Translate

19 Temmuz 2024 Cuma

İklim Krizi ve Kuraklık

 Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen 17 Haziran Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü’nde, bu yıl kuraklık sorununa karşı hep birlikte eyleme geçilerek önlem alınması gerektiği vurgulanıyor. Gelecek dönemde en önemli iki sorunun iklim krizi ve buna bağlı olarak yaşanacak kuraklıkların olacağını vurgulayan TEMA Vakfı ise, kuraklığın doğal afet statüsüne alınması gerektiğinin altını çiziyor.

Birleşmiş Milletler, bu yıl Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü’nde kuraklık sorununa odaklanarak, bu soruna karşı hep birlikte eyleme geçilerek önlem alınması gerektiğini vurguluyor. İklim krizi ve buna bağlı olarak gelecekte yaşanacak kuraklıkların gelecek dönemin en önemli iki sorunu olduğunu ifade eden TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, kuraklıktan en çok etkilenen sektörün tarım olacağının altını çiziyor.

“Tarımsal üretimi etkileyen kuraklık son 20 yılda %29 arttı”

Kuraklığın dünyanın her yerinde iklim tipine bağlı olmaksızın görülen bir doğa olayı olduğunu hatırlatan Deniz Ataç; “1970-2019 yılları arasında oluşan doğal felaketlerin %50’sini kuraklık oluşturmaktadır. Kuraklık nedeniyle aynı dönemde 650 milyon insan yaşamını yitirmiştir ve bunun %90’ı iklimin kurak ve yarı kurak olduğu gelişmekte olan ülkelerdir. İklim krizi nedeniyle kuraklığın sayısı ve şiddeti artmaktadır. Kuraklıktaki artış oranı son 20 yılda %29 olmuştur. IPCC Raporlarına göre küresel ısınma 1.5°C’de dahi her 10 yılda bir kuraklık oluşma sıklığı %50, 2°C’ye ulaşması halinde ise %70 oranında artacaktır. Su sıkıntısı çeken insan sayısının 2040 yılında 5.7 milyara ulaşabileceği ve her dört çocuktan birinin çok kuvvetli derecede su sıkıntısı çeken bölgelerde yaşayacağı tahmin edilmektedir. Üretilen gıdanın %80’i yalnızca yağmur suyuna dayalı üretimin yapıldığı kuru tarım arazilerinden gelmektedir. Bu nedenle kuraklık tarımsal üretimi etkilemekte, kuraklığa bağlı olarak önemli ölçüde verim kayıpları oluşabilmektedir. Geçen yıl 65 ilimizde kuraklık nedeniyle verim kayıpları olduğu, bazı yerlerde ürün kayıplarının %70’e ulaştığı bildirilmiştir” dedi.

TEMA Vakfı tarafından Türkçeleştirilen IPPC İklim Değişikliği ve Arazi Raporu Yönetici Özeti’ne de atıfta bulunan Ataç; “Raporda ifade edildiği gibi iklim değişikliğinin sonucu yüksek hava sıcaklıklarının görülme sıklığı artmış, bu durum gıda güvenliği ve karasal ekosistemleri olumsuz yönde etkilemiş, birçok bölgede çölleşmeye ve arazi bozulumuna neden olmuştur. Türkiye’nin de içinde yer aldığı Akdeniz Çanağı, iklim krizinin en olumsuz etkilerinin görüleceği bölgeler arasında gösterilmektedir. Akdeniz Çanağı’nda yüksek hava sıcaklıklarının sıklığının, şiddetinin ve süresinin artmaya devam edeceği, yağışların azalacağı, orman yangınlarında %50 artış olacağı, tarımsal ürün ve hayvancılık verimliliğinin ve bitki biyolojik çeşitliliğinin azalacağı öngörülmektedir. Kısacası gelecekte en önemli sorunlarımız, yanan orman alanlarında artış, su kıtlığı ve tarımsal üretimde azalış, buna bağlı olarak kırsal alanların sosyo-ekonomik olarak etkilenmeleri olacaktır” dedi.

“Kuraklığın etkileri, alınacak aktif önlemlerle azaltılabilir”

Kuraklık oluştuktan sonra alınacak önlemlerin geç olacağını vurgulayan Ataç; “Böyle bir yaklaşım kuraklık yönetimi değil, ancak kriz yönetimi olur. Kuraklığın, daima karşılaşılma olasılığı yüksek, üstelik yaşanan iklim krizi ile daha da şiddetlenmesi beklenen doğal bir felaket olacağını kabul ederek, hazırlıklı olacak ve etkilerini azaltacak tedbirleri içeren planlar hazırlamak gerekir. Bu kapsamda 25 su havzamızın 13’ünde kuraklık yönetim planlarının hazırlanması önemli bir adımdır. Kalan havzalar için de bu çalışmalar tamamlanmalı, kuraklık riski yüksek ve etkilenebilir nüfusun yüksek olduğu bölgeler önceliklendirilerek hazırlanan planlar ivedilikle uygulamaya konulmalıdır. Kuraklık artışında ana nedenin insan olduğu dikkate alınarak tahrip olan arazilerde restorasyon çalışmaları yapılmalı, arazi tahribatı engellenmelidir. Vakıf olarak bizim de katılım sağladığımız Birleşmiş Milletler Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi 15. Taraflar Toplantısı’nda, Arazi restorasyonlarıyla ilgili ‘2022-2024 için Hükümetlerarası Kuraklık Çalışma Grubu Oluşturma’ taahhüdü verilmesi bu konuda önemli bir adım olmuştur” diyerek 2030 yılına kadar 1 milyar hektar bozulmuş arazi restorasyonunu hızlandırma taahhüdünü mutlulukla karşıladıklarını ifade etti.

Su Kanunu’nun gerekliliğinin de altını çizen Ataç; “Kıt olan su varlığımızı koruyan, etkili bir su yönetimi sağlayan ve kurak dönemlerde su tahsisini düzenleyen bir kanun hazırlanarak yürürlüğe konulmalıdır. Türkiye’de kuraklık riski çok yüksek olmasına ve  tarımsal üretim ve gıda temini ile birlikte ekonomik, çevresel ve sosyolojik birçok etkisi olmasına rağmen, 7269 sayılı Umumi Afetler Kanunu’na göre afet sayılmamakta ve afet istatistiklerinde hiç yer almamaktadır. Oysa dünyada, etkili olan 31 çeşit doğal afet arasında ilk sırada yer almaktadır” diyerek kuraklığın doğal afet statüsüne alınması gerektiğini söyledi.

Umut Yeşertiyoruz!                                                                                      TEMA Vakfı

23 Haziran 2024 Pazar

Dostoyevski

ÖLÜLER EVİNDEN ANILAR VE DOSTOYEVSKİ ÜZERİNE ÖNSÖZ
“Çok tuhaf, ama sık sık tekrarlanan bir olgudur,” diye başlar Lukács’ın ‘Dostoyevski’ yazısı, çünkü, dünya edebiyatını etkileyen yeni insan tipi genç bir ülke olan Rusya’da bütün sorunlarıyla birlikte ortaya çıkıp oradan uygar dünyaya ulaşmıştır. Almanya’dan Werther, İngiltere ve Fransa’da bu yeni insanın temsilciliğini yaparken, yüzyılın ikinci yarısında o zamanlar uzak, az bilinen, neredeyse bir efsaneler ülkesi olan Rusya’dan da Raskolnikov bu yeni insanı dünya edebiyatına sunmuştur. Gerçi, egzotik, uzak, Batı uygarlığına yabancı dünyalardan kültür ve sanat örnekleri etkileyici sonuçlarıyla her zaman Batı’ya ulaşmışlardır, ancak Lukács’a göre, Werther-Raskolnikov olayı, ilkece bunlardan farklıdır. Bir egzotiğin, dış, uzak bir kültürün gölgesine sığınmamışlardır bu iki yeni insan tipi. Örneğin gelişmemiş, çağdaş uygarlığın sıkıntılarına, sorunlarına ve krizlerine henüz yabancı bir ülke olan Rusya’dan, ansızın, insan kültürünün o zamanki bütün sorunsalını en uç noktada biçimlendirip anlatan yapıtlar ortaya çıkmaya başlamıştır.

Bu gelişmeyi anlamamızı kolaylaştırmak için “sorunun çözülmesi” ile “soruna ilişkin soruyu sorma” düzlemlerini birbirinden ayırmamız gerekir. Örneğin İskandinavya’da İbsen “soruyu sadece sorar”; Flaubert de öyle. Onlar zaten sorunları ele alırken, psikolojik-ahlaksal boyutu, toplumsal boyuttan daha fazla öne çıkartmışlardır Lukács’a göre.

Tolstoy ve Dostoyevski ise sorunu olanca derinliğiyle ve genişliğiyle ortaya atar. Tolstoy’un aristokrasiye, onun çevresine ait (siyaset, bürokrasi, ticaret vb. ile uğraşan) kişileri, görünürde hantal, hareketsiz, ama aslında derin bir dönüşümün eşiğinde olan halk ile, köylü kitleleri ile bağlarını koparmış, dolayısıyla da ideallerinin, ahlaksal ölçütlerinin, psikolojik, ruhsal dirençlerinin nesnel zeminini yitirmişlerdir.

Dostoyevski ise gözünü kente çevirmiştir. Eski Rusya’nın çözülmesi sürecini ve yeniden doğuş tohumlarının yeşermesini, “insanı aşağılayan ve ona hakaret eden”, tutkunu olduğu Petersburg gibi bir büyük kentin sosyal ortamında, sefalet ve yoksulluğu içinde inceler. Büyük kentin, büyük kent içindeki özellikle soylu zümrenin yaşantısının halk hareketinden tamamen uzak oluşu, kendine bir yön ve hedef bulmak için mücadele eden halk hareketi ile uzun süre bir türlü buluşmaması, soyluların, bunların çevresindeki sosyal katmanların, entelektüellerin, özellikle siyasi hareket liderlerinin tabandan kopukluğu, Dostoyevski romanlarının ve öykülerinin temel sorunu olarak çıkar karşımıza. Dostoyevski insanının büyük kent içindeki umutsuz yalnızlığı, yaşamak, geçinmek için çalışmak zorunda olmayan, hayatın anlamını yitirmiş, saçmalaşmış insanın yalnızlığıdır.

Ölüler Evinden Anılar’a Giriş
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski 11 Kasım 1821’de Petersburg’da (sonraki Leningrad) bir ordu cerrahının oğlu olarak dünya geldi. Annesi bir tüccar kızıydı. Öğrenimini özel bir okulda sürdürecek, yaz aylarını Tula’daki çiftliğinde geçirebilecek kadar “üst zümreden”di. 1837-1844 arasında askeri okula devam etti. 1847’ye kadar İnsancıklar, Öteki, Ev Sahibesi, Beyaz Geceler, Bir Yufka Yürekli gibi ilk edebiyat çıkışlarının ardından, Çar I. Nikolay’ın baskıcı yönetimi altında politik ve toplumsal reform hareketinin etkisi altına girince, bütün hayatını geri dönüşsüz bir biçimde etkileyecek dört yıllık bir mahkûmiyet dönemini geçirmek üzere, 10 aylık bir tutukluluk süresinin ardından, idamın eşiğinden dönüp 23 Ocak 1850’de Batı Sibirya’daki Omsk Cezaevi’nin kapısından içeriye girdi.

Yazının Tamamı

12 Haziran 2024 Çarşamba

Kıyamet buzulu daha hızlı eriyor

Antarktika Yarımadası’nın doğusundaki Thwaites Buzulu’nun erimesi durumunda oluşturabileceği tehdit nedeniyle ‘kıyamet buzulu’ olarak adlandırılıyor


Antarktika Yarımadası’nın doğusundaki Thwaites Buzulu’nun erimesi durumunda oluşturabileceği tehdit nedeniyle “kıyamet buzulu” olarak adlandırılıyor. 192 bin kilometrekarelik yüzölçümü ile Antarktika’nın en büyük buzullarından biri olan ve küresel deniz seviyesi yükselişinin yüzde 4’ünden sorumlu tutulan Thwaites, iklim değişikliği etkilerinin hızlanmasıyla yılda yaklaşık 50 milyar ton buz kaybediyor. Buzulla ilgili ABD, Kanada ve Finlandiya’dan bilim insanlarınca yapılan bir araştırmanın sonucu, Proceedings of the National Academy of Sciences adlı dergide yayımlandı.

Ilık deniz suyu 6 km ilerledi

El Nino’nun yaşandığı 2023 yılı Mart ve Haziran ayları arasında alınan radar verilerinin de kullanıldığı araştırmada bilim insanları, deniz suyunun gelgitlerle birlikte buzulun içine ve dışına aktığını, sıcak okyanus suyunun bir kısmının da buz oluşumunun derinliklerine doğru ilerlediğini ve doğal kanallardan geçerek boşluklarda toplandığını buldu. Ilık deniz suyu girişlerinin ilkbahar gelgiti sırasında karadan 6 kilometre daha içeriye ulaştığını tespit eden araştırmacılar, buzulun altına doğru ilerleyen daha sıcak deniz suyunun, buz tabakasının kütlesindeki değişimleri açıklamaya yardımcı olabileceğini belirtti.

Denizler 65 cm yükselecek

Çalışmada, basınçlı deniz suyunun yoğun bir erimeye neden olarak buzulun geleceğini daha da tehlikeye atabileceği, bu durumun buzulun alt kısmını her yıl 20 metre eritebileceği vurgulandı. Thwaites Buzulu’nun 1979’dan 2017’ye kadar 634 groston kütle kaybı yaşadığı ve 1992’den 2011’e kadar merkezdeki toprak hattından yılda 1 kilometre hızla geri çekildiği hatırlatılan araştırmada, bunun Antarktika’daki en hızlı geri çekilmelerden biri olduğu bilgisine yer verildi. Thwaites Buzulu’nun erime hızına bağlı olarak deniz seviyesinde beklenen yükselmenin farklı tahminlere göre değişiklik gösterirken, mevcut erime hızı devam ederse, 2100 yılına kadar deniz seviyesinde 65 santimetre yükselme bekleniyor.

Yeni Yaşam Ekoloji