Translate

31 Temmuz 2020 Cuma

CHP

Tanıl Bora: Gördüğünüz karikatür, 8 Mayıs 1949 tarihinde zır CHP muhalifi Kudret gazetesinde yayımlanmış. Altı okun ve onun simgelediği ilkelerin-fikirlerin çözülmez bir yün çilesi gibi birbirine dolandığını, partinin karmakarışık, manasız bir hale geldiğini anlatıyor.

CHP’nin yön tayini bakımından problemli görünmesi, diyelim, hâlâ berdevamdır. CHP’yle cebelleşme hırsı ve zevki de hâlâ berdevamdır. CHP, onu benimseyenler veya önemseyerek gözleyenler bakımından bir ‘mesele’ olarak, hasımları bakımındansa bir düşman imgesi olarak (“CHP zihniyeti”), bu ülkenin siyasî kültürünün belki en istikrarlı kurumudur.

Bu karikatürün yayımlanmasından bir yıl sonra, CHP’nin çeyrek asırlık tek parti iktidarı sona erdi. O zamandan beri geçen 70 yılda, iktidardan ‘pay alma’ süresi, toplam on yılı anca bulur. Onlar da, hep koalisyonlarla. CHP, 1950’den beri Türkiye siyasetinde muhalefet ‘kültürünün’ kurucu ve aslî unsurudur.

İki buçuk yıl sonra tekrar edersem:

“Hem, bu âfet şartlarında önemi zinhar küçümsenmeyecek barınaklar, çatı altları sunuyor; hem de yapısal ve fikrî hantallıkları ve içe dönüklükleriyle, ümit yaratacak bir alternatifin önüne set çekiyor. Ne tutabiliyor, ne bırakıyor, ne bırakılabiliyor.”

***

CHP, dünya siyasî kültür mirasının da önemli bir varlığıdır. Dünyanın en uzun ömürlü siyasî partilerinden birisi. Bu yaşta parti, dünyada az bulunuyor. Batılı sosyal demokrat partilerin ve Hindistan Kongre’sinden daha genç, Meksika’daki Kurumsal Devrimci Parti’yle aşağı yukarı denk.

Siyaset bilimci Berk Esen, bir yıl önce popülizm üzerine bir çalıştayda, son on on beş yılda dünyadaki emsalleriyle kıyaslandığında CHP’nin pekâlâ başarılı sayılabileceğini söylemişti. Emsalleri: yani kâh post-muhafazakâr kâh faşizan neoliberal-popülist iktidarların “rekabetçi otoriter” baskısı karşısında iyi kötü ayakta kalabilmek, bir alan tutabilmek bakımından.

Türkiye’de son yirmi yılda içinden başka parti çıkmayan tek ana parti olması da bir başarı sayılır mı?

***

Yine daha önce bir yazıda, CHP’nin içinden her zaman bir (veya: bir, iki, üç, daha fazla…) Güven Partisi çıkabileceğinden bahsetmiştim. Dahası, içindeki o Güven Partisi’nin CHP’nin özü, esası haline gelmesi istidadı da vardır. Nitekim geçen haftasonu yapılan kurultay divanında da Güven Partisi vardı.

Tekrarlarsam; 1960’ların ortalarından beri CHP’de iki ana yönelim görebiliriz. Birisi, “Güven Partisi” dediğim, devletçi ve milliyetçi bir Atatürkçülük’le mühürlenmiş, siyasî felsefesini muhafazakâr-cumhuriyetçi olarak tanımlayacağımız yönelimdir. Ulusalcılık, bunun “çağdaş” sürümüydü ve uzun bir süre Güven Partisi’ni CHP içinde iktidar kıldı. Diğeri, sosyal demokratik veya en geniş meşrepli tanımıyla (sosyalizme meyledeninden sosyal-liberaline, “hümanistinden” sol-popülistine…) sol bir yönelim, veya daha yalın, demokrat bir yönelim.

Bu basitleştirici ideolojik şemanın, klientalizm (yani alış-veriş siyasetinin, müşteri-müvekkil ilişki ağının, müteahhit işlerinin) aynasında epey yamulabildiğini biliyoruz, tabii...

***

Son beş yıla bakınca, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasında ve genel olarak alabildiğine geniş sahaların “devlet politikası” veya “millî politika” sayılarak politika dışı tutulmasına gösterilen rızada, Güven Partisi kendini yine gösterdi. Buna mukabil, Adalet yürüyüşü tecrübesi ve toplumsal muhalefete verilen bazı katkılarda, sol veya demokratik yönelimin kıpırdandığını da görebiliyoruz.

***

CHP’nin son 70 yılındaki en parlak dönemleri, -“hizipçilik” diye horlansa da-, partide farklı seslerin çıktığı, genel başkan dışında da sözü, ağırlığı olan figürlerin olduğu dönemlerdi. Yine bazı seslere tahammül edilemese de, siyasî partiler hukukundaki genel başkan sultası burada da hükmünü icra etse bile (İlhan Cihaner’in adaylığının engellenmesiyle ilgili haberler, en yakınımızdaki örnek), en azından Baykalizasyon dönemine kıyasla daha fazla ses işitilebilmesi, iyi işaret. Bunda şüphesiz yerel yönetimlerin “isim” çıkartmasının da katkısı var.

***

CHP’nin kendi soluyla (içindeki ve dışındaki solla) ilişkisi de hep gerilimli bir ilişki olmuştur. Karşılıklı küçümseme, güvensizlik, alaycılık, sinir… Simbiyozla karşılıklı istismar arası bir sosyal-siyasî mesafe karmaşası... Şu zorlu zamanlar, karşılıklı biraz şeffaflık, açıklık öğretir, biraz olgunlaştırır mı?

***

Yerel yönetim deneyimine değindik. 1970’lerin toplumcu belediyecilik tecrübesi, CHP’nin Ortanın Solu’ndan bu yana tarihinde sosyal demokratik vasfı en bariz ‘geleneklerden” biri olsa gerek. Bir kısmı epeydir süregiden, bir kısmı geçen yılki seçimlerde iş başına gelen yerel yönetimlerin pratiğinde bu geleneği izleyen, onu yenileyen bazı hamleler var. Beri yandan, “başkan” odaklı siyasetin kıskacı da var. CHP’nin yerel yönetim “performansını,” başkan popülaritesinden başka ölçütlerle değerlendirmeye ihtiyaç var.

***

Kemal Kılıçdaroğlu, siyasî partiler hukukunun bahşettiği nihaî karar verici kudretini kullanırken, bir tür moderatör kabiliyeti geliştirdi. Kendi aday olmaktan ziyade, uygun adayı bulup çıkartan lider... Yüksek makamlara CHP, toplam muhalefet içinde bir moderatör-parti işlevi görüyor. Panel-söyleşilerde “kolaylaştırıcı” deniyor ya moderatör için; orta yolu bulucu, uzlaştırıcı, toparlayıcı… Bu moderatörlük deneyiminin riski, moderatörü kendisi bir şey söylemeyen bir idare-i maslahatçıya, vasatlık âmirine dönüştürmesi; pragmatizmi oportünizme doğru bükmesi. Olası bir faydası ise, CHP’nin hep yaka silkilen siyasî becerilerini geliştirmesi; siyasî arabuluculuk ilişkilerinin toplumsal ilişki genişlemesine vesile olabilecek olması, ‘iyi’ pragmatizme alan açması. Bu ‘açılım’ ne kadar oluyor, olabilir; öncelikle örgütlenme denen ‘şeye’ bağlı.

***

CHP İstanbul il başkanı Canan Kaftancıoğlu, partinin örgüt ve saha çalışmasını canlandırmasıyla temayüz etti. Bilindiği gibi, ‘kadın haliyle’ muhalefete irilik ve dirilik kazandırınca iktidarın belli başlı düşman figürlerinden biri haline geldi. Kaftancıoğlu’nun geçen hafta yayımlanan yazısında dile getirdiği “yeni bir kamusallık oluşturma” düsturu, CHP’nin kendini “Cumhuriyeti kurma” misyonuyla özdeşleştirmesinde önemli bir tashihe işaret ediyor. Bir bakıma Cumhuriyeti yeniden-kurma (“ikinci cumhuriyet” diye kaş kaldıranlar muhakkak olur!) fikriyle tanımlayabiliriz bu işareti. Status quo ante değil; yani içinde bulunduğumuz durumdan önceki statükoya dönmek değil. Kaftancıoğlu’nun tarif ettiği, restorasyondan ziyade renovasyon; sosyal ve demokratik bir yenileme.

Sanırım, CHP’nin muhalefetteki moderatörlüğünün daha ‘verimli’ olması için de, bu fikrin etlenip butlanmasına ihtiyaç var.

Tanıl Bora (birikim)


26 Temmuz 2020 Pazar

Koku Hafızası

Koku, tıpkı parmak izi gibi kişiye özeldir. Her insanın kendine has bir kokusu vardır. Kişinin kendine has kokusunun oluşmasında hormonları, yediği yemekler, hatta o anki halet-i ruhiyesi etkilidir. Kişinin kendine özgü kokusunun varlığı kesindir. Polis köpeklerinin suçluların izini sürmesi ve kayıp olan birini bulması hep bu koku ile olur.

Güzel kokunun, insanı ruhsal açıdan etkilediği bilimsel olarak tespit edilmiştir. Özellikle son yıllarda günlük hayatta yaşanılan strese karşı, iş ve ev ortamlarında güzel kokular kullanarak rahatlama, kimileri için vazgeçilmez bir alışkanlık oldu. Bir de aromaterapi (koku tedavisi) insanlar tarafından büyük alaka görmeye başladı. Bunun yanında güzel koku, insanda güzel hisler oluşturduğu için, pazarlama endüstrisinin dikkatini çekti ve alışveriş merkezlerinde de tercih edilir oldu. Özellikle mağazalarda kullanılan kokular, insanı rahatlatıp alışveriş yapma isteğini arttırıyor. Hatta belli markalar kendilerine özgü kokular ürettirerek, tüketicinin hafızasında kalıcı izler bırakmayı hedefliyorlar.

İnsanların hafızası on bin kadar kokuyu ayırt edebilir. Hatta konu üzerinde çalışan bazı bilim adamları, koku hafızasının sınırlarını belirli bir rakama hapsetmenin yanlış olacağını, koku hissiyatımızın sayılamayacak kadar fazla kimyasal bileşimi ayırt edebilecek seviyede olduğunu belirtiyor. Koku almayı sağlayan 1000’den fazla reseptör (alıcı hücre) vardır. Bu sayede çok sayıda farklı kokuyu birbirinden ayırt edebiliriz.

Aldığımız her kokuyu isimlendiremez, başka kokularla bağdaştırmaya çalışır ve koku hafızamızda bir yer açarız. Bunu da ilk defa hissedilen, hafızamızda bilgileri bulunmayan bir kokuyu diğer kokulara benzeterek yaparız. Böyle bir belleğimiz olmasaydı, bir kokuyu tanımlamak imkânsız olurdu. Koku alma çok hassas bir histir ve uyurken bile çalışır. Sabahları pişirilen omlet kokusu ya da kızartılan ekmek kokusu bizi uykumuzdan uyandırabilir.

Kokuyla ruh arasındaki bağlantı
Hafızada ciddi yer tutan kokunun, “İnsan bedeni üzerinde tesiri var mı?” sorusunun peşine düşenler tarihte farklı şeyler de buldular. Güzel koku, kişinin ruh halini doğrudan etkilediği için, manevi yönü ve ruh dünyası ile doğrudan irtibatı vardı. Eskilerin şifahanelerde güzel kokuyu kullanmalarının sebebi de kişinin ruh halini doğrudan etkilediği bilindiği içindir. Zaten güzel kokunun kıymetini bilenler, hem günlük hayatta hem de şifahanelerde kullanıyor, akıl hastalıkları güzel kokularla tedavi ediliyordu.
../..
Kokular, kendileriyle bağlantılı olarak geçmişte yaşanan bazı olayları da aklımıza getirirler. Bazı araştırmalar koku alamayan insanların anılarının da silindiğini ortaya koymuştur. Hatta alzheimer hastalarıyla yapılan bir çalışma gösteriyor ki koku hissiyatını yitiren insanların alzheimer olma olasılığı da yüksek. Kokunun bir özelliği de diğer hislere (duyma ve görme gibi) göre hafızada daha kuvvetli bir yerinin olmasıdır. İnsan gördüklerinin %75’ini, duyduklarının %13’ünü, dokunduklarının %6’sını hatırlar. Peki, koklananların ne kadarı hafızada kalıyor? Bilim adamları bu soruyu kısmen cevaplasa da koku duyusuyla ilgili hâlâ cevaplanamayan sorular var.

Kokudan gelen tedavi
Kokunun tedavi amaçlı kullanılması ruh ile derin irtibatından başlar. Sonraki dönemlerde yapılan araştırmalar, insanların yaşadıkları olumlu ya da olumsuz hadiseler sırasında hissettikleri kokularla ruhî bir bağlantı kurduğunu gösteriyor. Yaşanılan olayla koku bağdaştırılarak hafızada yer ediyor. Bu durum tıbbi tedavilerde, özellikle psikiyatrik tedavilerde çok avantajlı bir durum haline gelebiliyor. Birmingham Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada epilepsi hastalarında kokuyla yapılan tedavi uygulaması sonucunda pek çok hastada nöbetlerin azaldığı ve hastaların rahatladığı görüldü.

Kokunun bu denli etkileyici olmasının ilmî nedenlerine gelecek olursak, bazı bilim adamları, kokunun beyne ulaşması sırasında diğer duyuların izlediğinden daha kısa bir yol izlenmesine odaklanıyorlar. Bu özellik onun görünmeyen güçlü yanı. Bazı bilim adamlarıysa koku hafızasının çok güçlü olmasının sebebinin, beyindeki koku alma merkezinin hafıza merkezi hipokampüsle yan yana olmasına bağlıyor.

Koku hafızasının bu kadar güçlü olması, eğitimciler tarafından da dikkate alınması gereken bir husustur. Özellikle ilkokul yaşlarında, derslerde görsel materyallerin yanında koku materyallerinin de kullanılması, öğrenilenlerin kalıcı olmasını sağlayabilir.

Kokular ve hafıza ilişkisinin anlaşılmasından hemen sonra akıllara farklı sorular geliyor. Mesela, alzheimer tedavisinde kişilerin geçmiş hayatlarında maruz kaldıkları kokular kullanılabilir mi? Ya da insanlar kokular yoluyla etki altına alınıp yönetilebilir mi? Şimdilik bu sorular tam olarak cevap bulamasa da kokuların bize bir şeyleri hatırlattığı, bizi alıp geçmişe götürdüğü bir gerçek. Fizikçiler uğraşadursun, zaman makinesi çoktan bulunmuştur. Kokular bizi alır götürür hatıralara, üstelik de ücretsiz…


Emine Açıkel "İnsan ve Hayat"

OKUMA: Koku Hafızası Nedir ve Nasıl Çalışır?