Translate

8 Kasım 2023 Çarşamba

Burası Agora Meyhanesi

1890’da bir Rum olan kaptan Asteri , Balat çarşısında bir Meyhane açar.
Meyhanesine de Rumca “meydan” anlamına gelen “Agora” adını koyar.
Meyhane masa yerine kullanılan dev fıçıları ve ucuz şaraplarıyla kısa zamanda ün yapar.
Ama meyhanenin ününü artıran olay ilgisiz bir biçimde İzmir kaynaklıdır.
Aradan zamanlar geçer...
Tarih 1959’dur.
Onur Şenli adında bir tıp fakültesi öğrencisi Komşu kızına aşık olur ama aşkına karşılık bulamaz.
Aşk acısı ona soluğu birçok zaman, İzmir’in Agora semtinde aldırmaya başlar. Çünkü Agora salaş meyhanelerin mekanıdır.
Bir gün bu salaş meyhanelerden birinde içtikten sonra eve gelir ve bir mektup yazmaya başlar aşkına.
Mektup şöyle başlar:
“Sana bu satırları bir sonbahar gecesinin felç olmuş köşesinden yazıyorum.”
Onur Şenli, mektubun ileriki bölümlerinde fakına varır ki aslında bir mektup değil bir şiir yazmaktadır.
Şiirine de şu adı koyar:
"Gece, Şarap ve Aşk"
Onur, şiiri yayımlatmak için fakültenin dergisine gönderir, şiiri kabul edilir.
Şiir dergide tam basılmak üzereyken,bir gazetenin kültür-sanat editörü tarafından görülür. Editör şiiri yayınlar ama adını değiştirerek.
" Agora Meyhanesi."
Şiir o kadar sevilir ki, dillere pelesenk olur.
Hatıra defterlerinde yer alır, sevgililerin kulaklarına fısıldanır,şarkısı yapılır,
Şarkıyı neredeyse ünlü olup da söylemeyen sanatçı kalmaz.
Şarkıyı dinleyenler İzmir’deki Agora’dan habersiz Balat’ta ki Agora Meyhanesi’ne akın ederler.
Çünkü şarkıdaki Agora Meyhanesi’nin burası olduğunu düşünmektedirler.
Haliyle geceleri burası hınca hınç dolmaya başlar.
Öyle popüler bir mekan olur ki tam 286 Türk Filmi’nin meyhane bölümleri burada çekilir.
Yani ucuz şarapların satıldığı meyhane Türkan Şoray’ları, Fikret Hakan’ları, Ayhan Işık’ları, Cüneyt Arkın’ları ağırlamaya başlar.

Sonraları kaderine terkedilir.
AGORA MEYHANESİ
Sana bu satırları
Bir sonbahar gecesinin
Felç olmuş köşesinden yazıyorum
Beşyüz mumluk ampullerin karanlığında
Saatlerdir boşalan kadehlere
şarkılarını dolduruyorum
Tabağımdaki her zeytin tanesine
Simsiyah bakışlarını koyuyorum
Ve kaldırıp kadehimi
Bu rezilcesine yaşamaların şerefine içiyorum.
Burası agora meyhanesi
Burada yaşar aşkların en madarası
Ve en şahanesi
Burada saçların her teline bir galon içilir
Gözlerin her rengine bir şarkı seçilir
Sen bu sekiz köşeli meyhaneyi bilmezsin
Bu sekiz köşeli meyhane seni bilir
Burası agora meyhanesi
Burası arzularını yitirmiş insanların dünyası?
Şimdi içimde sokak fenerlerinin yalnızlığı
Boşalan ellerimde kahreden bir hafiflik
Bu akşam umutlarımı meze yapıp içiyorsam
Elimde değil
Bu da bir nevi namuslu serserilik
Dışarda hafiften bir yağmur var
Bu gece benim gecem
Kadehlerde alaim-i semaların raksettiği
Gönlümde bütün dertlerin horan teptiği gece bu
Camlara vuran her damlada seni hatırlıyorum
Ve sana susuzluğumu
Birazdan şarkılar susar, kadehler boşalır
Umutlar tükenir, mezeler biter
Biraz sonra bir mavi ay doğar tepelerden
Bu sarhoş şehrin üstüne
Birazdan bu yağmur da diner
Sen bakma benim böyle
Delice efkarlandığıma
Mendilimdeki o kızıl lekeye de boş ver
Yarın gelir çamaşırcı kadın
Her şeyden habersiz onu da yıkar
Sen mesut ol yeter ki ben olmasam ne çıkar?
Dedim ya burası agora meyhanesi
Bir tek iyiliğin tüm kötülüklere meydan okuduğu yer
Burası agora meyhanesi
burası kan tüküren mesut insanların dünyası."

(Kanserle savaşan Dr. Onur Şenli
tedavi gördüğü hastanede vefat eder 2017)
EDEBİYAT DERGİSİ Alıntıdır (Facebook Bülent Altıntoprak)

25 Ekim 2023 Çarşamba

“Dünya enerji görünümü raporu” bize ne söylüyor?

Dünya Enerji Görünümü 2023 Raporu bu ay yayımlandı. Bu rapor, küresel enerji sisteminin her yönüne ilişkin derinlemesine analizler ve stratejik içgörüler sunuyor. Bu yılki rapor, spesifik olarak, jeopolitik gerilimler ve kırılgan enerji piyasaları zemininde ekonomilerdeki ve enerji kullanımındaki yapısal değişimlerin dünyanın artan enerji talebini karşılama şeklini nasıl değiştirdiğini araştırıyor.

“JEOPOLİTİK ORTAM VE KÜRESEL EKONOMİ TEDİRGİN”

Rapora göre, yakın geçmişte yaşanmış olan küresel enerji krizinden kaynaklanan bazı baskılar hafiflemiş olsa da, enerji piyasaları, jeopolitik ortam ve küresel ekonomi tedirgin ve daha fazla enerji kesintisi riski her zaman mevcut. 

Örneğin, petrol gibi fosil yakıt fiyatları 2022’deki zirve noktalarına göre gerilemiş olsa da, piyasalar gergin ve istikrarsız bir değişkenlik içinde. Çünkü Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile başlayan savaş bir yıldan fazla bir süredir devam ediyor ve bu savaşa şimdi de İsrail-Filistin çatışması ile birlikte ortaya çıkan Orta Doğu’da uzun süreli ve yaygın bir savaş riski eşlik ediyor.

Küresel kapitalizmin makroekonomik durumu ise (başta IMF ve OECD raporlarında vurgulandığı gibi),  inatçı enflasyon düzeyleri, bazı ülkelerde yaşanan ekonomik daralma, yüksek faiz oranları, yüksek borçlanma maliyetleri ve yüksek borç seviyeleri nedeniyle iyimser bir görüntü sergilemiyor.

“KÜRESEL YÜZEY SICAKLIĞI 1,2 °C’NİN ÜZERİNDE SEYREDİYOR”

Bugün, küresel ortalama yüzey sıcaklığı, sıcak hava dalgalarına ve diğer aşırı hava olaylarına neden olan sanayi öncesi seviyelerin yaklaşık 1,2 °C üzerinde seyrediyor ve sera gazı emisyonları henüz zirveye ulaşmadı.

Enerji sektörü dünya nüfusunun yüzde 90’ından fazlasının solumak zorunda kaldığı ve yılda 6 milyondan fazla erken ölümle bağlantılı olan kirli havanın da başlıca nedeni olmasına rağmen, elektriğe ve temiz yemek pişirmeye erişimin iyileştirilmesi konusundaki olumlu eğilimler bazı ülkelerde yavaşladı, hatta tersine döndü.

“OLUMLU GELİŞMELER DE MEVCUT”

Raporda, bu olumsuz gelişmelere karşın, olumlu gelişmelerden de söz ediliyor. Örnek olarak, güneş enerjisi ve elektrikle çalışan otomobillerin öncülüğünde yeni bir temiz enerji ekonomisinin ortaya çıkması ileriye dönük umut veriyor. Temiz enerjiye yapılan yatırım 2020’den bu yana yüzde 40 arttı. Karbon emisyonlarını azaltma çabası bunun önemli bir nedeni, ancak tek nedeni değil. 

Olgun- temiz enerji teknolojileri için haklı ekonomik gerekçeler de mevcut. Enerji güvenliği de, özellikle yakıt ithal eden ülkelerde, endüstriyel stratejiler ve temiz enerji işleri yaratma arzusu gibi önemli bir faktör. Ancak tüm temiz enerji teknolojileri başarılı değil ve özellikle rüzgâr enerjisi için bazı tedarik zincirleri baskı altında.

2020’de satılan her 25 otomobilden biri elektrikliydi, 2023’te bu oran artık her 5 otomobilden biri olacak. 2023’te 500 gigavattan (GW) fazla yenilenebilir enerji üretim kapasitesi eklenecek (bu yeni bir rekor).

Güneş enerjisinin yaygınlaştırılması için günde 1 milyar dolardan fazla para harcanıyor. Güneş PV modülleri ve elektrikli araç bataryaları da dâhil olmak üzere temiz enerji sisteminin temel bileşenlerinin üretim kapasitesi hızla artıyor.

“KÜRESEL ISINMA 1,5 °C İLE SINIRLI TUTULAMAYACAK”

Ancak bu ivmenin küresel ısınmayı 1,5 °C ile sınırlı tutamayacağı konusunda raporun tespitleri de var. Buna rağmen bu yolun hala açık olduğu ve bu konuda neler yapılması gerektiği de raporda anlatılıyor. Bunun için aşağıdaki grafik hazırlanmış.

Yani küresel ısınmanın 1,5 °C’de tutulabilmesi için 2023 yılına kadar olmak üzere; yenilenebilir enerji kaynaklarının üç kat artırılması, enerji yoğunluğunda iki kat iyileştirme yapılması, fosil petrol yakıtına olan talebin yüzde 25, fosil metan gazı kullanımının yüzde 75 azaltılması ve azgelişmiş ve yükselen ekonomilerdeki temiz enerji yatırımlarının üç kat artırılması gerekiyor.

KÂR İÇİN ÜRETİM VE TÜKETİM VAR OLDUKÇA KURTULUŞ UMUDU YOK!

Diğer yandan, tüm bu önerilerin ve önlemlerin, kâr sürümlü, devasa çok uluslu petrol ve enerji şirketlerinin piyasalara hâkim olduğu ve bu şirketlere ulus devletlerce trilyonlarca dolarlık sübvansiyonun verildiği günümüz kapitalist dünyasında hayata geçirilebilmesi çok zor.

Ayrıca, Orta Doğu’daki gibi üçüncü bir paylaşım savaşına evrilebilecek yeni savaşların fosil yakıta olan talebi daha da artıracağı (bunun da küresel ısınma ve iklim değişikliğinin önemli nedenlerinden biri olduğu) çok açık.

Kısaca kapitalist emperyalist sistem ortadan kaldırılmadığı sürece gezegenin ve insanlığın yok oluşu kaçınılmaz gibi görünüyor.

Son olarak, ithalatının ve dolayısıyla da cari açığının çok büyük bir kısmı petrol başta olmak üzere kirletici enerji kaynaklarına bağlı olan Türkiye’de bu raporun öngörüleri doğrultusunda Güneş enerjisi gibi temiz alternatif kaynaklara yönelimin (12’nci Beş Yıllık Kalkınma Planı hedefleri ve 2024 Merkezi Yönetim Bütçesi’nden ayrılan kaynakların azlığından da görülebileceği gibi)  çok sınırlı olduğu açık.

Zira ülkeyi yöneten iktidar blokunun ve hâkim sınıfların uzun süreler beklemeye tahammülleri yok. İklim yıkımının güçlü belirtileri ve gerçekleşmiş etkileri ortada iken, doğayı tahrip eden maksimum kâr-rant ve bunu sağlamaya dönük yüksek ekonomik büyüme hedefleri ve bu yöndeki kabarık iştahları hala sürüyor.

Prof. Dr Mustafa Durmuş - EVRENSEL

18 Ekim 2023 Çarşamba

Kibbutz

7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e düzenlediği saldırıda bir müzik-eğlence festivalini ve Be’eri kibbutz-köyünü de hedef alması, ‘Olay’ın dünya kamuoyunda en fazla tepkiyi uyandıran yanı oldu. Gaddarlık… Sivillerin katlinden öte, sivil hayatın katli – hayatın katli… İnsaniyet fikrinin katli. Hiç şüphe yok.

Dünya kamuoyu dediğimiz mercilerin, bu korkunç vakaya sıkı sıkı yapışıp, İsrail devlet aklının öççü gaddarlığını mazur görmesinde de, gaddarlık yok mu? Resmî ağızlardan dökülen şu “insansı hayvan” lâfı, başlı başına insaniyetin katli değil midir? O kamuoyunun, Filistin ülkesinde yaşayan insanların yıllardır gün be gün süren ölümünü unutmak bile diyemiyoruz, görmez-bilmez oluşu, serinkanlı bir gaddarlık değil midir? Zaten şu günlerin öççü ablukası olmadan da, yıllardır bir süreğen abluka rejimi altında can çekişen Gazze’ye yapılanı tarife, gaddarlık kavramı yeter mi? İsrail devleti, kıyıcı güvenlik devleti ve istisna rejimi operasyonlarıyla, “21. yüzyıl faşizmi” diye bir şey varsa, onun ideolojik ve teknik know-how’ının öncülerinden olmuyor mu?

Sinizm deyince, bunun ansiklopedik karşılıklarından biri, “Batı”nın diyeceğim, Filistin-İsrail meselesine bakışı olmalı. Black lives matter/Siyahların canı da candır hareketinin ilhamıyla, Palestinian lives matter/Filistinlilerin canı da candır şiârı, çok şükür ki işitilmiyor değil, fakat cılızdır.
Korkunç, iç karartıcı büyük resim böyle… Biz bir küçük resme bakalım mı? Şu yok edilen kibbutz yerleşimi Be’eri vesilesiyle, kibbutz olgusu üstüne düşünelim, biraz. ‘Oralarda’ yiten bir şeyleri yeniden düşünmek için de, vesiledir.

İbranice “topluluk” veya “birlikte” anlamına gelen Kibbutzlar, çoğunlukla kırsal nitelikli komünal-kolektif topluluklar. İsrail’in toprağa yerleşmesinde ve toprağı yeşertmesinde, tarihî bir rol oynadılar. Siyonist projenin öncü-yerleşimci ruhunun romantik temsilcileri ve tutkulu icracılarıydılar. 1967-1982 arasında Golan tepelerinde, Ürdün vadisinde ve Gazze şeridinin güneyinde kurulan 24 kibbutz, işgal edilen toprakların iskânında ön aldı. Filistin kurtuluş hareketinin, kibbutzları öncelikle ve esasen işgal, iskân ve (özellikle ilk dönemlerde) askerî/para-militer örgütlenmedeki rolüyle görmesi büsbütün sebepsiz değildir.

Türkiye’de kibbutz, bu hareketin en parlak zamanları olan 1960’lar ilâ ’70’lerin başlarında, anti-komünist söylemin bir temasıydı. 19 Haziran 1972 Devlet Bakanı İlhan Öztrak, TBMM’de hazırlanan toprak reformu yasa tasarısının özel mülkiyete saygılı olduğunu anlatırken, meramını “[tasarının] bir sosyalist düzen olan kibbutz’u getirmediğini” temin ederek özetlemiş sözgelimi. Şöyle izah etmiş bakan: “Kibbutz’da mülkiyet ve üretim araçları kooperatifindir... Burada hiç kimse kendi malına sahip değildir. Herkes sadece bir işçi olarak çalışır. Kibbutz herkese ne takdir ediyorsa, ihtiyacı ne ise onu verir; okuması gerekiyorsa okutur, tatile göndermek istiyorsa tatile gönderir… Bu, en ileri sosyalist düzendir.” Evet, o vakitler Türk anti-komünizminin dilinde kibbutz, katıksız komünizm öcüsünün imgelerinden biriydi.
Gerçekten, kibbutz hareketi, sosyalizmin-komünizmin düşünce ve deneyim mirasının bir parçasıdır. İçinde, eşitlik ütopyasıyla ilgili bir dava vardır. Bu deneyimin bir parçası olarak yeterince tartışılmamış olması, belki yerel-ulusal niteliğiyle ilgili (gerçi, kolhozlar-sovhozlar da yerel-ulusal değil miydi?!), ayrıca kuşkusuz anti-semitist kalıplarla da ilgili.

Kibbutz fikri, siyonizmin sol kanadı içinde ortaya çıktı. Düşünsel kaynakları arasında, Marx’ın “özgür üreticilerin birliği” kavramının ütopik sosyalistlere uzatılabilecek bir yorumuyla, kooperatif temelli tabandan yukarı sosyalizmi inşa etme fikri vardı. Varoluşçu din felsefecisi Martin Buber’in ilhamı da vardı. Komünistlerle sosyal demokratların arasında duran, kısa ömürlü Sosyalist İşçi Partisi çizgisindeki Menachem Gerson’un 1934’teki konuşması, kibbutz felsefesinin epik bir özetidir. Gerson, kapitalist toplumda “hayat duygusunun ve insanın bütünlüğünü kaybettiğini” söyler; emeller sürekli ertelenerek hayat bir araca, “Sonra’nın gübresine” dönüşüyordur – yerleşik-kurumsal sosyalist hareketin de zaafı budur ona göre. Siyasal amaçlar kendi başına değere dönüşerek içeriği sorgulanmaz hale geliyor, hayata doğrudan hitap etmekten uzaklaşıyordur. Oysa, kibbutz düşünürüne göre, “İnsan gün be gün karşılaştığı dünyaya, kendi Ben’iyle karşılaşan Sen’lere muhtaçtır… İçimizdeki, insanî bir Sen’e duyduğumuz derin özlem.” (Burada arkadan Buber’in sesini işitiyoruz.) Stalinizmin hüküm sürdüğü o zamanda, “amaçlananla, hedefle aynı özden olan bir yolu yürümek” düsturunu koyar Gerson: “Elle tutulur bir hedef gösteremeyiz kimseye, yalnızca bir yol gösterebiliriz.” Topluluk içinde eşit ve özgür olma ülküsünü koyar: “İhtiyacımız ‘kendinde’ bir cemaat değil, kişilerin oluşturduğu bir cemaat… Bir şeylerden vazgeçmeye karar vermiş kişiler olabilirler, fakat karar vermekten vazgeçmiş kişiler olmamalıdırlar.”
Kibbutz hareketi, özetle, sosyalizm-komünizm içerisindeki, alternatif toplumsal ilişkileri devrim sonrasına ertelemeyen, onları bugünden kurmayı hedefleyen (kâh anarşist, kâh ütopist, kâh radikal- veya ‘devrimci’-reformist diyebileceğimiz) geleneğin bir halkasıdır.

İsrail’de kibbutzlar 1909’da kurulmaya başladı. 1920’lerde, Rusya –ve Bolşevik– kökenli Emek Lejyonu, harekete yeni bir ivme verdi. Ziraî gelişmede emsali zor görünür başarılar sağladılar fakat kırsal ünlerinin aksine, sanayiye de yöneldiler. Sefalette eşitlik meyline karşı, sosyalizmi ortak refahı artırmak olarak görüyorlardı. Hareketin kendi içinde, komünistten liberale, kanatlar oluştu. Mikro ölçekte bir sosyalist üretim modelinin ne kadar yaşayabileceği üzerine, “alternatif ekonomi” veya “paralel ekonomi” modelleri üzerine yıllarca tartıştılar. Sanayileşme tecrübesine adım atarken, emek gücü kıtlığı nedeniyle, dışarıdan sınırlı ücretli emek istihdamını kabul etmeleri yine uzun tartışmalardan sonra gerçekleşti (“Sömürücü durumuna düşmeyelim!”)

Ancak neoliberal dönüşüm kibbutzları da vurdu, gitgide piyasalaştılar. Hâlâ sosyalist ilkelerde ısrar edenler var, fakat Tayland’dan ucuz göçmen işçi getiren gayet müteşebbis kibbutzlar da çıkıyor. Ziraî üretimdeki payları hâlâ önemli, fakat toplamda etkileri azaldı, nüfustaki payı % 6’dan % 4’e geriledi.

İsrail’de sol siyasetin önemli şahsiyetleri, en önemlisi barış hareketinin kurucu kadroları kibbutz hareketinden çıktı. Günümüzdeki kibbutz hareketi üyeleri, genellikle, Filistin Arap devletinin varolma hakkını savunurlar. Genellikle, Arap komşularıyla iyi ilişkiyi önemserler; İsrail’in ilk Yahudi-Arap müşterek okulu, bir kibbutz bünyesinden çıktı. Kibbutz hareketinin zayıflaması, -bu arada hâkim eğilim olmamakla birlikte tabanında bir sağa kaymanın da gözlenmesi-, hiç şüphe yok, İsrail’de sağcılaşmanın, ırkçılığın güçlenmesinin âmillerinden biri.

***

Kibbutz hareketini sosyalizm-komünizm mirası bakımından değerlendirirken, asıl onların ‘iç siyasetine’ bakalım.
Fundamental bir Marksist ülkü olarak, kafa-kol emeği ayrımını kaldırmak, kibbutzun temel ilkelerindendi; herkes her işi yapmalıydı. “Herkesin ihtiyacına göre” ve “insanın kendini gerçekleştirmesi” ilkeleri doğrultusunda, gelir eşitliği yanında fırsatların da eşitliğine önemsediler. Tüketim olanaklarını düzenleyen bir “kişisel bütçeye” göre, her üye belirli kalemlerde belirli miktarlarda mal ve hizmet edinme olanağına sahipti, tüketim kalemleri arasında kaydırma yapamıyordu. (Yine uzun tartışmalara konu olan “kapsayıcı bütçe” konsepti, kaydırma serbestisini tanıyordu.)
Doğrudan demokrasi esastı. Her cumartesi bütün erişkinleri kapsayan genel kurul toplanır, günlük ve kişisel hayattaki her meseleyi tartışırdı. Yönetim görevleri, ulusal federasyonlara gidecek temsilciler dahil, mutlak rotasyona tabiydi. Yöneticilerin yemek yedikleri yerler, konutları falan ayrı olamazdı.
Çocuklar, “çocuk evlerinde,” ailelerinden ayrı, kolektifin ortak çocukları olarak yetiştirildiler. Amos Oz, “Küçük bir oğlan” adlı hikâyesinde, anne babanın gece yatarken çocuklarının bir süre yanında durabilip bir masal okuyabilişini anlatır – sonra öpüp ayrılırlar. “Komonizm” öcüsünün kusursuz bir manzarası!
Herkesin herkesten sorumlu olmasının sarıp sarmalayıcılığının verdiği güven ile, sarıp sarmalanmanın insanı boğabilen kıskacı arasındaki ezelî gerilim, sosyalist-komünist ütopyanın da bir ezelî ikilemi olarak, kendini belki en bariz kibbutz tecrübesinde gösterir.

Dünyanın en meşhur kibbuzimlerinden (kibbutz üyesi) biri olan yazar Amos Oz, kibbutz hayatında insanın sürekli kendi doğasıyla, huylarıyla mücadele etmek zorunda olmasının cehdini mükemmel anlatır: “Bir nehir akıntısının çakıl taşlarını sürekli cilâlaması gibi, sürekli birbirimizi cilâlardık.” Oz’un yazar olma hikâyesi, yine “komonizm” öcüsüne de iyi uyan, tipik bir kibbutz tecrübesidir. Yirmi iki yaşındayken ilk hikâyesi yayımlanınca, haftalık toplantıda bunu ‘delil’ gösterip yazı yazmak için birkaç “serbest saat” alma talebinde bulunur. Saatlerce tartışmadan sonra (“Herkes yazı yazacağım, sanat yapacağım diye tutturursa inekleri kim sağacak?”), diğer günlerde fazla mesai yapması karşılığında, haftada bir “yazı günü” verilir. Anca otuz altı yaşında, küçük bir çalışma odası tahsis edilecektir kendisine. Ömrünün son deminde, “o anarşiklik ve doğrudanlığı, o küstahlık ve tartışma zevkini, hiçbir hiyerarşinin olmamasını” hâlâ özlediğini söyleyecektir.
Amos Oz, 2018 Aralık’ında 79 yaşında aldığı son nefesine kadar, bağımsız Filistin devletinin kurulmasının kaçınılmaz ve hak olduğunu savunmuş, İsraillileri bunu kabullenmeye çağırmıştı.
Büyük resim siyah beyazdan kapkaraya dönerken, ince ayrımları ve bütün çelişkileri ile küçük resimlere bakmakta ısrar, bir medeniyet ısrarı gibi geliyor bana.

Tanıl Bora - Birikim