Translate

7 Aralık 2024 Cumartesi

Göbekli Tepe

İnsanlık Tarihini Yeniden Yazdıran Keşif

Türkiye’nin Şanlıurfa ilinde yer alan Göbekli Tepe, 1994’te başlayan arkeolojik kazılarla sıradan bir tepeden insanlık tarihini yeniden şekillendiren bir yapıya dönüştü. Yaklaşık 11.000 yıllık geçmişiyle bu antik megalitik yapılar, avcı-toplayıcı olarak bilinen toplumların sanılandan çok daha ileri düzeyde sosyal ve kültürel yapılar geliştirdiğini göstermiştir.

Göbekli Tepe’de lazer taramalarıyla gün yüzüne çıkarılan 25’ten fazla yapı, bu alanın bugüne kadar keşfedilen en eski dini ve kültürel merkezlerden biri olduğunu ortaya koymaktadır. T biçimli devasa sütunlar, hayvan figürleri ve geometrik desenler, yalnızca bir ibadet merkezi olmanın ötesinde, sembolik anlamlarla dolu bir yapı kompleksini işaret etmektedir. Henüz tamamen kazılmamış olan bu alanda, tarihin derinliklerinden gelen daha fazla sırra ulaşılabileceği düşünülmektedir.

Bununla birlikte, Göbekli Tepe’nin en çarpıcı yanlarından biri, buradaki toplulukların dönemin teknolojik ve bilimsel kapasitesinin ötesine geçen bilgi birikimine sahip olduğuna işaret eden unsurlardır. Sütunların üzerindeki düzenlemelerin bazıları astronomik hizalanmalara işaret etmektedir. Avcı-toplayıcı bir toplumun gök cisimleriyle bu kadar detaylı bir ilişki kurmuş olması beklenmezken, buradaki bilgiler topluluğun gözlem yeteneği ve kozmolojik farkındalık seviyesinin tahminlerin ötesinde olduğunu göstermektedir. Ayrıca taşlarda yer alan semboller, su kaynaklarına ve gökyüzü olaylarına ilişkin detaylar barındırmaktadır; bu da Göbekli Tepe’nin yalnızca bir ritüel merkezi değil, aynı zamanda kozmik bilgiyle iç içe bir yaşam alanı olduğunu düşündürmektedir.

Göbekli Tepe’nin çağdaşı sayılabilecek Malatya’daki Aslantepe Höyüğü de benzer bir şekilde insanlığın bu dönemdeki sosyal ve mimari gelişmişliğini sergilemektedir. Aslantepe’nin kazılarında bulunan tapınak yapıları ve yerleşim izleri, Göbekli Tepe ile aynı dönemde karmaşık toplumsal düzenlerin ortaya çıkmaya başladığını kanıtlamaktadır.

Bu bulgular, insanlığın geçiş süreciyle ilgili klasik varsayımları sorgulamaktadır. Tarım ve yerleşik hayattan önce bu kadar sofistike bir yapı inşa edilebilmesi, Göbekli Tepe sakinlerinin yalnızca avcı-toplayıcı olmadığını; inanç, mimari ve sosyal organizasyon alanında devrim niteliğinde bir dönemi temsil ettiğini göstermektedir. Göbekli Tepe, insanlık tarihinin sırlarını çözmeye devam eden bir anahtar niteliğindedir ve daha birçok keşifle geçmişimizin yeniden yazılmasını sağlayacaktır.

25 Kasım 2024 Pazartesi

Beyaz Çatı

Beyaz çatı , "binaların açık çatı yüzeylerinden emilen güneş radyasyonundan gelen ısı miktarını en aza indiren beyaz veya açık renkli çatı..."
Beyaz çatılar soğutma maliyetlerini düşürmek ve enerji tasarrufu yapmak için kullanılır.

Güneş radyasyonu Dünya yüzeyine kısmen görünür ışık olarak ulaşır ve çarptığı yüzeyler tarafından ısı enerjisi olarak emilir. Binalar bu ısıyı duvarları ve çatıları aracılığıyla iç mekanlarına iletir ve yayar. Yüzeyin rengi, yansıttığı görünür ışık miktarını ve dolayısıyla emilen ısı miktarını etkiler. Görünür ışık alan yüzeyler için, emilen ısıyı depolama kapasitesi kütlelerine veya yoğunluklarına bağlıdır. Bu nedenle, siyah veya koyu renkli çatılar (örneğin, asfalt kaplı çatılar veya arduvaz çatılar) büyük miktarda güneş radyasyonunu (görünür, kızılötesi ve ultraviyole) ısı enerjisi olarak kolayca emer ve yüksek yoğunlukları veya kütleleri nedeniyle uzun süreler depolar. Ayrıca, ısı, çatıların sıcak yüzeylerinden daha soğuk iç yüzeylerine iletim yoluyla akar. Isınan iç yüzeyler daha sonra iç mekan havasına ısı yayarak iç mekan sıcaklıklarını ve iç soğutma yüklerini artırır. Beyaz çatılar ise, görünür ışığın bir yüzdesini ısı enerjisine dönüştürmeden atmosfere geri dağıtır. Beyaz çatılar, binaların içindeki ısı yüklerini azaltmaya yardımcı oluyor ve dolayısıyla klima için gereken enerji talebini düşürüyor .

Beyaz çatılar aynı zamanda yüksek albedo çatılar da olabilir . Albedo, bir yüzeyden yansıyan güneş radyasyonu miktarının o yüzeye ulaşan toplam miktara oranıdır. Kızılötesi radyasyon ( görünür spektrumun dışında ) bir malzemeye büyük miktarda ısı enerjisi ilettiğinden, yüksek albedo malzeme görünür spektrumu yansıtabilmeli ve güneş radyasyonunun kızılötesi spektrumundan emilen ısıyı etkili bir şekilde yeniden yayabilmelidir. Bir malzemenin rengi yalnızca görünür spektrumdaki yansıtıcılığını gösterir ve bir malzemenin rengi ve bileşimi bu nedenle hem o malzeme tarafından ne kadar güneş radyasyonunun emildiğini hem de yayıldığını belirleyen önemli faktörlerdir.

Yansımayı değerlendirmenin bir ölçüsü, güneş yansımasını ve emisivitesi (bir yüzeyin radyasyon yoluyla ısı yayma yeteneği) tek bir değerde birleştiren güneş yansıma endeksidir (SRI). Standart bir siyah malzemenin (düşük yansıma 0,05'e, yüksek yayılım 0,90'a eşittir) SRI'si "0"dır ve standart bir beyaz malzemenin (yüksek yansıma 0,80'e, yüksek yayılım 0,90'a eşittir) SRI'si "100"dür. Bu nedenle, daha yüksek SRI değerine sahip malzemelerden yapılmış dış bina yüzeylerinin, binaya gelen güneş radyasyonundan emilen ısı nedeniyle iç mekanların aşırı ısınmasına neden olma olasılığı daha düşüktür.

Yeni binalar için doğal olarak serin bir çatı olarak tasarlanabilen bir çatı, beyaz vinil gibi yüksek SRI değerli malzemeler kullanılarak inşa edilebilir. Mevcut binalardaki çatılar, çatının yüzeyini oldukça yansıtıcı hale getirmek için özel olarak tasarlanmış yüksek SRI değerli beyaz çatı kaplamaları alacak şekilde değiştirilebilir. Kaplamalarda opak ve yansıtıcı yapılarını sağlamak için şeffaf polimerik malzemeler ve beyaz pigmentler kullanılır. Bu kaplamalar tipik olarak Güneş enerjisinin %70 ila %80'ini yansıtır.

Swati Ogale
Encyclopaedia Britannica Editörleri

10 Ekim 2024 Perşembe

Balıklarımız!


Barbun Senegal'den geliyor.
Kalamar Hindistan'dan.
Ahtapot İspanya'dan.
Karides Endonezya'dan.
Lagos Mısır'dan.
Kalkan Romanya'dan.

Norveç'ten getirilen seyit balığını restoranlarda mezgit diye kakalıyorlar. Lüks otellerimizde yediğiniz kılıç şiş'ler aslında Çin'den ithal köpekbalığı… Mercan Gine'den. Sinarit Gana'dan. Her mevsim dilbalığı olmaz, bizde oluyor, çünkü mevsimine göre bazen Afrika'nın batısındaki Senegal'den, bazen Afrika'nın doğusundaki Somali'den geliyor. Yemek için değil, bakmak için olanları bile yurtdışından getiriliyor, mülteci ayaklarıyla sınırı geçen kamyon kasalarında süs balıkları yakalanıyor, Suriye Japonu deniyor. Karadeniz'de 26 balığın neslini tükettik, Marmara'da 125 balığın neslini kuruttuk. Midye Şili'den getiriliyor. Tekir Gabon'dan.

Üç tarafımız denizlerle çevrili, Türk havuzu denilen kendimize ait denizimiz var, denizi olmayan Konya'da Uşak'ta Diyarbakır'da tarla balıkçılığı yapıp, arazide levrek yetiştirmeye çalışıyoruz. Fas'tan Moritanya'dan orfoz getiriyorlar, Kızıldeniz'den karagöz getiriyorlar. İzlanda'da 2010 senesinde volkan patladı, kül ve lav yağmuru nedeniyle kıyıları zehirlendi, toplu balık ölümleri meydana geldi, balıkları analiz ettiler, ağır kurşun, radyoaktif madde ve insana zararlı kimyasallar tespit edildi, bütün dünya İzlanda'dan balık ithalatını durdurdu, aynı dönemde Türkiye'nin İzlanda'dan balık ithalatı yüzde 250 arttı! Elalemin almadığı kansere yol açan balıkları, ki, çoğunluğu somondu, afiyetle bize yedirdiler.

Istakoz ABD'den Kanada'dan.
Bataklıklarda yetiştirilen panga'yı, kılçıksız deniz balığı filetosu diye taaa Vietnam'dan getiriyorlar. Güya Sardalya festivali düzenliyoruz, o sardalya Yunanistan'dan geliyor.
Belediyeler balık festivali düzenler Norveç'ten ithal edilen uskumru dağıtılır.
Norveç'te sadece 6 bin 400 balıkçı teknesi var, 150 ülkeye balık ihracatı yapıyor.
Türkiye'de 16 bin 450 balıkçı teknesi var, 100 ülkeden balık ithal ediyor!
Norveç'in tüm dünyada en çok balık ihracatı yaptığı ikinci ülke, Türkiye… En büyük balıkçının Galata Köprüsü'nde yediğiniz balık ekmek bile Norveç uskumrusu.

Balıkçılık tarihimizin en önemli kitaplarından biri olan ve İstanbul balıkhanesi müdürü Karekin Deveciyan tarafından kaleme alınan “Türkiye'de Balık ve Balıkçılık” isimli eserde, 1920'li yıllarda sırf İstanbul'da sekiz milyon ton balığın işlem gördüğü anlatılıyor.
Bugün, tüm Türkiye'de bir milyon ton bile değil!
1920'li yıllarda İstanbul balık haline 2 milyon 200 bin çift torik geliyordu… Bugün torik gören var mı? Lakerda artık palamuttan yapılıyor.
İthal somondan bile lakerda var!
Bizim lüferi neredeyse kuruttuk… Atlantik ringası geliyor, Pasifik ringası geliyor, Avustralya uskumrusu geliyor, Japon kolyozu geliyor.

Avrupa Birliği ülkeleri kişi başına 26 kilogram balık yiyor, dünya ortalaması 19 kilogram… Türkiye ortalaması sadece 8 kilo!
Marmara Denizi tüm balıkların göç ve yumurtlama yeriydi. Tekirdağ, Şarköy, Marmara Adası arasındaki üçgen, orkinosların aşk üçgeniydi. Taaa Atlas Okyanusu'ndan gelirler, bu aşk üçgeninde ürerlerdi.<br>
Bu Marmara Denizi'ne en başta İstanbul, çevresindeki tüm şehirlerin kanalizasyonunu bağladık, aşk üçgenini lağım çukuru haline getirdik.

HES kurulmayan dere bırakılmadı.
Mersin balıkları artık Çoruh'a inmiyor.
Gediz'e Büyük Menderes'e Seyhan'a Ceyhan'a artık balık girmiyor.
Balık avlanan göllerimiz imha edildi.
Eber Gölü kurudu, geriye sadece kırık sandallar kaldı.
Nasreddin Hoca'nın maya çaldığı Akşehir Gölü bile kurudu.
E bu denizlerde balık kalır mı?

(Murat Demirocak sayfasindan.)