Translate

2 Ağustos 2019 Cuma

Depresyon, Kaygıdan Kaçış: “Kendini Sorgulamamak”

Gazetelerin yayın politikalarında magazin haberlerin önemli bir ağırlığının olduğu aşikâr. Bu ilgi çekici haberler daha ziyade gündelik hayata ilişkindir. Kişinin etkisinin hayli düşük olduğu, sadece tanıklık edebildiği büyük diplomatik, politik ya da iktisadi haberlerden farklı olarak “sıradan insanı” ilgilendiren sudan haberlerdir bunlar: yapılan bilimsel araştırmalara göre diş etlerinizi korumak için kahve ile sigara tüketmeyin, aşk acınızı hafifletmek için doğa gezilerine çıkın, stresle baş etmek ve güne zinde başlamak için sabahları limon kabuğu kemirin, tırnaklarınızı keserken televizyon izlemeyin... 
Bu ilk bakışta “zararsızmış” gibi görünen sevecen haberlerin “dili” dışlayıcı değil, kuşatıcıdır; ayrım gözetmeksizin “herkesi” yörüngesine alır. Muhatabıyla senli benli konuşan bu dil bir tür yaşam koçluğu, kişisel gelişim taktikleri içerir. Kişinin şu ya da bu sebeple ilgilenemediği, yeteri kadar düşünemediği şeyleri, başkaları onun adına düşünüyor, üstelik ona kimi işlevsel reçeteler de sunuyordur. Ama külyutmaz sıradan insan kolay kolay “ikna” olmaz, haberler ikna problemini çoğun “uzman” görüşlerine başvurarak çözer. Kişiyi kişiden daha çok düşünen, yönlendiren, telkinlerde bulanan ses genellikle bir uzmanın sesidir. “Konuşan” fail her durumda bilgi ile donatılmış bir uzmandır, böyle olunca da akan sular durur...

***

İnternet yayıncılığı yapan Gazete Duvar’da yer alan, benzerlerine başka mecralarda da sıkça rastlanan, ağır ve yüklü politik haberlerin kıyısında geçen bir haberin ünlemli başlığı: “Tatil sonrası depresyonu önleyin!” Başlıktan da anlaşılacağı üzere, hedef kitlesi olarak öncelikle “çalışanları” ama çalışanlar arasında da tatile çıkma imkânı olanları (prekaryayı?) ilgilendiren bir haber bu. Önlem alınması gereken esasında bir değil, “iki” depresyon vardır ama “tatil sonrası depresyon” ifadesi “tatil öncesi depresyonu”, yani çalışma sürecinde vuku bulan türlü bunalımları hasıraltı eder, önemsizleştirir. Tatil öncesi depresyonun katlanarak büyümemesi için “dönüş”te zuhur edecek olası bir depresyonu önlemek çok daha elzemdir. Müşfik, halden anlar, konuşur gibi ilerleyen bir dille açılır haber:

“Bütün bir yıl çalıştınız, hem fiziksel hem zihinsel hem de ruhsal açıdan iyice yoruldunuz. Kiminiz ailece, kiminiz arkadaşlarıyla, kiminiz de tek başına çıkacak tatile. Hedef, iyice dinlenmek, sıkıntılardan, dertlerden, en başta da işyerindeki sorumluluklardan, yoğun tempodan uzaklaşmak. ‘Tatil iyi geçmez mi’ dediğinizi duyar gibiyiz, elbette ‘zihniniz iyi geçmesine hazır olunca iyi geçer şüphesiz’ ama ya dönüşü! Tatilin huzurunu, dinginliğini, o iş hayatından uzaklığını hissederek bir yandan da nasıl bir strateji uygulamalı?”[1]
Bozuk bir dil ama önemli değil, meram gayet anlaşılır: “bütün bir yıl” çalışılmıştır, çalışan özne bu zaman zarfında fiziksel, zihinsel ve ruhsal açıdan yorulmuştur. Tatilin “görünür” amacı dinlenmek, dertlerden ve sorumluluklardan kısa bir süreliğine de olsa uzaklaşmak, yorgunluktan kurtulmak; tatil öncesinde iyice yıpranmış bedeni ve ruhu toparlamak, daha enerjik bir biçimde “işin başına” dönmektir. Dipteki amaçsa aslında çalışan kişinin tatil yapması değil, daha üretken bir şekilde işe koşulmasıdır. Tatille kesintiye uğramış çalışma hayatına dönüşte daha “performanslı” olmak için, tatilin tıpkı çalışma hayatında olduğu gibi bazı “stratejilere” yaslanması gerekir, aksi takdirde tatilin bir anlamı kalmayacaktır. Okurunun sesini duyan haber, yüksek kalitede bir tatil için fedakârca kafa yorar: “nasıl bir strateji uygulamalı?”

Söz konusu sempatik haber “uzman” görüşlerini eksene alarak, bazı kilit stratejiler paylaşır müstakbel tatilci okurlarıyla. “Acıbadem Fulya Hastanesi’nden uzman psikolog” Nuray Sarp, 9 maddelik bir strateji paketi sunarak, tatilcilerin tatillerini beklenilen bir “verim”le geçirmeleri için söz alır. Bu stratejiler özetle şunlardır: Tatile çıkacak kişi tatil sırasında işyerinden “sorumluluk” almamalıdır zira oraya çalışmaya değil, dinlenmeye gidiyordur; kişi tatilde çalışma koşullarıyla alakalı “geçmiş” sıkıntıları değil, daha ziyade geleceği ve “hedefleri” düşünmeli, muhtemel yükselme hayalleri kurmalıdır; tatilci insan çalışmadığı için asla “yatak keyfini uzatmamalıdır”, uyku her zamanki uyanma saatini sadece bir iki saat geçmelidir; “bol bol su tüketilmeli”, alkole karşı kesinlikle ölçüsüz davranılmamalıdır zira “fazla tüketilecek alkol altyapıdaki sorunları, bekleyen depresyon eğilimlerini” kışkırtabilir; elbette beslenmeye, özellikle “şekerli ve karbonhidratlı yiyeceklere” dikkat edilmelidir zira tatilde alınacak “fazla kilolar depresyona” davetiye çıkarabilir; dünyadan kopmamak için tatilde “gazete” ve sair kaynakların takibi de yapılmalıdır zira dönüşteki olası “uyumsuzluk” ancak dünyadan haberdar olmayla aşılabilir...

***

Depresyonun kısacık bir tatilde bile nereden ve nasıl geleceği belli değildir, fazladan bir kadeh rakı “altyapıdaki sorunları, depresyon eğilimleri”nden birini tetikleyebilir, bu nedenle, orta boka filizlenecek depresyonu adeta şeytan kovar gibi defetmek için uyanık olmak gerek. 9 maddelik strateji ve verimlilik paketinin en ilginç ve müthiş maddesi “ Arkadaşlarınızla Telefonu Kesmeyin” başlıklı 5. madde. Dildeki şefkatli ton, bu maddede yerini hafifçe azarlayan, “bak akıllı olun yoksa” diye seslenen bir tona bırakır, maddenin tamamı:

“Tatile çıktım diye işyerindeki arkadaşlarınızla iletişimi kesmeyin, sosyal ilişkileri koparmayın. Tatilde arkadaşlık ilişkilerinden uzaklaşmak ‘hayat çemberi’ diye ifade edilen çemberin dışına çıkmak, kişinin kendini sorgulamasına neden olabilir. ‘Acaba ben bu hayatta ne yapıyorum’ diye düşüncelere kapılan kişide anksiyete [kaygı] belirebilir.”

Son derece teknik ama belli ki vaka malzemeleriyle oluşturulmuş “hayat çemberi” tabiri enfes; kapitalizm tarafından sinsice kuşatılmayı, amansızca hapsedilmeyi açıkça dile getirdiği için. Bu tabire göre, kişinin “toplumsal ilişkileri” ve “iletişim” kanalları bütünüyle iş yerindeki arkadaşlarından ibarettir: Adamın ya da kadının hayatı iştir. İş dünyası dışında herhangi bir arkadaşlık yahut başka bir toplumsal bağ söz konusu değildir, olamaz da. Tatil esnasında bu kutsal çemberin dışına asla çıkılmamalı, “telefon” bağlantılarıyla çemberin içinde olunmalıdır. Telefonla iletişim aksıya alınırsa kişi “hayat çemberi”nin dışına taşacak, yapmaması gereken bir şeyi yapacak ve kendini sorgulayacaktır: “Acaba ben bu hayatta ne yapıyorum?”

Depresyon dinamitinin fitilini ateşleme potansiyeli yüksek, insanın asla ama asla kendine sormaması icap eden; alkolden, fazla uykudan, karbonhidrattan daha tehlikeli bir soru bu... Hem tatil faslında, aslında hayatın tüm fasıllarında, durup dururken kendini sorgulamanın ne âlemi vardır. Çemberin dışına çıkmak mantıksızlıktır. Ucu günümüz kapitalist toplumunun muhakemesine, bu muhakemede öznenin kendi konumunun da fotoğrafını çekmesine varacak şekilde dünyayı sorgulamak: ilişkileri mukayese etmek, olan bitenler hakkında akıl yürütmek, ilişkilerin iç bağlantılarını düşünmek, sömürülme mekaniğini tartışmaya çalışmak... Gereksiz olmanın yanı sıra kaygı yaratacak bir süreçtir bu... Bu sancılı sorgulama sürecinden kaçışın tılsımlı kurtarıcı aracı ise “telefon”dur! İşyerinden birilerine telefon açılır, eften püften birkaç cümle sarf edilir ve bu zararlı soru daha doğmadan oracıkta boğulur. Harika!

Kişiyi “hayat çemberi”nin dışına çıkaran, olmadık kaygılara gark eden, depresyondan depresyona iten “acaba ben bu hayatta ne yapıyorum” gibi sorular, her ne şekilde olursa olsun geçiştirilmelidir. Psikoloji değil, öncelikle kapitalizm bu sorulardan hoşlanmaz. Ama sorunun kendisinden ötürü değil, verimliliği düşüreceği (kapitalizm sömürü düzeneği içinde tuttuğu bir zihnin kapitalizmden başka bir şeye odaklamasını istemez), hatta kaygılar eşliğinde de olsa olası bir muhalif damarı seğirtebileceği içindir bu haz etmeme hali...

Gerçeği tam olarak söylemese bile, Lacan’a göre “kaygı yalan söylemez.” Tatil dönüşü ya da çalışma döneminde, depresyona karşı önlem alması gereken prekaryanın (çalışan kesimin) kendi kaygıları üzerine hiçbir surette düşünmemesi, bu kaygıları oluşturan siyasi içerikleri, iktisadi dinamikleri kavramaması, yangından kaçar gibi depresyon hayaletlerinden kaçması, kaygıların üzerini örtmesi, zihinsel bir erozyon yaşaması, bu erozyonun devamlılığı için de kapitalizmin dümen suyunda yıkanmış bir örgütlü psikoloji, tüketim ve pedagoji sektörünün seferber edilmesi: yalanın sürgit kılınması değil midir bunlar?

***

Son olarak, bahis “acaba ben bu hayatta ne yapıyorum?” gibi varoluşçu bir soruya uzanmışken: keşke birileri vakti zamanında Albert Camus, Samuel Beckett gibi depresif insanları, ellerine birer akıllı cep telefonu tutuşturup da tatile yollasaymış, mümkünse de Güney’e... Bol su içip, dengeli uyuyup, düzenli beslenip “bakir” doğa güzelliklerinin tadını çıkarsalarmış. “Hayat çemberi”nin içinde kalıp şeker mi şeker mesai arkadaşlarıyla konuştukları bir tatil... Fena mı olurdu, az biraz nefes alırdı insanlık...

Derviş Aydın Akkoç - 28 Temmuz 2018

www.birikimdergisi.com/haftalik/9027/depresyon-kaygidan-kacis-kendini-sorgulamamak

28 Temmuz 2019 Pazar

Kapitalizm öldürür...

Günümüzün en büyük felaketi geri dönüşü olmayan noktaya yaklaştığımızdan, kökten insan varlığını değiştirecek olan iklim krizidir.

İklim krizinin sorumlusu söylenildiği gibi hepimiz falan değiliz. Bunu anlamak için bilim insanı olmaya da ihtiyacımız yok. Atmosferdeki en çok bulunan sera gazı karbondioksitin (CO2) miktarına bakmamız yeterli. 5000 yıldır atmosferdeki CO2 seviyesi 270-280ppm’iken (toplam madde miktarının milyonda 1 maddesi) günümüzde küresel kapitalizm ve ihtiyaca dayalı olmayan üretim modeliyle son 100 yılda 415ppm’e ulaştı. Diğer sera gazları için de durum farklı değil. Ulus devlete dayanan sermayelerin uluslararası rekabetine dayanan küresel kapitalizmin yaratığı bu felaketi devletler de şirketler de 30 yıldır hepimizden iyi biliyorlar. Ancak, devletler ve şirketler karbondioksit emisyonlarını durdurmaktan çok uzaklar. İnsanlığı ve tüm canlı yaşamını yok oluşa sürüklemekte devam ediyorlar. Evet hızlanarak diyorum çünkü gittikçe artan miktarlarda karbondioksit salmaya devam ediyorlar. 

20. yüzyılda atmosferdeki CO2 seviyesi 80 ppm artmışken 21. yüzyılın ilk çeyreği dolmadan ve iklim krizi bilindiği halde 45 ppm artmış durumda. Şirketler büyürken, patronlar zenginleşmeye devam ediyor. Dünyanın en zengin 26 milyarderinin serveti, dünya nüfusunun en yoksul yüzde 50'sini oluşturan 3,8 milyar insanın toplam varlığına eşit. En zenginlerin serveti geçtiğimiz yıl %12 artarken yoksullar da %11 daha yoksullaşmış. Yani şirketler kendi çıkarları için bütün canlı yaşamını yok oluşa sürüklüyor. Daha fazla büyümek daha fazla servet sahibi olmayı milyonların yaşamından, türlerin varlığından daha önemli görüyorlar. Kapitalizm için doğa sadece kar için sömürülebilecek bir şeydir ya da sistemin istenmeyen yan ürünleri için bir çöp sepetidir. Kapitalizm insanları, doğayı, canlıları sömürerek varlığını korur.

Küresel ısınma buzulları bir noktada eritir. Önemli ölçüde yükseltilmiş deniz seviyeleriyle şu anda kara olan birçok yer su altında kalabilir. Bangladeş'ten Hollanda'ya birçok ülkeyi yok eder. New York ve Londra gibi büyük dünya şehirlerini tahrip eder. İnsanlar bu felaketin sosyal ve insanlık üzerindeki etkisini hayal bile edemezler. Şimdiden iklim krizi daha tam etkilerini göstermeye başlamamış olmasına rağmen yağış, rüzgâr ve sıcaklık düzenlerini ve bunlarla bağlı olarak okyanus suyu ve ısı sirkülasyon düzenlerini büyük, ani ve öngörülemeyen şekilde değiştiriyor. Bunun sonucunda sayıları ve şiddetleri gittikçe artan fırtınalar ve seller oluşuyor, daha fazla bölgede ve daha uzun kuraklıklar görülüyor, tarım alanları ve su kaynakları yok oluyor. Daha iklim krizinin öncü etkileriyle bile milyonlarca kişi yaşam alanlarını terk edip iklim mültecisi durumuna geldi. Binlerce çiftçi kuraklık ve geçim sıkıntısı nedeniyle intihar etti. 2050’yıllında 200 milyon iklim mültecisi olacağı öngörülüyor. Sadece bir zümrenin çıkarları için yok oluyoruz. 

Milyonlarca insan ve canlı türü açısından iklim krizi hayatta kalıp kalmama anlamına geliyor. Oysa son 30 yılda öğrendiğimiz gibi kapitalist sistem iklim krizine son veremiyor, etkilerine karşı insanları ve türleri koruyamıyor. Hem iklim krizini durdurmak hem de var olan eşitsizlik ve adaletsizliği ortadan kaldırmak için ihtiyacımız olan sermayenin, zenginlerin çıkarlarını değil milyonlarca yoksul insanın ve türlerin yaşam hakkını koruyan, savunan antikapitalist bir mücadele ve kâra büyümeye dayalı olmayan ihtiyaç temelli bir üretim modeli. Eşitsizlik ve adaletsizliğe karşı verilen mücadele ile iklim krizine karşı verilen mücadele birbirinden ayrı değildir. İklim krizinin çözümü başka bir dünyanın yaratılmasıyla mümkündür. 

Onur Korkmaz



marksist.org/icerik/Doga/12632/Kapitalizm-oldurur-Kanit,-iklim-krizi