Translate

31 Mart 2020 Salı

Koronavirus Karşısında Popülistler

Murat Belge
Koronavirüs salgını şu sıralar sıkça söylendiği gibi zihnimizde yeni ufuklar açmıyor bence. Ama bir şey de yapıyor. Nedir o yaptığı “şey”? Eskiden beri zihnimizde olup da söylemediğimiz bazı sözlerin “bayat”, “gereksiz” v.b. damgası yemeden yeniden söylenebileceği bir ortam yaratıyor. Ve belki, söylendiği zaman ikna edici sözler olarak kulağa çarpmasına imkan veren bir zemin yaratıyor.
“Kapitalizm iyi bir sistem değildir” sözünün “yeni” bir söz olduğunu kimse düşünmez. Ama ne zamandır bunu ya da bunu akla getirecek şeyleri söyleyemez durumdaydık. Söylesek, “Daha iyisini söyle” cevabını alıyorduk. Reel-sosyalizmin geride çok az olumlu iz ya da anı bırakarak çökmesinden sonra genel bir “nutku tutulma” psikozuna girmiştik. Doğa gibi tarih de “boşluk” dinlemediği için bu cenahtan çıkmayan sesi öbür cenah çıkarıyordu. Oldukça pervasız bir kapitalizm, gürültülü bir hegemonya kurdu.
Bugünlerde çıkan bir tartışma da böyle beklenmedik bir genel afet durumunda “özgür” toplumların mı, yoksa “otoriter” toplumların mı tehditle daha başarılı mücadele verdiği konusundaydı. Böyle bir “konu” olmasının nedeni de hastalığın bazı Asya toplumlarında gösterdiği manzaraydı. Virüsün çıktığı yer olduğunu düşündüğümüz Çin kısa süreli bir sendeleme döneminden sonra toparlanmış ve salgını denetim altına almayı —görünüşte— başarmıştı. Ama Asya’da başarı yalnız Çin’in değil, onunla hiçbir yakınlığı olmayan Taivan’da, Hong Kong’da ve Güney Kore’de de elde edilmişti. Bu ülkelerin Çin’le yakınlığı olmasa da “otoriter” olmakta hepsi ortaktı. Bu durumda, başarı “otoriter model”de miydi? İşte özgür, demokratik modele uygun İtalya!.. İşte öteki Avrupa toplumları, İspanya, Fransa v.b...
Yakın gelecekte A.B.D.’nin bayrağı ele alıp öne geçeceği söyleniyor. Yani bir demokratik toplum daha.
Demokratik? İyi de, Amerika’nın demokratik tarihinden hiç de hoşnut olmayan Donald Trump karar veriyor Amerika’nın hangi durumda ne yapacağına.  Verdiği kararlar da ortada. Önce bunun bir “Demokrat yalanı” olduğuna karar verdi, sonra “Çin virüsü” diye tutturdu. Ciddi tedbir alınmasını alabildiğine geciktirdi. Bunu neye dayanarak Amerikan demokrasisinin yetersizliği olarak yorumlayabiliriz? Şu olabilir tabii: Trump gibi birinin başkan seçilmesi Amerikan demokrasisinde bir zaafın sonucu olarak değerlendirilebilir.
Bu makul, incelenmesi gereken bir konu. Ama Trump’ın saçma sapan davranışlarını Amerikan demokrasisiyle özdeşlemek doğru değil. Epey “dolaylı” denecek bir ilişki var iki konunun arasında.
Ayrıca Trump dünyada yalnız da değil. Yani, “demokratik dünya” yalnız virüse karşı değil, popülizme karşı da “geçirimli”. Şu anda “otoriteryanizm”e karşı başarısız çıkan da  demokrasiden çok bu popülizm. Örneğin Boris Johnson’ın Britanya’sı da ilginç evrelerden geçti. “Sürü bağışıklığı” diye hümanizminden geçilmeyen bir kavram ve bir stratejiyle yola çıktı Johnson. Buna mı “özgür toplum” ideolojisi diyeceğiz?  Zaten tarihin şu döneminde (ya da “dönemecinde) kapitalist (Batılı) toplumlarda “demokrasi” nedir, neyi belirler?
Toplum, yukarıda sözü geçen Asya toplumlarında olduğu gibi bireyi ezen bir varlık olmamalı. Sözgelişi Çin gibi bir ülke, böyle bir olayda kendini geri kalan dünyanın parmak salladığı ülke konumunda bulunca, sadece Çin’in itibarının korunmasını düşünüyor. Bunun için şu kadar bin kişinin adam yerine konmaması umurunda değil. Nasıl olsa nüfus bol.  Bunları rahatlıkla gözden çıkarabiliriz. O tip toplumlarda mantık böyle çalışıyor. 
Buna karşılık Batı toplumlarında bireyin dokunulmazlığının geçerli olduğunu varsayıyoruz.  Ama bu her zaman çok tartışmalı bir ilke olmuş. Henry Ford adında bir bireyin sahip olduğu servete sahip olmasının tartışılamayacağını söylüyorsak, bu servet birikimi “öbür bireyler”i nasıl etkileyecek, bunu tartışmaktan da vazgeçmemizi gerektiriyor.
Ayrıca, “bireyin özgürlüğü” bir “total sorumsuzluk” anlamına gelmez. “Birey” diyoruz, “toplum” diyoruz.  Bunların biri olmazsa öbürü de olmaz. Birini öbürüne egemen kılmak da akıl kârı değil. Sorun, makul dengeyi bulmakta. Onun için koronavirüs bağlamında “otoriter rejim” mi daha başarılı, “demokratik toplum” mu tartışması daha baştan yanlış bir tartışma oluyor.
Ne yazık ki dünya nüfusunun çoğu ne yapmanın doğru olduğunu, olacağını, aklın gösterdiği yoldan değil de, koronavirüsün verdiği dersten öğrenmeyi tercih etti—hâlâ da ediyor.

24 Mart 2020 Salı

Triyaj


Triyaj Fransızca seçmek, ayırmak anlamına gelmektedir?
Türkçe Wikipedi’de “Triyaj, savaş alanlarında ve acil servislerde tıbbi müdahale önceliklerini belirleme sistemi. Bu öncelikler; hastanın yaşama şansı, durumunun aciliyeti gibi unsurlara dayanarak belirlenir.” diye açıklanmış.
Peki kim seçilecek? Hangi ölçülere göre seçilecek? Ne için seçilecek?
Yaklaşan ve giderek engellenemez hale gelen yaşlı ve hastaların soykırımını görmek ve asgari ölçüde de olsa engellemek bu soruların cevabında gizlidir.
*
Triyaj kavramı bugünkü kullanımıyla modern devletler ve savaşlarla ortaya çıkıp gelişmiştir.
Triyaj ciddi bir sorun olarak Fransız devriminden sonraki savaşlarda eşit yurttaşların genel silah altına alınmasıyla ortaya çıktı. Hiyerarşik bir toplumda triyajı elbette toplumsal hiyerarşi belirler ve örneğin soyluların önceliği olurdu.


Fransız ordusunda Larrey adlı bir askeri doktor, hızlı bir sınıflama ve seçim sistemiyle, yani triyajla bacak kesmelerde diğer doktorlara göre daha çok oranda askeri yaşatmayı başarıyor (%75-80) oranında. Bu konunun ilk başlangcı oluyor.
Daha sonra bir Rus doktor, Kırım ve Kafkasya savaşlarında öncelikli olarak tedavi görecekler için seçme ilkelerini belirliyor ilk kez. Bunu Prusya ordusu da benimsiyor Ve sonra da bütün dünya ordularına yayılıyor. Modern tıpta özellikle acil servislerde büyük önem kazanıyor.

Örneğin gemilerin batışında, “önce kadınlar ve çocuklar” “en son kaptan” bir triyaj ilkesidir.
Yani büyük felaketler, savaşlar ve pandemilerde kimin öncelikle tedaviye alınacağı, kimin önce kurtarılacağı, yani “yangında ilk kurtarılacak” olanı seçmek, bunun ilkelerini belirlemek zorunludur.

Triyajda çeşitli ülkeler ayrıntıda farklılıklar gösteren standartlara sahipse de, esas olarak beş aşamalı bir triyaj kabul görmüştür ve uygulanmaktadır ve bu aşamaları sembolize eden renkler vardır:
Kırmızı: hayati tehlike, derhal müdahale
Sarı: Ağır yaralı
Yeşil: Sonra müdahale
Mavi: yaşama şansı yok
Siyah: Ölü

*

Peki ya binlerce kırmızı, yani acil müdahale bir anda gelirse ne olacak?

Önümüzdeki günlerde hastanelere binlerce “hayati tehlike”, yani kırmızı hasta yığılacak, eldeki yoğun bakım yatakları binlerin yüzde veya binde birine bile yetmeyecek ve bu muhtemelen bu böyle, en iyi ihtimalle yaz ortasına kadar, birkaç ay sürecek, (ertesi yıla uzama olasılığı bile var).
Yani acil müdahale gerektiren ağır hastalar içinde de seçim yapılmak zorunda kalınacak. Durumları eşit derecede acil olanlar veya daha yaşlı ama daha umutvar olmakla birlikte daha genç ama daha az umutvar olan arasında yaşaması ve suni solunum aygıtına bağlanması için kim seçilecek?
Doktorları kimin yaşayacağına karar verme ahlaki yükünden ve sorumluluğundan kurtarmak için, olabildiğince nesnel kriterler belirlenmiştir. Ancak gelecek hasta sayısı, zaman kısıtlılığı personelin yorgunluğu ve sınırlılığı nedeniyle bu “nesnel” kriterler bile işe yaramayacaktır.

Kaldı ki, bu hastalıkta henüz böyle ölçütler de yoktur ve belirlenmiş değildir.
Bu durumların nesnel bir kriteri o kadar zordur ki.
Bu gibi durumlarda seçim yapmak zorunda kalan doktor ve diğer personel genellikle travma sonrası rahatsızlıklar gösterir.
Bu durumda ne olacak?

Zamanında sokağa çıkma yasağı ilen etmeyerek, hastalığın yayılma hızını yavaşlatmak için elinden geleni yapmayarak, yoğun bakım ve suni solunum cihazlarını, bunları kullanacak personeli azami düzeye çıkarmayarak, sayıları gizleyerek ve az göstererek, sorunun hastalığı yavaşlatma ve kapasiteyi aşmama olduğunu gizleyerek bizzat virüs aracılığıyla hükümet bir triyaj (ayıklama, seçim) yapıyor. Yani önceliği daha genç ve sağlıklı olanlara veriyor.
Bu “büyük triyaj”.
Böylece yaşlı nüfusu ölüme terk etmiş oluyor.
Bir de hastaneye gidenler içinde de ikici bir triyaj olacak. Bu da “küçük triyaj”
Büyük bir olasılıkla gençlere vs. öncelik tanınarak, birinci triyajda virüsün gözünden kaçanlar, bu ikinci triyajda eleneceklerdir.

*

Bu geleceği apaçık olan yığılmayı engellemek için hiçbir şey yapmayan, sorunu bu yığılmayı engellemek ve hastalığın yayılışını yavaşlatıp zamana yaymak gibi bir strateji izlemeyen hükümet apaçık olarak yaşlı nüfusun büyük ölçüde soykırıma uğratmayı planlamış bulunmaktadır.
Muhalefet de sorunun bu olduğunu hiçbir şekilde öne çıkarmayarak hükümete fiilen destek olmuştur ve olmaktadır.

Daha önceleri insanlar dillerinden, dinlerinden, “ırklarından”, siyasi görüşlerinden dolayı defalarca soykırımlara uğramışlardır.
Bunun benzerini saf ve sağlıklı olanı seçmeyi kısmen öjenikler, naziler savunurdu bir zamanlar.
Ama şimdi ilk kez hasta ve yaşlıların soykırımı karşısındayız.

İngiltere’nin uygulayacağını söylediği “sürü bağışıklığı” tamı tamına bir yaşlı ve hasta soykırımıdır.
Ve başlangıçta buna hiç tepki vermeyen İngilizler sonra tepki verince hükümet geri adım atmak sorunda kaldı ama tedbirleri hala fiilen bu yaşlı ve hasta soykırımını engelleyecek durumda değildir.

Türkiye’de ise hükümet resmen bunu istedi ve bütün stratejisini, bunun gizlenmesi üzerine, dikkatleri başka noktaya çekme ve bunu açıklayanları bastırıp susturma ve tüm toplumu fiilen bu soykırımdan habersiz bırakma üzerine kurdu.
Şu ana kadar da bunu başardı,
Erdoğan ve damadının gülmelerinin nedeni budur. Güzel günlerden, ekonomik başarılardan söz etmelerinin nedeni budur.

Eğer toplumdan ses çıkmaz ve sıkı durup on binlerce hasta ve yaşlı insanın boğulurak ölümünü “solunum yetmezliği” ve “zatürre” raporlarıyla gizler ve bu soykırımı kişisel ve ailevi trajediler olarak topluma kabul ettirebilirse kendi açısından başarıya da ulaşmış olacak ve kendisiyle suç ortağı ve iyice çürümüş bir toplum yaratacaktır.
Çünkü yaşayanlar tıpkı Ermeni mallarına konmuş Müslümanlar gibi bu suç ortaklığından maddi bakımdan kazançlı olarak çıkacaklardır. Ölen yaşlı ve hastaların masrafının azalması sosyal sigortaların hastalık ve emeklilik sigortalarının örneğin soluklanmasına yol açacaktır. Buradan küçük ödülleri kalanlara dağıtmak memnuniyetsizlikleri bastırmaya yarayabilir.

*

Yaşlı ve hastaların bu soykırımı yepyeni bir olgudur.
Herkes bu salgının yol açacağı sosyolojik değişmelerden söz ediyor.
Böyle tahminlerde bulunmak entelektüel bir spor haline geldi. Ama bu sporu yapanlar gerçek bir olgu karşısında susuyorlar.
Kimseden çıt çıkmıyor.
Yaptığım paylaşımları çok az insan paylaşıyor.
Sadece korku değil bunun nedeni. Haydi benim dilim sivri, önermelerim keskin köşeli ama yumuşak ve yuvarlak da olsa konuyu öne çıkaran yok.
Ezop dili veya başka olanaklarla da başkaları aynı şeyleri söylemeyi deneyebilir.
Bu bile yapılmıyor.
Ortada bu soykırımı sessizce bir kabullenme de var.
Bu korkunç bir durumdur. İnsanlığın, toplumun sonudur.
*
Peki neler yapılabilir?
Oyunun kuralları değişmiş bulunuyor.
Bu artık bildiğimiz dünya değil.
Hayatın ve toplumsal yaşamın en temel sorunları karşısındayız.
Örneğin böylesine bir soykırım söz konusuyken işçilerin durumundan söz etmek gibi şeyler nesnel olarak bu soykırıma onay vermek anlamına gelmektedir.
Bu satırların yazarı bir Marksisttir.
Marksizm de gerçekliğin somut olduğunu, her şeyin her an kendi zıddına dönebileceğini söyler.
İşte böyle bir anda bir Marksistin görevi bu değişimi görmek ve ona uygun bir strateji ve program uygulamak ve geliştirmektir.
Nasıl “Bugün sosyalistlerin, demokratların, HDP'nin hükümetin tedbirlerini eleştirirken emekçilerden, fakirlerden söz etmesi, gerçek sorunu anlamadığını gösterir. Bugün sorun emekçilerin değil, çoğu hasta ve yaşlı olanların YAŞAMA HAKKINI savunmaktır.” diyorsak, bununla bilinen bütün ezberleri bozuyorsak, şimdi de acil olarak yine ezber bozan tedbirler önereceğiz.
*
Türkiye’de acil görev Hükümet’in bu gizleme ve soykırım stratejisin ve planını bozabilmek için her şeyi yapmaktır.
Aşağıda bu bağlamda en acil ve somut öneriler yer alıyor.

Bunları bir, en temel bir yerde bulunma hakkı üzerinden sivil direniş önerileri yapan bir Marksistin şimdi derhal ve kesin olarak sokağa çıkma yasağı önermesi kimseyi şaşırtmamalıdır.
Çünkü soykırımı biraz olsun engellemenin ve hükümetin oyununu bozmanın tek yolu budur.

Pandemi’nin yayılma hızını yavaşlatmak ve ölümcül tehlike içindeki hastaları bakım kapasitesinin altına çekebilmek için acilen şunlar yapılmalıdır.
1) Derhal, acilen, hiçbir gevşetmeye mahal vermeden, kesin ve istisnasız sokağa çıkma yasağı. Tüm sivil nüfusun evlerine kapanması, evsizlere barınak bulunması.
2) Hapishaneler, yatılı okullar vs.’de yaşayanların birbirine virüsün bulaşmayacağı ölçüde mesafeli yaşayabilmeleri için evlerine yollanmaları veya evleri olmayanlara kalacakları yerler sağlanması.
3) Tüm nüfusun evde kaldığı sürece temel yaşam ihtiyaçlarını karşılamak için, ilk elde tüm ordu, polis, bekçi ve diyanetten maaş alanları görevlendirmek. Yani ordu ve polisin ve bekçilerin vs. asli görevi evine kapatılmış yurttaşların alışverişi, iaşe ve ibadesi gibi en temel ihtiyaçlarını karşılamak olmalıdır. Şu anki durumla baş edebilecek tek kullanılabilir güç bunlardır. Bunun için başka ülkelerde bulunan tüm güçlerin ülke içine çekilerek ihtiyaç olan yerlerde görevlendirilmesi
4) Tüm ödemeler, borçlar, dondurulmalı, ihtiyacı olan her yurttaşa, eşit miktarda olmak üzere temel ihtiyaçlarını karşılayacak bir para verilmelidir. Yurttaşlara bu paraları vermek, bu paralarla ihtiyaçlarını alıp onlara getirmek tüm ordu, polis vs. gibi personelin temel görevi olmalıdır.
5) Ülke yönetimini Türkiye Büyük Millet Meclisi ele almalı ve sürekli toplantı halinde bulunmalıdır. Meclis tıpkı Birinci Büyük Millet Meclisinde olduğu gibi, kendisine karşı sorumlu bakanları ve diğer komisyonları görevlendirmelidir.
6) Yurttaşlar birbirinden izole olacağı için, büyük önem kazanacak tüm medya organları, sendikalar, meslek kuruluşları, odalar vs. gibi sivil toplum örgütlerinin kontrolüne verilmelidir.
7) Tüm hastaneler ve sağlık kurumları derhal kamulaştırılmalıdır. Tüm sağlık kurumlarının yönetimi, efektif bir çalışma ve koordinasyon için, tam sağlık kurumlarının yönetimi sağlık personelinin kontrolüne verilmelidir.
8) Ancak tarihte görülmemiş, devletin şiddet araçlarını yurttaşların ihtiyaçlarını karşılamakla görevlendiren ve onların yaşamlarını en az kayıpla sürdürmesinin aracı kılan böyle tedbirlerle uçuruma doğru giden arabaya ani fren yaptırıldıktan ve uçuruma yuvarlanmak engellendikten sonra, neyin nasıl yapılacağına yine halk karar verebilir.
9) Tarihte daha önce görülmemiş tüm ezberleri bozan bu pandemi ve sonuçlarıyla yine tarihte benzeri görülmemiş ezber bozan tedbirlerle baş edilebilir.

21 Mart 2020 Cumartesi
Demir Küçükaydın