Translate

13 Nisan 2025 Pazar

Yaşamın kaynağı suyun kozmik yolculuğu


"Şimdi içmek üzere olduğunuz suyun bir kısmı ilk yıldızlardan birinin şok dalgası sırasında oluşmuş olabilir ve siz de 13 milyar yıl öncesine ait erken evrenin suyunu içiyor olabilirsiniz"

Kabul gören bir teori bize Dünya'daki yaşamın okyanus tabanında başladığını söylüyor. Ancak bu teori, derin okyanus ortamında RNA'nın, proteinlerin veya lipitlerin yapı taşlarının sentezine yol açabilecek kimyasal reaksiyonların nasıl gerçekleştiğine ilişkin ikna edici kanıtlar ortaya koyamıyor.

Ayrıca, yaşamın başlangıcı için kritik olduğu bilinen süreçlerin çoğunun, örneğin enerji sağlayan ultraviyole radyasyonun, okyanusun dibine nasıl ulaştığı da açıklama gerektiren bir soru.

Daha önemlisi, okyanusların diplerinde yaşamı başlatan suyun kendisi ilk ne zaman oluştu ve gezegenimize nasıl ve ne zaman gelebildi?

Bu soruların yanıtını bulmak için yaşamın başladığı okyanus diplerinden evren hikayemize dönmemiz gerekiyor.

Kozmik zaman
Bilim insanları, evrenimizin kozmik yaşının 13,8 milyar yıl olduğundan (yaklaşık 60 milyon yıl hata payı ile) eminler. Ancak bildiğimiz türde bir yaşamın ilk olarak ne zaman ve nerede ortaya çıkmış olabileceği konusunda ise bir açıklamaları yok.

Mevcut bilgimiz Güneş Sistemi'nin yaklaşık 4,6 milyar yıl önce oluştuğu ve canlı yaşamın Dünya'nın soğumasının ardından 3,5 milyar yıl önce gerçekleşmiş olduğu tezi üzerinden ilerliyor.

Başlangıçta, yani evrenin ateşli doğumu sonrasında, erken evren kuantum parçacıkları ile dolu kozmik bir çorba gibidir. Büyük Patlama'dan yaklaşık 100 milyon yıl sonra evren bu kez yoğun ilkel hidrojen ve helyum kümeleri ile dolar. Bu kümeler sıkışarak kütlesel çekim etkisi altında çökerken merkezlerinde termonükleer zincir reaksiyonlarını ateşlediler. Ve evrenin ilk yıldızları ortaya çıktı ve evren aydınlandı. Bu devasa nükleer fırınların içinde, hidrojen ve helyum çekirdekleri birleşerek oksijen, karbon ve silikon gibi daha ağır elementlerin üretimi gerçekleşti.

Ancak bu yıldızlar öylesine büyüktüler ki çok hızlı yaşadılar ve süpernova denilen çok büyük patlamalarla çok çabuk öldüler. Bu şiddetli ölümler sonrasında patlayarak ürettikleri oksijen, karbon ve silikon gibi elementler evrenin uzak köşelerine saçıldılar. İkinci nesil yıldızlar ve gezegenler yeni elementlerle zenginleşmiş yıldız küllerinden oluştu.

Ve süpernova üretimi oksijen, evrende bol miktarda var olan kozmik hidrojenle birleşerek su oluşumunu sağladı.

Ancak ilk yıldızlar bol miktarda oksijen üretmiş olsalar bile, süpernovalar aracılığıyla uzaya saçılan oksijen parçacıkları çok geniş alanlara dağılmış olduğundan bu durum oksijen ve hidrojenin bir araya gelerek su oluşumunu nasıl sağladığı sorusunu gündeme getirdi.

Suyun kozmik tarihi
Bilim insanları sorularına yanıt bulmak ve yaşamın kaynağı olan suyun kozmik tarihini anlamak adına simülasyonlara başvurdular.

İlk olarak, biri Güneş'ten 13 kat, diğeri ise 200 kat daha büyük kütleye sahip iki yıldız modellendi. Daha hafif olan yıldız, yaklaşık 12 milyon yıl yaşayarak süpernovaya dönüşürken etrafa 17 bin Dünya kütlesi kadar oksijen saçtı. İkinci yıldız, daha büyük kütlesi nedeniyle yalnızca iki buçuk milyon yıl yaşadı ve 55 Güneş kütlesi kadar (18 milyon Dünya kütlesi) oksijen ürettikten sonra patlayarak ürettiği oksijeni evrenin uzak köşelerine püskürttü.

Simüle edilmiş süpernovaların oluşturduğu şok dalgaları, çevrede yoğunluk değişimleri yarattığı ve bunun sonucunda daha yoğun gaz kümelerinin ısınarak su üretimi sağlayan kimyasal reaksiyonlar oluştuğu görüldü.. Daha sonra ikinci nesil yıldızlar devreye girdiler. Bu kez ilk simülasyonda oluşan su ile zenginleştirilmiş gaz kümelerinin kayalık ve ıslak gezegenleri olan düşük kütleli yıldızlar üretip üretemeyecekleri test edildi ve bu mümkündü. En erken galaksiler muhtemelen bu bölgelerde ortaya çıkmıştı ve bu da onların oluşumunda suyun zaten var olduğu anlamına geliyordu.

Yani, erken evrende hatırı sayılır miktarda su varlığı söz konusudur. Ancak bu sonuç, yaşamın bu tür oluşumlarda kolay bir başlangıç ​​yapacağı anlamına gelmiyor. Sonuçlar şaşırtıcı ve ikna edici olsa da bilim insanları yapılan simülasyonların şu anda yalnızca geçici yanıtlar sunduğunu belirtiyorlar.

Daha fazla bilgi elde etmek için gökbilimciler, James Webb Uzay Teleskobu (JWST) verilerine odaklandılar: JWST, bu tür çalışmalar düşünülerek tasarlanmıştı; bilim insanları suyun yıldız oluşturan dev moleküler bulutlardan gezegenlere nasıl geçtiğine ilişkin önemli bilgiler elde edebileceklerini umuyorlar.

JWST verileri, bizim sulu dünyamızın bir şekilde özel mi yoksa sıradan mı olduğunu gösterecek, deniyor.

Bilim insanları, suyun kozmik yolculuğunun Büyük Patlama'dan yalnızca bir kaç yüz milyon yıl sonra başladığını ve Dünya okyanuslarındaki suyun önemli bir bölümünün Güneş Sistemi'nin oluşumu öncesine ait olduğunu düşünüyorlar.

Özetle, şimdi içmek üzere olduğunuz suyun bir kısmı ilk yıldızlardan birinin şok dalgası sırasında oluşmuş olabilir ve siz de 13 milyar yıl öncesine ait erken evrenin suyunu içiyor olabilirsiniz!

Bilim insanlarına göre bu çok olası!

Güneç Kıyak "T24-Pazar"

5 Mart 2025 Çarşamba

Kızıl Rosa


Emeği Geçenler :
Yazar  :Kate Evans
Çevirmen  :Devrim Kılıçer
Hazırlayan  :Süreyya Karacabey

"Vardım, Varım, Varolacağım!"
Rosa Luxemburg



Rosa Luxemburg politik solun ve devrimci sosyalist düşünce evreninin önde gelen eyleyicilerinden biridir.

Rosa bir düşünürden daha fazlasıydı, çünkü tarih ve burjuvazi karşısında devrimci bir ayıraçla konumlandırdı kendini. Kadınların muhalif dünyadaki kararlılıkları ve mücadeleleri bizzat onun sesinden işitildi.

Mücadeleci, açık sözlü, uzlaşmaz, yetenekli, üretkendir... Mahkemelerde yargılanan değil, yargılayandır... Birçok devrimci gibi kaç kere tutuklandıysa da hapishaneler "ödünsüz devrimciliğini"(Troçki ) engelleyememiştir. Yeni bir dünya kurma coşkusunu hiç yitirmeyen coşkulu bir kadındır Rosa... Görev insanıdır.

Rosa, O bütün dünya solunun ve devrimcilerinin yoldaşı, aşkı olarak kalacak ve elbette bütün dünya devrimcilerinin ortak hafızasını temsil edecek daima.

1919'da devlet görevlileri tarafından katledilişinden sonra Rosa, varlığından hiçbir şey kaybetmedi: Devlet ve zenginler, savaş çığırtkanları ve milliyetçiler, din, güç ve ırk düşkünleri, cinsiyet yücelticiler ona hala düşman ve onun fikirlerini hala tehdit olarak görüyorlar. Devrimciler ve ezilenler onunla hala aynı fikirdeler, onun fikirleri hala dünya devrimcilerinin gökkuşağı. Onun fikirleri ve hayatı, dünya devrimcileri için hala mücadeleci bir ekosistem koruması yaratıyor o ekosistemde huzur veren koruyucu bir meşe ağacı. Devrimciler için Rosa hala "yükseklerde uçan mücadeleci bir kartal"(Lenin).

Rosa'nın fikirleri ve etkileyici olduğu kadar ilham verici olan yaşam öyküsü, Kate Evans'ın harika çizgileri ve anlatısı sayesinde okurun dünyasına açılıyor.

Rosa'nın özel hayatını, yoldaşlığını, mücadelesini-devrimciliğini, hapishaneleri, devletin vahşetini ve işkencelerini Rosa'nın yoldaşları ve izleyicileri olan mücadeleci Kürt-Türk-Laz... Kısaca bu coğrafyanın kadınlarından daha iyi kim bilebilir ki?..

27 Şubat 2025 Perşembe

Sevim Belli'nin Arkasından

Türkiye sosyalizminin anıtlaşmış bir şahsiyetine, Sevim Belli’ye veda ediyoruz. Her ölüm, o hayattan güç alanlar için yeterince trajiktir. Ama onu toprağa verirken içimizin sızlaması yalnızca bu, davaya sadakat anıtının geri gelmemecesine aramızdan ayrılmasından değil, Sevim Belli’nin son ferdi olduğu sosyalist hareketimizin çok özel bir kuşağının da onun gidişiyle mutlak olarak “ebediyete intikal” edecek olmasından…
Sevim Belli, aramızdan ayrılana kadar, “eski sosyalistler” kuşağının yaşayan sonuncu halkasıydı. “Eski sosyalistler” tek parti devrinde de, Demokrat Parti devrinde de, toplumsal ve entelektüel yaşamın kıyısına itilmeye direne direne sosyalist teoriyi yüksekte tutarak; sosyalist politikayı işçilere taşımak uğruna polis takibine, falakalı işkencelere, hücre hapislerine göğüs gererek; cezaevlerinde olmadıkları tüm zamanlarda fikri maddesiyle buluşturmak için yeni yordamlar, siyasi polisi atlatmak için yeni yöntemler icat ederek daima işçilere ve gençliğe ulaşma gayretini sürdüre gelen 1910-20 doğumlu devrimcilerdi. Onlar, 1960’larda Türkiye’nin üzerindeki deli gömleği bir nebze yırtılır yırtılmaz buluşacakları 1968’liler için de, siyasi polis ve istihbarat için de, anti-komünist basın için de “önemli”ydiler.
Bu önemin kaynağında 1930’ların sonlarından 1950’lerin sonlarına kadar süren çok ağır baskı koşullarında bir yandan Marksist teoriye sıkı sıkıya sarılırken öte yandan fikri kitlelere taşımak gayretinden de asla caymayan sebatkarlıkları ve örgütlerini hayatları pahasına savunurken işkencecilerinin bile saygı duymaksızın edemeyecekleri yüksek ahlaki ilkelere bağlı kalışları vardı.
Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli, Sevim Belli, Şevki Akşit, Nuran Akşit, Rasih Nuri İleri ve diğerleri, 1960’larda gürül gürül akmaya başlayan siyasal düşünce ve yazın alanından aydınlara, öğrencilere, işçi önderlerine ulaşarak geniş bir parlamento dışı demokratik mücadele platformu inşasına ön ayak olma çabalarının başını çekerken Marksist düşünce kaynaklarının yeni kuşaklara ulaştırılmasında da istisnai bir rol oynadılar. Denebilir ki, onların sistematik çabaları olmasa, Türkiye sosyalist hareketi devrimci teoriye çok daha kısmi ve iğreti bir biçimde ve çok daha gecikerek ulaşmış olurdu. Sevim Belli, bu kuşağın ve bu özel insan topluluğunun, sosyal ve politik hayatta en öne çıkan bir üyesi olmayabilirdi ama, bu başına gelmedikçe önde olmayı şu kadar olsun önemsemediğini, kendisini Marksist düşünüşün baş yapıtlarını gençliğe ve aydınlara taşımakla görevli saydığını okumaya vakit ayıranlar bilir.
Geriye dönüp baktığımızda pek çok Marksist düşünce kaynağının ve Marksizmin üzerinde yükseldiği entelektüel mirasın genç kuşaklara onun çevirileriyle ulaştığını görebiliriz: Marx ve Engels’in yapıtları Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, Alman İdeolojisi, Fransa'da Sınıf Savaşımları, Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire'i, Ücretli Emek ve Sermaye, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı; Lenin’in felsefi metinleri, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, Sosyalizm ve Anarşizm; Charles Darwin’in Türlerin Kökeni ve İnsanın Türeyişi, İbni Haldun’un Mukaddimesi hemen akla gelenler…

Sevim Belli’yi Mihri Belli’den ayrı düşünmek pek güç de olsa, henüz 20’lerinin başlarındaki devrimciler bile ikisinin başlı başına birer şahsiyet olduğunu ilk bakışta sezebilirdi. Tanımayanlar, Türkiye’nin en uzun ömürlü devrimcilerinden biri olmasına bakarak Sevim Belli’nin kişiliğinin baskın bir biçimde 1950’lerin, 1960’ların havasını barındırdığını düşünmeye eğilimli olabilirler. Oysa Sevim Belli, devrimci karakterinin kaçınılmaz bir yansısı olarak yüzü Kürtlere, kadınlara, gençlere dönük yaşayışının her dem taze tuttuğu bir insandı. 1990’lar sonrasının tüm yeniden kuruluş süreçlerinde sorumlu roller üstlendi. Zamanın izini en çok Sevim Belli’nin bakışlarında görebilirdiniz -ama yaşam yorgunluğunun değil, görmüş geçirmişliğin yansısı olarak.
“Eski sosyalistler” bu dünyadan şanla şerefle geçtiler, Sevim Belli’nin en sona kalmasını bu kuşağımızın çektiği bunca zahmete doğanın verdiği bir ödül olarak düşünmek de mümkün. Hiçbir “sertlik” gösterisi eski sosyalistlerin kapitalizme ve zulme meydan okuyuşunu, Sevim Belli’nin bütün fotoğraflarında dudağının kenarına yerleşiveren o hafif müstehzi ifadeden daha “sertçe” özetleyemez. Hiçbir görüntü, kuşağının öz saygısını ve ait olduğu yüksek ahlaki değerler evrenini Sevim Belli’den intikal eden zarafetten daha güzel bir surete büründürerek temsil edemez.
Geride bıraktıkları bu büyük mirası hak etmek, sonraki kuşaklarımız için büyük bir sorumluluk sınavı olacak.

Sevim Belli’nin adı ve eseri devrim ve sosyalizm mücadelemizdeki müstesna yerinde yaşamaya devam edecek. 

Ertuğrul Kürkçü