1848 Devriminde işçiler; tıpkı aynı yılın Haziran'ında barikatlarda yiğitçe çarpışıp yenilen Fransız sınıf kardeşleri gibi coşku, kendiliğindencilik ve teorik perspektif yoksunluğu ile yerlerini almışlardı. Kaderleri de, bu yüzden aynı oldu. Komünist Manifesto'nun henüz yeni yayınlanmış olması (Şubat 1848) ve Komünistler Birliği'nin henüz bir kesim üzerinde etkili olması; devrimde proletaryanın kendi bağımsız bayrağını yükseltmesini engellemişti. Alman proletaryasının, henüz, gerçek bir sanayi proletaryası olarak gelişmemişliği, köylü-esnaf konumu da, bu sonuçta önemli bir yer tutuyordu.

1850-1870 yılları arası, Almanya'nın tarımsal bir ülkeden, dünyanın en gelişmiş sanayi ülkelerinden biri durumuna dönüştüğü yıllardır. Bu sınai gelişme, bağrında her türlü baskı ve zorbalığı geliştirerek gerçekleşmiştir. Toplumda proleterleşme süreci yoğunlaşırken; işgünü uzar, ücretler düşer, kadın ve çocuk emeğinin sömürülmesi korkunç boyutlara varır. Buna karşılık sendikalar ve her türden mesleki örgütlenme yasaktır. Prusya mutlakiyetçiliği, 1852 yargılamaları ile Almanya'da komünist örgütlenmeye etkisini yıllarca sürdürecek bir darbe vurmuştur.

23 Mayıs 1863'te Leipzig'de toplanan Alman Emekçileri Genel Birliği, Alman işçi hareketinde bir dönüm noktasıdır. Lassalle önderliğinde kurulan bu parti, sınıfın önüne iki temel hedef koyuyordu: Birincisi tek dereceli ve gizli oyla seçilmiş bir parlamentonun kurulması (ki bu talep, burjuva demokrasisinin sınırlarından taşmayan bir taleptir); ikinci olarak devlet yardımı ile üretim kooperatiflerinin örgütlenmesiydi. Bu talep, açıkça, devleti sınıflar üstü gören oportünist bir görüşü yansıtıyordu. Ayrıca, Parti'de kendisini olağanüstü yetkilerle donatmış olan Lassalle, sınıfın sorunlarını, kendisinin Bismarck ile görüşerek çözeceğini söylüyor, sınıfı kendi örgütlediği yönetici komitenin emrindeki bir sürü gibi düşünüyordu.

Doğaldır ki, işçiler bu partiye sıcak bakmadılar ve Parti süreç içinde büyük üye kaybına uğradı. İşçiler, Lassalle'cı partide değil, kendi oluşturdukları sendika ve derneklerde örgütlendiler.

İşçilerin iteklemesi ve sürece müdahale gereksiniminin artması ile Bebel ve Liebknecht gibi önderler 7-8 Ağustos 1869'da gerçekleştirilen Eisenach Kongresi ile gerçek bir işçi sınıfı partisi yolunda ilk adımı attılar. Lassalle'cı etkilenmelerine karşın, parti programı, Enternasyonal Tüzüğü'nden esinlenerek hazırlanmıştı ve Marx'la Engels bu partinin kuruluşunu olumladılar.

Gitgide gerileyen Lassalle'cı akım, yok oluşunu önleyebilmek için Parti'ye birlik çağrısı yaptılar ve bu temelde 1875 Mayıs'ında Gotha Kongresi toplandı.

Kongre, umulanın aksine, kabul ettiği teorik platformuyla Lassalle'cı görüşün egemenlik kazandığı bir organa dönüştü. Pratiğin cesur savaşçıları ve önderleri, teorik gerilikleri ile Lassalle'cı oportünizme teslim oldular.

Komünistlerin teorik geriliği, her zaman için oportünistlerin eline güçlü bir silah vermiştir. Bu kez de öyle olmuştu. Marx ve Engels, Gotha Programını şiddetle eleştirirler.  Paris Komünü'nün dersleri ışığında proletarya diktatörlüğü ve kapitalizmden komünizme geçiş konularındaki düşüncelerini sistemli bir şekilde ortaya koyarlar.

Teorik ve felsefi yetkinliğin önemi, hemen ardından bir kez daha bütün çıplaklığı ile kendini ortaya koyar. 1876 sonrasında ortaya Eugen Dühring çıkar. Bebel, Liebknecht dahil, birçok önemli önderi peşine takabilecek "yepyeni" ve "bilimsel" (!) teorileri ile sahnede yerini alır.

Bay Dühring, 1865'ten beri Berlin Üniversitesi'nde Privat-Dozent'tir. (Alman Üniversitelerinde kürsü sahibi olmayan öğretim görevlilerine verilen ad.) Başlangıçta burjuva pozitivist formasyonda ve Bismarck'la içli dışlı olan Dühring, beklentileri ve profesör olma umudu gerçekleşmeyince, birden düzenden kopar (!) ve sosyalist olduğunu açıklar. Paris Komünü'ne sahip çıkar. Derslerinde devrimci şairlerin şiirlerini okumaya başlar. Coşkulu ve karizmatik yapısı, kısa zamanda genç aydın çevrelerde olduğu gibi, sosyalist işçi çevrelerinde de etkisini gösterir. "En köktenci bilim adına konuşan" bu "devrimci radikal" kişilik, döneminin önderleri üzerinde hızlı bir çekim merkezi oluşturur. Hegel diyalektiğinin eleştirisi ile başlayan ve ustaca gizlenen oportünist görüşleri, Marx'a sahip çıkar gibi görünür. Marksizmi revize eden ve çarpıtan bir dizi görüşlerin peşpeşe sıralanmasıyla sürer. Dönemin en ünlü işçi sınıfı önderleri olan Bernstein, Most, Fritsche, Bebel ve Liebknecht, onun yapıtlarını "Marx'ın Kapital'inden sonra, yaşadığımız çağın iktisat alanında ürettiği en iyi şeyler arasında" sayarlar. Liebknecht'in yönettiği Parti'nin resm” yayın organı Volksstaat'ın sayfaları, onun gerici ve idealist sosyalizm anlayışının propaganda aygıtına dönüşür.

Marx ve Engels'in uyarılarına rağmen, Parti önderliği, onun görüşlerinin anti-diyalektik ve oportünist özünü kavrayamazlar. "Sol saflarda" bir Dühring hayranlığı bünyeyi sarmalamaktadır.

Dühring'in 1875'e kadar Marx'a sahip çıkar havasında tezgahladığı oportünist görüşleri, 2 Mart 1875'te Volksstaat'ta yayınlanan, Ekonomi Politik ve Sosyalizmin Eleştirel Tarihi adlı yapıtından, Paris Komünü ile ilgili olan kısmında çarpıtarak açıkça Marx'a saldırması ile yeni bir aşamaya girdi. Başta Liebknecht, Marksizme bağlı kesimler, artık yavaş yavaş Engels'in eleştirilerinin haklılığını kavramaya başlamışlar; Dühring'in defterini dürmesi için Engels'e sık sık yazar olmuşlardı.

1876 başında, Dühring'in zararlı etkilerini anlatan birçok mektup Engels'in eline geçince, Engels, sonunda bu "ekşi elma"yı ısırmaya karar verdi. Anti-Dühring'in yazılması iki yıldan fazla bir zaman aldı. Yapıt 1878 Ocak'ından Temmuz'una değin parti yayınında bölüm bölüm yayınlandı. Daha yayınlanmaya başlar başlamaz Dühring'in prestiji sarsılmaya başlamıştı. Böylece, teorinin ve sağlam bir teorik temelin önemi bir kez daha ortaya çıkıyor: Anti-Dühring, partiyi üstün bir teorik bağla yeniden doğru rotasına yöneltiyor, kadroları birbirine bağlıyordu.

Dühring, Carey'i övmek için "Carey, Ekonomi Politik ve Toplumsal Bilimleri Altüst Ediyor" adlı bir yazı kaleme almıştı. Engels, hem buna nazire olsun diye, hem de Dühring'le inceden alay etmek için yapıtına: Bay Eugen Dühring Bilimi Altüst Ediyor adını veriyordu. Ancak bu kez "altüst" etmek "canına okumak" anlamında bir olumsuzlamadır.

Dühring'in metafizik özünü açığa çıkaran bu yapıt, aynı zamanda bilimsel sosyalizmin ilk kapsamlı derlemesi niteliğindedir. Bu yüzden Dühring'e verilen yanıtların çok üzerinde bir teorik ve felsefi niteliğe sahiptir. Lenin, Anti-Dühring'in "felsefe, doğa ve toplum bilimleri alanındaki çok önemli sorunları çözümlediği"ni yazarken, bu noktaya parmak basmaktadır.

Marx, yapıtı konusunda Engels'e elinden gelen yardımı yapar. "Ekonomi Politik" başlıklı ikinci kısmın yazımı esas olarak Marx'ın kaleminden çıkmıştır.

Almanya'nın o günkü teorik ve felsefi düzey düşüklüğünde, Engels'in yapıtına birinci bölüm olarak "Felsefe"yi seçmiş olması ilginç ve düşündürücüdür. Bunu bilerek yapmıştır ve okuyucusunu en zor alandan kavrayarak kendi düzeyine yükseltmek ister. Evren, doğa, düşünce, bilinç ve sınıflar mücadelesi alanlarına materyalist bir ayna tutarak bir yandan felsefenin idealist kabuğunu kırar, onu, diyalektik materyalizmin bir bileşeni olan kendi olması gereken yerine oturtur; diğer yandan da mekanik materyalizmin ve pozitivizmin idealist özünü ortaya çıkarır ve yargılar. Toplumsal gelişme ile düşünsel gelişmenin diyalektik bağını çürütülemez bir şekilde ortaya serer. Dühring ve yandaşlarının kibirli teorileri, Engels'in açık ve anlaşılır anlatım tarzı ile tuzla buz olur.

Evren Şeması, Doğa Felsefesi / Uzay ve Zaman, Organik Dünya, Ahlak ve Hukuk / Ölümsüz Doğruluklar, Ahlak ve Hukuk / Eşitlik, Ahlak ve Hukuk / Özgürlük ve Zorunluluk, Diyalektik / Nicelik ve Nitelik, Diyalektik / Yadsımanın Yadsınması başlıklı "Felsefe" konulu birinci bölümde materyalist felsefenin mükemmel bir anlatımı vardır. Özellikle "Özgürlük ve Zorunluluk" üzerine ortaya koydukları ile bugün de her türden liberal özgürlük anlayışlarının karşısında önemli bir barikat durumundadır.

İkinci kısım, "Ekonomi Politik" başlığını taşır. Konu ve Yöntem, Zor Teorisi I, Zor Teorisi II, Zor Teorisi III, Değer Teorisi, Yalın Emek ve Bileşik Emek, Sermaye ve Artı-Değer I, Sermaye ve Artı-Değer II, Doğal İktisat Yasaları / Toprak Rantı, Eleştirel Tarih Üzerine bölümlerinden oluşur. Kapital'in temel ekseninde Dühring'le tartışan Engels; bir bütün olarak insanlığın sınıf mücadelelerinin tarihine de ışık tutar. Burjuva demokratik devrimlerinin gelişimi, mülkiyet ve paylaşım ilişkilerine değinerek toplumun zorunlu dönüşüm yasalarını işler. Dühring ve Dühringvari küçük burjuva teorisyenlerin aslında kapitalizmin özüne değil, "kötü yönlerine" düşman olduklarını belgeleriyle ortaya koyar.

Üçüncü kısım olan "Sosyalizm"de Tarihsel Bilgiler, Teorik Bilgiler, Üretim, Bölüşüm, Devlet-Aile-Eğitim bölümleri vardır. Bu bölümlerde Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri ile başlayan teorik önermelerin, 1848-1850 devrimleri ve 1871 Paris Komünü ışığında daha da derinleştirilmiş bir derlemesini görüyoruz. Bu bölümde de yine Dühring'in "karşı olduğu" kapitalizmi nasıl kutsadığını görürüz.

Son bölüm olan "Anti-Dühring İçin Elyazmaları" kısmı ise, Dühring'in çeşitli yapıtlarından alıntılar ve bu konularda Engels'in tuttuğu notlardan oluşur. Ciddi bir araştırma çalışması için örnek bir kısımdır.

Anti-Dühring günümüzde iki açıdan önemini koruyor: Birinci olarak, sosyalizmin tarihi boyunca yazılmış ilk ve günümüzde de önemini koruyan en yetkin felsefi ve teorik yapıtlardan biri olması ile.

İkinci olarak da Dühring örneğinde gördüğümüz gibi, sağlam bir Marksist birikimin olmadığı koşullarda, oportünizmin kaçınılmaz gelişiminin engellenemeyeceği; salt yürekli ve inançlı olmanın doğru bir siyasal hatta yeralmaya yetmeyeceği gerçeği ile.

Ülkemiz tarihinin Dühringleri az mı sizce?

Özgürlük Dünyası, Nisan 1996, No: 54.

Anti Dühring.pdf