Translate

5 Şubat 2023 Pazar

90’lardaki Başörtüsü Söylemi ile Bugünkü Tamamen Zıt

 "Başörtüsü mücadelesi hiçbir zaman İslamcı düşüncelerin kamusal alanda temsili mücadelesi olmadı; Müslüman kadının da dünyadaki özgürlüklerden, haklardan yurttaş olarak yararlanabilmesinin mücadelesiydi. Şimdi o kamusal alanda başörtülü kadın var ama kamusal alan artık açık ve kapsayıcı bir alan değil. Aralarından kurtarılmış birtakım kadınlar var ve bu kadınlar aynı zamanda başka kadınlar daha az özgür olsun diye çalışabiliyorlar. Dolayısıyla başörtüsü davası tam da başörtülüler tarafından kaybedilmiş vaziyette."

Akademisyen Ayşe Çavdar ile 1990’lardaki başörtüsü yasaklarını ve 90’lardan bugüne başörtüsü mücadelesini konuştuk.

28 Şubat sürecine başörtülü bir öğrenci ve gazeteci olarak birebir tanıklık eden daha sonra ise örtüsünü çıkaran Çavdar, 90’larda kadınların başını örtmek için verdiği mücadelenin, bugün kadınların başını açmak için verdiği mücadeleyle benzerliklerini anlatıyor.

Başörtüsü gibi tamamen kadınları ilgilendiren bir konuda, erkeklerin bu tartışmalarda öne çıktığını görüyoruz. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bu durum 28 Şubat Dönemi’nde nasıldı, şu an nasıl?

Bir kere başörtüsü kadınları ilgilendirmiyor sadece. Böyle bakarsak erkeklerle kavgamızın sebebini de anlamamış oluyoruz. Olması gerekene değil, olana bakarak söylüyorum ki, başörtüsü şu anda biz istesek de istemesek de bir sembol. Toplumda belli bir grup insanın yaşadığını gösteriyor. Bir grup insan yalnızca Müslüman olmakla kalmıyorlar aynı zamanda İslam'ın sembollerini üzerlerinde taşıyacak kadar inançlı ve politik demek bu. Çünkü başörtülü olmayan da bir sürü Müslüman kadın var, başörtüsü takmamaları onları daha az inançlı yapmıyor ama onlarla diğerleri arasında şöyle bir fark oluyor; bir kısmı bunu üzerinde taşıyacak kadar siyasallaştırmış durumda.

Yani bu sadece kadınları ilgilendirmiyor. Eğer böyle bir siyasal manası olmasaydı ben örterdim mesela ve çok da mutluluk duyardım örtmekten ya da örtüp arada açmayı isterdim. Çünkü başörtüsü yalnızca İslami bir şey değil. Başörtüsü senin söylediğin tarafıyla, yani yalnızca kadınları ilgilendiren tarafıyla aynı zamanda son derece kadınsı ve çok hoş da bir aksesuar, dolayısıyla böyle bir şeyden, bir aksesuardan bahsetmediğimiz için üzerine acayip bir siyasal literatür binmiş, siyasal mücadeleler binmiş bir şeyden bahsettiğimiz için başörtüsü dediğimizde yalnızca kadınları ilgilendiren bir şeyden bahsetmiyoruz. Gönül isterdi ki öyle olsun ama öyle değil.

Başörtüsü 28 Şubat'ta muhalefetteydi şimdi ise iktidarda, aradaki fark bu. 28 Şubat’ta bir talep olarak vardı, bir özgürleşme talebi olarak vardı, başörtülü kadınların kamusal alanda dolayısıyla modern dünyanın içerisinde hareket edebilir hale gelmeleri gibi bir özgürlük talebi üzerinden vardı; şimdi ise başörtüsü kamusal alanda bu özgürleşmiş kadınların bulunması dolayısıyla birtakım sınırlandırmalar yapmaları söylemi ile geliyor. Bir kere en başta böyle bir farklılık var.

Yani 1990'larda, 28 Şubat öncesinde bir özgürlük söylemi, özgürleşme talebi olarak gelen başörtüsü bugün, o dönemde talip olunan özgürlüklerden vazgeçme, onları başka birtakım davalar ya da idealler adına bir tarafa itme, unutma gibi referanslarla kamusal alana taşıyor. Dolayısıyla 1990'lardaki başörtüsü söylemi ile bugünkü başörtüsü söylemi arasında 180 derece bir zıtlık var.

Söyleşinin Tamamı>>

Büşra Cebeci /m.bianet.org

1 Şubat 2023 Çarşamba

Ekonomik Krizleri Anlama Rehberi

Mahfi Eğilmez


Enflasyon
Enflasyon en basit tanımıyla fiyatlar genel düzeyinde ortaya çıkan sürekli artış demektir. Bu basit tanımı ayrıntılarıyla bir kez daha ortaya koyalım: (1) Ele alınacak olan fiyatlar genel düzeyidir. Yani tek tek fiyat artışları enflasyon olarak tanımlanamaz. (2) Fiyatlar genel düzeyinin sürekli bir artış içinde olması gereklidir. Yani, bir veya birkaç malın fiyatının sürekli artış göstermesi, ya da bütün malların bir defa artış göstermesi enflasyon değildir.

Kaynaklarına göre sınıflandırıldığında iki çeşit enflasyon vardır: (1) Talep Enflasyonu, (2) Maliyet Enflasyonu. Toplam talep düzeyinin arzı aşarak sürekli fiyat yükselmesine neden olması halinde talep enflasyonu ortaya çıkar. Bir başka deyişle talep enflasyonu tüketim harcamalarındaki artıştan, bu da genellikle para arzının yükselmesinden kaynaklanır. Üretimde girdi olarak kullanılan mal ve hizmetlerin maliyetlerinde ortaya çıkan artışlar sonucunda fiyatların sürekli artış içine girmesi halinde ise maliyet enflasyonu meydana gelir. Maliyet enflasyonu, ücret-gelir çekişmesi, yerli ve ithal girdi malları (petrol gibi) fiyatlarının yükselmesi gibi nedenlerle oluşur.

Yazının Tamamı >>

www.mahfiegilmez.com

25 Ocak 2023 Çarşamba

Sağlıklı beyinler çok dillilik ile mümkün

Alzaymır, demans olduğumuzda insanlığımızdan geriye ne kalıyor? Nefes almak mı? Yoksa hatırlayamadıklarımız mı? Dil mi kalıyor geriye yoksa kifayetsiz kelimeler mi?
Her bir dil yeni bir bahçe insan ruhunda. Her bir konuşulan ikinci, üçüncü dil beynin sigortası. Yapılan bilimsel araştırmalar gündelik hayatında iç içe iki ayrı dil kullananların, ileri yaşlarda demans yani unutkanlığa karşı çok direngen olduğunu gösteriyor. Bizim gibi yaşlı nüfusu giderek artacak ülkelerde çok dilli yaşam alzaymır ve demans için adeta sağlık aşısı.

Türk’ün Kürt komşusuyla yüz kelime ile bile olsa Kürtçe konuşması, Kürt’ün Arap komşusu ile Arapça selamlaşması salt barışık olmayı, barışı değil, aynı zamanda sağlıklı beyinler vadediyor.

Kağıt toplayıcısı yoksul bir Suriyeliye kem gözle bakmak, nefret geliştirmek kişisel olarak bize stres hormonlarının artışı ile geri döner. Stres ise hipertansiyon, kalp hastalığı, diyabet vb. metabolik hastalıklar demektir. Oysa ona kendi dilinde ‘merhaba’ demek bize de mutluluk verir ki nice hastalıktan koruyucudur.

Cumhuriyetin 100. yılında heybede ne var? Misal devletin heybesinde yıl başına bir Kürtçe kelime var mı yok mu? Bedensel, ruhsal, sosyal ve doğal olarak siyasal olarak da ‘iyi’ yani ‘sağlıklı’ olan dil barışı yasak kılındı kamusal alanda bir asırdır. Bırakalım ana dilinde konuşma yasağını, bir Türk’ün Kürtçe, Arapça, Lazca yüz kelime de olsa öğrenmesi, konuşması kriminalize edildi.
Adaletin bin çeşidi var: Has olanı onarıcı adalet. Yasaklı dilin kimi zaman sokakta ölümle sınandığı bu coğrafyada ‘onarıcı adaleti’ kim sağlayacak? Yasalar mı, yoksa gündelik hayat mı?

“Yaşın kadar konuş” denir kırılma anlarında. Bırakalım tamamını, her birimiz yaşımız kadar Kürtçe kelime bilmeye, konuşmaya hazır mıyız? Yılda bir kelime eder! Biz konuşmaya başlarsak siyasi partiler, devlet de konuşmaya başlar.
Seçim sathında milletvekili aday adaylarının yaşları kadar Kürtçe, Lazca vb. dilleri bilmesini şart koşamayan herhangi bir siyasi parti bu ülkeye barış, onarıcı adalet vadedebilir mi?
Bunca yıl yaşımız kadar kelime ile diğer yaşayan Anadolu dillerini öğrenemediysek, o dilleri konuşan milyonlarla ortak yaşam alanları üretememişiz demektir. Birbirimize yılda bir kelimelik hatırımız yok ise geleceği birlikte tahayyül edebilir miyiz?
TBMM’de halihazırdaki milletvekilleri ve çalışanların yüzde kaçı Kürt, Ermeni, Süryani, Arap, Laz, Roman çalışma arkadaşına kendi dilinde ‘merhaba, nasılsın’ demeyi biliyor ya da diyor?

Cumhuriyet 100 yaşında. Sahi, ‘devlet dilinde’ Kürtçe kaç kelime?
Hasılı, sağlıklı beyinler gündelik hayatta çok dillilik ile mümkün.

Evrensel.net - Zeki Gül

gemäß: "Küçük paşalar" teneffüste Türkçe konuşmasın!