Figen Yüksekdağ Son zamanlarda elde avuçta satacak bir şeyi kalmayan iktidar, “Türk tipi
antiemperyalizm” satıyor. Bu da “Türk tipi başkanlık” gibi bir şey. Aslında
benzemek şurda dursun, tahrip edip köküne kibrit suyu dökmeyi tarif ediyor.
Hitler’in dünyada sosyalizmin prestijinin yükseldiği, halk ve emek
hareketlerinin sermaye iktidarları karşısında büyük tehdit oluşturduğu bir
dönemde, Nasyonal-sosyalist adını taşıyan partiyle sahneye çıkması en bilinen
örneklerdendir. Ardından sadece sosyalizm değil, cüzi insan hak ve
değerlerinin canına okumaya yeminli bir savaşa gömülmüştü dünya. Yani,
egemenlerin büyük insanlık mücadelesinin ürettiği müspet kavram ve değerleri
“işgal ederek” yürüttüğü siyaset, o kavramların en uç karşıtına denk düşüyor.
Çünkü en kaba, ırkçı milliyetçilikle mühürlenmiş zihniyet ve pratikten başka
bir şey çıkmaz. Olsa olsa böyle akla zarar “akıl oyunları” çıkar.
Şimdilerde Türkiye’de benzer oyunları sergileyen bir iktidar hüküm sürüyor.
AKP’si, MHP’si, Susurluk-derin devlet çeteleri “milli çıkarlar” adı altında
savaş ve şiddet politikalarını tırmandırırken, bunu büyük emperyalist
devletlere karşı bağımsızlık ve diklenme gösterisine dönüştürüyor. İşin bir
yanı gösteri, bir yanı gerçek. Kendini cihan fatihi sayma cakaları ne kadar
gösteriyse, bu hayalle yatıp-kalkıp bulduğu her fırsatta oraya buraya
yayılmacı tırnakları atma pratiği de o kadar gerçek. Ama eski emperyal Osmanlı
ruhunu çağıran, ümmetin liderliği hayaliyle, büyük Turan düşlerini harmanlayan
dönemin egemenleri, ne yaparsa yapsın ruh çağırmaktan öteye gidemiyor. En
azından sözünü ettiğimiz eğilimlerce desteklenen ve şişirilen, Erdoğan’da
simgeleşmiş bir “şahsım emperyalizmi” seviyesine gelebiliyorlar.
Bu tür emperyalizmin bazı özellikleri var. Güçlü olana diş geçiremeyip, kaos
ve istikrarsızlık üreterek kendine alan açma, ulaşabildiği her yere savaş
ihraç etme ve esas olarak büyük emperyalist devletlerle en üst düzeyde
işbirliği… Bitti mi? Tabii ki hayır. Gücü sadece mazlum halklara yeter bu
türün, Kuzey Suriye’de halkın ağır bedellere ve ölçüsüz zulme rağmen bir avuç
statü kazanma ihtimali karşısında kaplan kesilenler, ABD’nin “kafası gidik”
başkanının elinde yıllarca yedikleri tokat ve aşağılanmayı yutarlar. Kürtlere
düşmanlığa hizmet eden bu çeşit uşaklığa gönüllü koşarlar. Bugün ABD’yle
birlikte bölgede kapsamlı bir anti-Kürt operasyonunda ortaklaştıkları gibi.
“Van minüt”la başlayan tribünleri coşturup, bu arada cüzdanları yürütme
taktiği hala en canlı yönetme tarzıdır. Milliyetçilik ile hipnotize edilen
kitlelerle, “hem aklınızı hem nafakanızı alırım” gibisinden alay eden bir
tarzdır bu. Ama alay edilerek yönetilme taktiğinden en ağır payını alan HDP ve
sol partiler harici muhalefettir. “Türkiye’nin oradaki buradaki çıkarları”
borusu çalınca hemen iktidarın ardında hizalanan, muhalefet ayarları bozulan
bir siyasi zaafiyet hali var oldukça, bu iktidar da var olma gücü bulacaktır.
Siyaseti “gösteri sanatlarıyla” algı hokkabazlığıyla harmanlayıp, kendilerine
biricik bağımsızlıkçı ve antiemperyalist hikayesi yazanlar, muhalefetin boş
bıraktığı alanda at koşturmayı, ayrıcalık haline getirecektir elbette.
Muhalefeti 5. kol faaliyeti yürütmekle, düşman devletlerin ajanı olmakla
karalayanlar, ABD’de lobilere yedirdikleri paranın, Avrupa kurumlarına
verdikleri rüşvetin ve kapıların-kameraların ardında rica-minnet
sergiledikleri kalitesizliğin hesabını vermedikleri için rahattırlar. Nasıl
olsa kirli siyaset toprağında ürettikleri yalan mahsüllerinin hazır alıcısı
vardır.
İktidarlara gelişlerini ve hala kalışlarını emperyalizme borçlu olanların,
yalan ve manipülasyona da dayansa söylem üstünlüğü edinmesi, Türkiye
siyasetinin arızalı tarafı. En son 2018 genel seçimlerini, başta Londra’daki
faiz lobisi gelmek üzere uluslararası finans tekellerinin ve emperyalist
devletlerinin “Henüz AKP ve Erdoğan ile işinin bitmemesi” nedeniyle şaibeli
biçimde kazananlar, şimdi canhıraş halde kendilerine verilen ödevi yapıyorlar.
Türkiye-Kürdistan coğrafyasının kaynak ve birikimi, tarihte görülmemiş düzeyde
satışa getiriliyor. Önceden sadece Batı merkezli emperyalizme olan bağımlılık,
şimdi Avrasyacı çizginin ağırlık kazanmasıyla, Doğu merkezli emperyalizme de
bağımlılığa dönüştü. Çift dikiş, katmerli bağımlılık ve hizmet hali yani.
Böyle olunca Amerika’yla Rusya, NATO’yla Avrasya arasında savrulup duran,
büyük devletlerin birbirine karşı, oyun tahtasına dönen, kafası duman olmuş
bir acayip “Güçlü Türkiye” manzarası çıkıyor ortaya.
Görünürde sergilenen bol hot-zotlu ve gerilimli ilişkinin aksine, hakim
devletler zayıf halkayı yakalamış bırakmıyor. İktidar ömrünü uzatmak için her
türlü pazarlığı yapacak, her çeşit “al gülüm-ver gülüm” ilişkisine girebilecek
bir iktidardan daha zayıf halka olabilir mi, emperyalistler için? Haliyle
AB’den ABD’sine, Rusya’sından Çin’ine, yıllardır idare ediyorlar bu iktidarı.
Onlara rağmen değil, onların her türlü desteği, açık-gizli anlaşmalarıyla
AKP-Saray-MHP rejimi kendini sürdürüyor.
Türkiye’deki rejimin, bilhassa da son 18 yılın emperyalizmle yapısal ilişki
tarihinin ve güncel örneklerin, alternatif demokratik siyaset tarafından ele
alınması, halkları aydınlatmanın, gerçeği ifşa etmenin başlıca gündemlerinden
olması önemlidir. İktidarın yalandan yazdığı hikayenin kendisinin inanması,
inanmayanı da sopa sallayarak kabule zorlaması karşısında demokratik muhalefet
etkin bir söylem geliştirebilmeli.
Emperyalizme ilk günkü kadar bağlı, mazlum haklara ise acımasız ve emperyal
iktidar siyasetine kim “milli çıkar” hamasetiyle doğrudan-dolaylı destek
veriyorsa, tarihsel suçların ortağıdır; bunu da unutmamak gerekir. Küresel
emperyalizme benzemeyen ama bölgesel-yerel anlamda en az onun kadar yıkıcı,
sömürücü karakter taşıyan “Şahsım” emperyalizmi çizgisi etrafında
kümelenenler, az-buçuk muhalefet pozisyonlarını da yitirirler. Zaten tam da bu
nedenle iktidar karşısında gerçek bir başarı kazanamıyorlar; çünkü demokratik
fark taşımıyorlar.
Açık ki, siyasi iktidar ve paydaşlarının sözünü ettiğimiz bu mutant
emperyalizm, antifaşist halk hareketiyle aşılabilir. Bu bilinç ve hareket
etrafında birleşen halklar, bölgesel ve küresel barış, kardeşlik, dayanışma
eksenine dayanan alternatif bir düzeni var edebilir. Ortadoğu’nun bağrında
yeşeren “Demokratik ulus” program ve deneyimi, bu hedefin uzak bir hayal
olmadığını gösteriyor.
Figen Yüksekdağ'ın Özgür Politika'da yayınlanan yazısı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder