Translate

16 Aralık 2021 Perşembe

‘Siyah kuğular’ zamanı

Rejimin geldiği noktada karşımızda Kriz (Kaos), Panik ve Hezeyan var. Öyleyse, “zamanların hem en kötüsüdür hem de en iyisi” ...

“Kriz”, bir organizmanın yaşamındaki birleştirici ve çözücü eğilimlerin arasındaki diyalektiğin getirdiği “yaşamla ölüm arasında bir karar anını”, “Kaos” da bu karar anı içinde, düzenin hızla kaybolmaya, sürecin hızla anlaşılamaz olmaya başladığı durumu betimler. “Panik”, korkuya ve bu durumun içinden çıkma telaşına, “hezeyan” da bu telaşın dilde kendini açığa vuran hallerine ilişkindir. Kriz (kaos), panik ve hezeyan birleştiğinde denge “ölümden” yana döner. Organizmanın telaşı, içinde bulunduğu toplumsal eko sistemi yakıp yıkarak gidişi hızlandırır. “Zamanların en kötüsü” işte bununla ilgilidir. “En iyisi” ise yeni bir düzen yaratma olasılıklarıyla…

Kriz derinleşiyor
Yıl başlarken “istikrarsızlıkların istikrarı bozuldu” diyerek, rejimin, birleştirici ve çözücü eğilimlerin diyalektiğini artık kontrol edemediğine, diğer bir deyişle bir krizin içine girmeye başladığına işaret ediyordum. Kriz derinleşmeye devam etti, kaosa dönüşmeye başladı.

Örneğin, ABD Doları’nın, geçen yılın aralık ayında 7+ YTL düzeyinde olan fiyatı bugün 14+ YTL düzeyinde dolaşıyor. Karşımızda yüzde 98+ gibi bir devalüasyon var. Üretimi, tüketimi, ithalatı (ve ihracatı) döviz girişine bağlı bir ekonomide, bu görülmemiş, adeta müstehcen düzeyde devalüasyon boyunca, halkın yaşam düzeyine ne olduğunu örneklemeye bile gerek yok. Sokaklardaki “geçinemiyoruz”, “barınamıyoruz” çığlıklarına, işçi sınıfının hak arama çabalarındaki yoğunlaşmaya, “Liderin” kendi kentinde bile üreticinin “kuyunun dibindeyiz” türünden yakınmalarına, muhalefetin Mersin mitinginin resimlerine bakmak yeter de artar bile.

Diğer taraftan, bu müstehcen devalüasyonun gıda ürünleri, akaryakıt, gübre, ilaç fiyatlarına henüz tümüyle yansımadığı da bir gerçek. Kış aylarında Omicron varyantı üzerinden Covid-19 salgını hızlanırken konutları ısıtma, hane halkını besleme maliyetleri (hatta temel malları ve ilaçları edinme sıkıntısı-potansiyel kıtlık riski) artacaktır.

Ve kaosa dönüşüyor
Rejim, krize karşı önlem üretemediği gibi, uyguladığı politikalarla “kaos” eğilimlerini daha da derinleştiriyor. Bu yüzden, uluslararası mali piyasalarda egemen hava, özellikle, uluslararası mali sermayenin devlerinden UBS, Türkiye üzerine rapor yayımlamayacağını açıkladıktan sonra, ancak “Doktor ne yerse yesin, diyor” deyimiyle tanımlanabilir bir noktaya geldi. Derecelendirme şirketlerinin raporları, negatif eğilimleri ve “çöp” alanına doğru bir gidişi sergiliyor.

Rejim, yüzde 100’e yakın devalüasyona neden olan faiz politikasını uygulamaya devam ederken “Biz ne yaptığımızı biliyoruz… Bekleyin görün” diyor ama bu iddiasına karşılık, ortaya dini ayetlere yapılan göndermelerden başka bir dayanak koyamıyor. “Olmayan dolarlarını satarak” (Reuters), adeta kendi kuyruğunu yiyerek yaşamaya çalışıyor.

Bu sırada kamuoyu yoklamaları, rejimin yalnızca güven kaybetmeye devam ettiğini değil, en temel kurumsal desteğine (tarikatlara) karşı halkın öfkesinin hızla yükselmekte olduğunu, bu kurumları onaylayanların oranının AKP seçmeni içinde bile yüzde 7 dolayına çöktüğünü, halkın siyasal İslamın “gerçeğini” artık kavradığını gösteriyor.

Bu ortamda rejime bakınca karşımıza, “barınamıyoruz” diyen öğrencileri, sokakta YouTuber gençleri tutuklamaya, yeniden OHAL’e uzanan bir panik ve “Ne zaman içeride büyük fırtınalar koparılıyorsa bilin ki dışarıda bir oyun tezgâhlanıyor”. “Erdoğan’ı devirin, iktidarı bize verin, o haritayı uygulayın” diyorlar… “Dedeağaç’tan ABD askerleri… sınırı geçecek. Türkiye’ye girecek” gibi hezeyanlar çıkıyor. Ekonominin kaderi bir şahsın iki dudağının arasındayken “serbest piyasaya” sadakat ilan eden, sonra büyük sermayenin temsilcilerini toplayıp “yüzer milyon dolar öksürün çorba” içelim gibisinden bir çağrı yaptığı aktarılan, “siyasal İslam az daha devleti ele geçiriyordu” gibi açıklamalarda bulunan komik tipler de “şahsımı” temsilen ortalıkta dolaşmaya başladı. Sanırım, “Siyah kuğular” zamanına girdik.

Kaynak:Ergin Yıldızoğlu (Cumhuriyet)

18 Kasım 2021 Perşembe

Devletler Batar mı?

"Günümüzde örneği daha az görülmekle birlikte devletler savaş gibi olaylar sonunda batabilir. Geçmişte devletler battığında bazen ülkeler de batar, tarihten silinir ya başka bir devletin yönetimine girer ya da başka bir devlete dönüşürdü. Bugün artık ülke batışı pek görülmüyor. Devletler batarken eğer ülke (tümüyle) elden çıkmamışsa o topraklarda yeni bir veya birkaç devlet kuruluyor. Mesela Osmanlı İmparatorluğu batarken Türkiye Cumhuriyetinin de aralarında olduğu birçok yeni devlet kuruldu. Daha yakın bir örnek Yugoslavya’nın batışıdır. Yugoslavya’nın yerini Sırbistan, Bosna Hersek, Hırvatistan, Karadağ, Makedonya gibi yeni devletler aldı." Mahfi Eğilmez

Batmanın Anlamı Üzerine
Başlıktaki sorunun farklı çeşitleri var: Ülkeler batar mı? Devletler batar mı? Toplumlar batar mı?

Bu soruları yanıtlamaya girişmeden önce batmanın ne anlama geldiğini incelemek gerekir. Batmak, fizikte, bir sıvının üzerinde iken herhangi bir nedenle içine gömülmek ya da sert ve sivri uçlu bir şeyin yumuşak bir şeye girmesi, saplanması anlamında kullanılan bir sözcük. Ekonomi, finans, işletme ve hukuk alanında batmak daha çok iflas anlamında kullanılıyor. İflas; alacaklılara olan borçlarını geri ödeyemeyen kişi ya da kuruluşların borçlarının bir kısmının ya da tamamının kaldırılmasını talep etmesi sonucu bir yargı sürecidir. Konu devlet ve ülkeye gelince iki türlü batma söz konusu olabilir: (1) Girişilen savaşların kaybedilmesi ya da dünyadaki gelişmelere ayak uydurulamaması gibi çeşitli nedenlerle güç kaybına uğrayarak ülke topraklarını ve yönetimini yitirmek. Buna örnek olarak Roma İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu ve SSCB’yi sayabiliriz. (2) Moratoryum ilanı. Devletin mali anlamda güç durumda bulunduğu dönemlerde yeni bir anlaşma yapmak suretiyle borçlarının ödenme şekli ve süresini yeni esaslara bağlamasına moratoryum denir. Moratoryumda borç ortadan kalkmaz, ödemeler ertelenir, faiz oranları yeniden belirlenir, belli durumlarda borcun kısmen silinmesi söz konusu olabilir. Bunun en yakın örnekleri Meksika, Arjantin ve Rusya’nın açıkladığı moratoryumlardır. Yunanistan batma aşamasına geldiği halde Avrupa Birliği üyesi olduğu için birlik tarafından moratoryuma gitmeden kurtarılmıştır.

Günümüzde sokak dilinde devletlerin batması ifadesiyle kastedilen şey savaşlar nedeniyle değil borçların ödenemez duruma gelmesi nedeniyle ortaya çıkan durumdur. Böyle bir durumun bir sonraki aşaması moratoryum ilanıdır. Bu durumda devlet batmaz, ülke toprakları yitirilmez, borçlar yeni bir biçim alır.

Türkiye’nin geçmişinde iki moratoryum örneği vardır: Yazının Tamamı>>

Mahfi Eğilmez - Ekim 16, 2021

Biz Kadınlar Kirpiğimiz Yere Düşmesin diye...


Emel Uzun

“senlik@org” var bir de benim çok severek takip ettiğim. Herkes istediği anısını nasıl isterse öyle yazıyor veya seslendiriyor ya da nasıl dilerse. Ayrı ayrı hikayeler birlikte büyük bir hikâye yazıyoruz hissi uyandırıyor.  Anı yazma atölyeleri yapıyorlar. Kadınlarla bir araya gelip kendi anılarını anlatmalarının yollarını bulmaya çalışıyorlar ve belli ki çok eğleniyorlar.

bizimhikayemiz.org’dan takip edebileceğimiz bir “kadın hikayeleri arşivi oluşuyor. Kadınların hikayelerini topladıkları bir sözlü tarih araştırması yürütüyorlar. Her sınıftan, her yaştan, her coğrafyadan kadının hayat hikayesini dinlemek de mümkün, okumak da[1].

***

Kadınların hayat hikayelerini bilmek neden önemli peki? Ayizi Yayınları’nın “Kadınlar Hayatlar” dizisinin sunumunda kadınların başka kadınların hayatlarını okuyarak yalnız olmadıklarını fark eder ve bu hayatlardan ilham alırlar deniyordu. “Yalnız olmadığını fark etmek, kadının gelişmesi ve güçlenmesinin en önemli bileşeni” çünkü.

Benim için ise her zaman bir kadın olarak kendini kurmanın ve farklı kadınlık hallerini bilme merakı dolayısıyla hep önemli oldu. Başka bir kadının sıradan bir hayat yaşamamayı nasıl başardığını öğrenmek, nerede çuvalladığını da görmek mesela epey ilham verici. Bulaşıcı bir güç ve enerji yayıyormuş gibi.

Hayal kurmayı mümkün kılar örneğin güzel bir kadın hayatı dinlemek. Tarihin bir yerinde bir kadın bir şeyi yaşamış ve anlatmışsa, dinleyen de okuyan da artık o hikâyede mümkün olmuş her şeyin kendi hikayesi içinde mümkün olabileceğini öğrenmiş olur. Sevdiğimiz hikayeleri öyle çok anlatma ihtiyacı duyarız ki, bizi biz yapan şeylerin önemli bir parçasına dönüşür anlattıkça.

***

Televizyon dizilerinde de bir kadın hikayesi anlatma trendi var öyle değil mi? Çukur da bittiğine göre... Olur tabii her sezon birkaç kadın hikayesi ama bu yılın trendi güçlü kadın hikayesi anlatmak galiba. Öldürülmüş, tecavüze uğramış, aşağılanmış, aldatılmış, hakları gasp edilmiş kadınların haklarını savunan güçlü kadın avukatların hikayeleri[2]. Adalete kavuşabilmek için mücadele edenlerin başrolde olduğu diziler çekiliyor yani. Daha da önemlisi, bu diziler tutuyor.

Zannederim, bu sezon çıkan dizilerden en çok “Yargı” konuşuluyor. Hikâye bir kadın cinayetiyle açılıyor. Üniversite öğrencisi bir genç kadının cesedi bir valizin içinde çöp koyteynerine atılmış bir şekilde bulunuyor. Biz elbette ki biliyoruz ki bu bir hikâye değil. Bir adı var; Münevver Karabulut. Dizideki kurbanın ise İnci Erguvan. Bu ülkede kadınların her gün maruz kaldığı gibi katillerinin bulunmaları ve cezalandırılmaları süreci uzayan, esneyen ve cezasızlıkla sonuçlanan bir şey izleyeceğiz gibi düşündürüyor ilk başta. Ama öyle olmuyor. “Yerli dizinin yersiz uzunluğu” ve bir türlü bir yere bağlanmayan hikâye örgüsü baki, ancak adaletle münasebette çok hızlı ve olumlu sonuçlar alınıyor. Gerçek hayatta olmayan şey, dizide oluveriyor. Katilin bulunması, tutuklanması artık dağları aşmış adalet talebini biraz da olsa evcilleştiriyor sanki.

Daha üst sınıf bir evrenin hikayesi olarak “Yalancı” var bir de.  Çok saygın, başarılı, “pür beyaz” bir cerrahın sıradan bir date akşamının sonunda kendisine tecavüz ettiğini kanıtlamaya çalışan edebiyat öğretmeni Deniz’in hikayesi. Deniz, kafası biraz karışık da olsa kendisine tecavüz edildiğinden emin. Dul bir kadın olması, halihazırda adamla rızasıyla görüşmüş olması, evine davet etmesi, içki içmesi ve geçmişinde psikolojik sorunlar yaşamış olması onu bu davadaki zayıf taraf yapıyor elbette. Her ne kadar üst sınıf da olsa toplumdaki diğer kadınlarla hemen hemen aynı sebeplerden dolayı suçlanıyor. Ancak davasının peşini, tüm engellere rağmen, tek başına da kalsa bırakmayacağını da gösteriyor.

***

Kadınların her gün yok edildiği bu ülkede her akşam televizyonda hak arayan bir güçlü kadınlar hikayeleri izliyoruz yani.  İronik değil mi?  

Tam bu dizilerden birini izlerken, sosyal medyaya Çilem’in cezasının Yargıtay tarafından onaylandığı haberi düştü. Yıllarca şiddet gördüğü kocasını, kendisini fuhuşa zorladığı için, canını kurtarmak için öldürmüştü Çilem. Elbette bu hikâye böyle bitmeyecektir. Erkek adalete karşı verilen bu kolektif mücadele bir mutlu sonu hak eder.  Çünkü Çilem de dedi ya; “Biz kadınlar, ‘Kirpiğimiz yere düşmesin’ diye omuz omuza mücadeleye devam edeceğiz” …


[1] Sıradan olmayan hayatları dinlemeyi en çok sevdiğim yer ise Nacide Berber’in NTV Radyo’da yaptığı kadınlar dizisi. İz Bırakan KadınlarYol Açan Kadınlar ve Girişimci Kadınlar.

[2] “Yargı” ve “Evlilik Hakkında Her Şey”i kastediyorum.